AZÎZ - TDV İslâm Ansiklopedisi

AZÎZ

العزيز
AZÎZ
Müellif: ORHAN ŞENER KOLOĞLU
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1991
Erişim Tarihi: 24.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz--esma-i-husna
ORHAN ŞENER KOLOĞLU, "AZÎZ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz--esma-i-husna (24.04.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “dengi ve benzeri bulunmayacak derecede değerli ve şerefli olmak, güçlü ve yenilmez olmak, galip gelmek, saygın olmak; güç, şiddet, üstünlük” mânalarına gelen izz/izzet kökünden sıfat olup “değerli, şerefli, benzersiz olan, güçlü ve daima üstün gelen” anlamındadır. “Zayıf ve güçsüz” anlamına gelen zelîlin karşıtı olan azîz ismi, Allah’ın kudret ve kuvvetinin, yücelik ve üstünlüğünün kadîm olduğunu ve yaratılmış varlıklardaki gibi değişikliğe uğramadığını da ifade eder.

Kur’ân-ı Kerîm’de en fazla kullanılan ilâhî isimlerden (esmâ-i hüsnâ) biri olan azîz doksan kadar âyette Allah’a nisbet edilmektedir. Bu âyetlerde azîz ismi çoğunlukla hakîm ismi olmak üzere rahîm, alîm, kavî, hamîd, gafûr, gaffâr, vehhâb, kerîm ve zü’ntikām isimleriyle birlikte zikredilmektedir (, “ʿazîz” md.). Bu isimlerle azîz ismi arasında bir dengeleme münasebeti bulunmakta, âdeta Allah’ın kudret ve yüceliğinin ölçüsüz, keyfî ve ezici değil de merhamet, hikmet, bilgi, bağışlama, cömertlik, adalet gibi vasıfları da içeren bir kudret ve yücelik olduğu vurgulanmaktadır. Bunun yanında ismin kökünü oluşturan izzet kavramı da âyetlerde Allah Teâlâ’ya izâfe edilmiş, her türlü üstünlüğü ifade eden izzetin O’na ait olduğu bildirilmiştir (bk. en-Nisâ 4/139; Yûnus 10/65; Fâtır 35/10). Bir âyette ise izzetin Allah’a, resulüne ve müminlere mahsus olduğu ifade edilmiştir (el-Münâfikūn 63/8). Azîz ismi Kur’ân-ı Kerîm’de alîm, hamîd, rahîm ve gaffâr isimleriyle birlikte doğrudan zât-ı ilâhiyyeyi ifade etmek için kullanılır (bk. el-En‘âm 6/96; İbrâhîm 14/1; eş-Şuarâ 26/217; Sebe’ 34/6; Yâsîn 36/5, 38; el-Mü’min 40/42; Fussılet 41/12; ez-Zuhruf 43/9). Kur’ân-ı Kerîm’de izzetin ulûhiyyetin temel özelliklerinden biri olduğunu gösteren bu kullanımlar, Allah’ın izzeti üzerine yemin edilebileceğini belirten hadislerle de teyit edilmektedir (Buhârî, “Eymân”, 12).

Azîz hem Tirmizî’nin (“Daʿavât”, 82) hem de İbn Mâce’nin (“Duʿâʾ”, 10) rivayet ettiği esmâ-i hüsnâ listesinde yer almakta, ayrıca çeşitli hadislerde Allah’a izâfe edilmektedir (, “ʿazîz” md.). Hz. Peygamber, bir gün minberdeyken “Allah’ın kadrini gereği gibi bilemediler. Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elindedir. Gökler de O’nun kudretiyle dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından uzaktır, yücedir” (ez-Zümer 39/67) âyetini okuduktan sonra eliyle de göstererek “İşte yeryüzü böyle elindedir, onu hareket ettirir, çekip çevirir ve Allah kendisini ‘ben cebbârım, ben mütekebbirim, ben melikim, ben azîzim, ben kerîmim’ diye över” (, II, 72) buyurarak azîz ismini Allah’ın yüceliğini yansıtan bir biçimde kullanmıştır.

Esmâ-i hüsnâ üzerine eser telif eden müellifler genellikle azîz isminin “benzeri ve dengi olmayan”, “asla mağlûp olmayan galip”, “kuvvetli” ve “izzet veren” şeklinde dört mânası olduğunu belirtmişlerdir. Azîz ismi birinci anlamıyla Allah’ın tenzîhî sıfatları, ikinci ve üçüncü anlamlarıyla ise zâtî sıfatları grubuna girer. Dördüncü anlamıyla ise fiilî sıfatlar grubuna girer ki azîz isminin nâdiren kullanıldığı bu anlamı ifade eden esas isim, yine Hz. Peygamber tarafından Allah’ın isimleri arasında sayılan ve azîz ile aynı kökten gelen muizdir (Tirmizî, “Daʿavât”, 82; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 10; ayrıca bk. MUİZ).

Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ismin kökünü oluşturan “izzet” kavramı esas itibariyle kudreti ifade ettiği için, azîz isminin en temelde kadîr anlamına geldiğini belirtir. Ayrıca Allah’ın yaratılmış varlıklara benzemediğini, onlarla hiçbir yönden müşterek olmadığını ve herhangi bir açıdan onlarla kıyaslanmaktan yüce olduğunu ifade etmesi hasebiyle azîm anlamına geldiğini de belirtir. Ona göre bu ismin ifade ettiği bir husus da Allah’ın hâkimiyeti ve saltanatı çerçevesinde istemediği hiçbir şeyin olmayacağıdır. Bu da doğal olarak kahhâr ismine işaret etmektedir (İbn Fûrek, s. 47-48; ayrıca bk. AZÎM; KAHHÂR). Aslında bütün bunların, Allah’ı yaratılmış varlıklardan ayıran ve Allah ile yaratılmış varlıklar arasında keskin bir ayırımı ortaya koyan hususiyetler olması hasebiyle azîz isminin en temelde Allah’ın eşsizliğini ve benzersizliğini vurgulayan, diğer bir deyişle mutlak tenzihi ifade eden bir isim olduğu söylenebilir ki bu da literatürde bu isme verilen birinci anlamla örtüşmektedir. Nitekim esmâ-i hüsnâyı tasnif eden bazı müelliflerin azîz ismini “Allah’tan teşbihi nefyeden isimler” arasında zikretmesi de bu bakış açısını yansıtmaktadır (Halîmî, I, 195-196; Beyhakī, I, 96-97).

Esmâ-i hüsnâ üzerinde orijinal açıklamalar yapan Gazzâlî, azîz isminin üç temel vasfı kendinde topladığını belirtir. Buna göre benzeri nâdir bulunan; kendisine şiddetli bir şekilde ihtiyaç duyulan; erişilmesi, elde edilmesi ve bilinmesi zor olan önemli şeye azîz denilir. Bu üç vasfı kendisinde toplamayan şey azîz olarak isimlendirilmez. Nitekim nâdir bulunan birçok şey olsa da bunların önemi fazla olmadığı gibi faydası da çok değildir. Bu sebeple bu tür şeyler azîz olarak isimlendirilmez. Öte yandan güneş ve yer gibi önemi fazla, faydası çok, benzeri de bulunmayan şeyler de vardır fakat bunlar erişilmesi zor olmadığından azîz olarak isimlendirilmez. Zira bunların görülebilmesi zor olmadığından izzetle vasıflandırılamazlar. Gazzâlî anılan üç vasfın her birinin bir kemâl noktası olduğunu da belirtir. Nâdir bulunmanın, yani varlığı az olmanın kemâl noktası “bir” olmaktır. Zira “bir”den daha azı yoktur. Bir şeyin bir olması benzerinin varlığının imkânsız olması demektir. Bu da ancak Allah’tır. Kendisine ihtiyaç duyulmanın kemâl noktası ise her şeyin her konuda; varlığa gelmede ve varlığını devam ettirmede kendisine ihtiyaç duymasıdır. Böyle bir kemâle ise sadece Allah sahiptir. Erişilmesi zor olmanın kemâl noktası ise künhünü kuşatma açısından kendisine ulaşılmanın, diğer bir deyişle hakkıyla bilinmesinin imkânsız olmasıdır. Böyle bir kemâle de sadece Allah sahiptir. Zira Allah’ı ancak kendisi bilir. Dolayısıyla azîz isminin kendisinde topladığı bu vasıfların kemâline sadece Allah sahip olduğu için mutlak azîz de sadece O’dur (el-Maḳṣadü’l-esnâ, s. 77-78).

Esmâ-i hüsnânın her birinden insanın hayatına yönelik dersler çıkarmayı hedef edinen esmâ-i hüsnâ müellifleri kulun, mahlûkatın ihtiyaç duyduğu bir kimse olma yönünde çaba göstermesini azîz isminden çıkarılacak bir ders olarak görürler. Zira kullar içinde azîz olan, mahlûkatın en önemli işi olan uhrevî hayat ve ebedî saadet yolunda kendisine ihtiyaç duyulan kimsedir. Böyle kimseler şüphesiz nâdir olan ve zor ulaşılan kimselerdir. Bunların başında ise peygamberler gelir. Onları râşid halifeler, âlimler ve dine uygun hükmeden yöneticiler takip eder. Bunların her birinin izzeti, dinî açıdan mertebelerinin yüceliği ve insanları irşad etme hususunda ilgileri derecesindedir. İzzetin, Allah’ın yanında resulüne ve müminlere ait olduğunu bildiren âyet de (el-Münâfikūn 63/8) buna işaret etmektedir (ayrıca bk. İZZET). Ulûhiyyetin yüceliğine işaret eden azîz ismi içerdiği çeşitli anlamlar itibariyle alî, müteâlî, azîm, kebîr, mütekebbir, kādir, kavî, zâhir ve kahhâr isimleriyle de anlam yakınlığı içerisindedir.


BİBLİYOGRAFYA

, “ʿiz” md.

, “ʿiz” md.

, “ʿiz” md.

, II, 72.

Müslim, “Ẕikir”, 33.

Zeccâc, Tefsîrü esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk-Beyrut 1406/1986, s. 33-35.

Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiḳāḳu esmâʾillâh (nşr. Abdülhüseyin el-Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 237-240.

Hattâbî, Şeʾnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk-Beyrut 1404/1984, s. 47-48.

Ebû Abdullah el-Halîmî, el-Minhâc fî şuʿabi’l-îmân (nşr. Hilmî M. Fûde), Beyrut 1399/1979, I, 195-196.

, s. 47-48.

Abdullah b. Muhammed el-Beyhakī, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât (nşr. Abdullah b. Muhammed el-Hâşidî), Kahire, ts. (Mektebetü’s-sevâdî li’t-tevzî‘), I, 96-97, 328-337.

Abdülkerîm b. Hevâzin el-Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 31-32.

, s. 77-78.

Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât (nşr. Tâhâ Abdurraûf Sa‘d), Kahire 1404/1984, s. 204-206.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 4. cildinde, 331 numaralı sayfada yer almıştır. Maddenin ORHAN ŞENER KOLOĞLU tarafından kaleme alınan yeni dijital versiyonu 24.01.2024 tarihinde yayımlanmıştır.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER