BEDÂ - TDV İslâm Ansiklopedisi

BEDÂ

البداء
Müellif:
BEDÂ
Müellif: AVNİ İLHAN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1992
Erişim Tarihi: 24.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/beda
AVNİ İLHAN, "BEDÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/beda (24.04.2024).
Kopyalama metni

“Gizli bir şeyin sonradan ortaya çıkması, kişinin bir konuda beliren birkaç görüşten birini tercih etmesi” mânalarına gelen bedâ, terim olarak “Allah’ın belli bir şekilde vuku bulacağını haber verdiği bir olayın daha sonra başka bir şekilde gerçekleşmesi” şeklinde tarif edilir. Bedâ telakkisi ilk olarak Şiî çevrelerde ortaya çıkmıştır. Genellikle kabul edildiğine göre bedâ fikrini ilk defa ileri süren, Hz. Hüseyin’in intikamını almak suretiyle Ehl-i beyt taraftarları nezdinde itibar kazanan Muhtâr es-Sekafî’dir. Taberî ise bedâ görüşünden ilk olarak Muhtâr’ın adamlarından biri olan Abdullah b. Nevf’in bahsettiğini nakleder (Târîḫ, VI, 85). Muhtâr bir savaş öncesinde askerlerine Allah’ın kendilerini zafere ulaştıracağını söylemiş, savaştan zaferle çıkınca da, “Allah’tan aldığım bilgilerle işin böyle olacağını size bildirmemiş miydim?” diyerek keramet iddiasında bulunmuş; ancak Mus‘ab b. Zübeyr’in ordusu karşısında mağlûp olunca, “Allah bana zafer vaad etmişti, fakat daha sonra kendisine bu değişik sonuç zâhir oldu (bedâ lehû)” sözüyle Allah’ın ilim ve iradesinde değişiklik meydana geldiğini ima etmiş ve bu görüşüne, “Allah dilediğini siler, dilediğini sabit kılar” (er-Ra‘d 13/39) âyetini delil getirmiştir. Muhtâr es-Sekafî’den sonra Ca‘fer es-Sâdık bedâ fikrinin ikinci kaynağı olarak gösterilir. Şiî literatürüne göre İmam Ca‘fer, oğlu İsmâil’in kendisinden sonra imam olacağını söylemiş, fakat İsmâil babası hayatta iken ölünce Ca‘fer es-Sâdık olayı bedâ telakkisiyle açıklamıştır (Nevbahtî, s. 55). Bu şekilde ortaya çıkan bedâ görüşünü Hişâm b. Hakem daha ileriye götürerek Allah’ın varlıklar hakkındaki bilgisinin bunların mevcudiyetiyle başladığını söylemiştir (Bağdâdî, s. 52, 67). Bedâ görüşünü benimseyenlere de Bedâiyye denilmiştir.

Eş‘arî’nin kaydettiğine göre bir kısım Şiîler bedâ fikrini Allah hakkında câiz görmezken bazıları bedâya neshe yakın bir anlam vererek Allah’ın ilim ve iradesinde değişikliği mümkün görmüşlerdir. Bir kısmı da ilâhî ilimde eksikliğin bulunduğunu ifade edecek nitelikte bir bedâ fikrini câiz görmüştür (Maḳālât, s. 39). Malatî son görüşü kabul edenlerin Sebeiyye fırkasına bağlı olduklarını belirtir (et-Tenbîh ve’r-red, s. 19).

İlim, irade ve yaratma sıfatlarında vuku bulduğu iddia edilen ve aşırı şekliyle Gāliyye fırkalarınca benimsenen bedâ telakkisini ispat etmek için kullanılan naklî deliller şöyle özetlenebilir: 1. Allah’ın dilediğini silip dilediğini ibkā edebileceğini ifade eden âyet (er-Ra‘d 13/39) ile günahkârlar hakkında hükmedilen dünyevî azabın tövbe sebebiyle kaldırılacağını anlatan âyetler (el-A‘râf 7/152-153) O’nun ilim, irade ve yaratmasında değişikliğin vuku bulacağına dair delillerdir. Yûnus peygamberin kavminden dünyevî azabın kaldırılması (Yûnus 10/98), İsmâil’in kurban edilmesinden vazgeçilerek yerine koçun kurban edilmesi de (es-Sâffât 37/101-107) Kur’an’daki bedâ uygulamalarının örneklerini teşkil eder. 2. Hadislerde, yapılan iyiliklerin ömrü arttıracağını ve mukadder bazı musibetleri defedeceğini bildiren ifadelerin kullanılması, ashâb-ı kirâmın iyiler zümresine kaydedilmeleri için dua etmeleri (İbn Kuteybe, s. 7) bedâyı destekleyici mahiyette kabul edilmiştir. Bu tür delillerle ispatlanmaya çalışılan bedâ Keysâniyye’nin temel prensiplerinden birini teşkil eder. Aynı mahiyetteki bedâ anlayışının son zamanlarda Şeyhiyye gruplarınca da benimsendiği kabul edilir (, II, 433).

İmâmiyye Şîası bedâ görüşünü daha mutedil bir şekle sokarak benimsemiştir. Onlara göre, “sonradan elde edilen bir bilgi sebebiyle önceden verilmiş kararın değiştirilmesi” mânasındaki bedâ Allah’a nisbet edilemez. Bedâ, insanlar tarafından vukuu beklenmeyen bir olayı Allah’ın yaratması, şer‘î hükümlerde geçerli olan neshin alternatifi olarak tekvinde değişikliğin câri olması, yani iradenin henüz kesin olarak taalluk etmediği birbirine zıt iki hükümden birinin elverişli şartlar ve en uygun menfaatler dikkate alınarak tercih edilmesinden ibarettir. Şeyh Sadûk, Allâme Meclisî, Muhammed Bâkır ed-Dâmâd, Ebû Ca‘fer et-Tûsî, Sadreddîn-i Şîrâzî gibi Şiî âlimler az çok farklı şekillerde tarif ettikleri bedânın Allah’a nisbet edilmesini gerekli görürler. İmâmiyye’ye göre bedâ Ehl-i beyt’e ait sırlardan ve gizli ilimlerdendir. Zira Allah’ın ilmi ikiye ayrılır. 1. Meleklerin, peygamberlerin ve velîlerin de muttali olduğu ilim (ilm-i mahtûm); 2. Hiçbir varlığın bilemeyeceği ve sadece zâtına mahsus olan gizli ilim (ilm-i mahzûn). Kur’an’da bu ikincisine “ümmü’l-kitâb” denilmiştir. İşte bedâ, birinci nevi ilmin insanlara haber verilmesinden sonra vukuu beklenen olayın ikinci nevi ilme göre zâhir olmasıdır (Muhammedî er-Reyşehrî, I, 389). İmâmiyye Kur’an’da bedâ kelimesinin geçtiği âyetleri (ez-Zümer 39/47-48; el-Câsiye 45/33) bu mânada anlar.

İmâmiyye âlimleri her ne kadar mutedil bir telakkiye sahip bulunuyorlarsa da temelde bedâ prensibini kabul etmektedirler. Nitekim onların Muhammed Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilen bazı rivayetleri delil olarak kullanmaları, bazı âyet ve hadisleri buna göre yorumlamaya çalışmaları, bedâya inanmak suretiyle ifa edilen ibadeti başka hiçbir şeyle yapılamayacak kadar değerli saymaları da (Muhammedî er-Reyşehrî, I, 388) bunu göstermektedir. Halbuki bedâ ile ilgili olarak Muhammed Bâkır ve Ca‘fer es-Sâdık’a nisbet edilen rivayetlerin bir kısmı sahih olmadığı gibi bir kısmında da tahrifler mevcuttur.

Bedâ, Allah’a bilgisizlik ve eksiklik nisbet etmeyi gerektirdiği için Ehl-i sünnet, Mu‘tezile ve Zeydiyye tarafından reddedilmiştir. Zira nesih, şer‘î delille sabit olmuş bir hükmün yeni şer‘î delille yürürlükten kaldırılması demek olup kaldırılan hükmün müddeti ve bitiş zamanı önceden Allah nezdinde mâlumdur. Nesihte değişiklik Allah’ın ilminde değil insanların bilgi ve uygulamalarında meydana gelmektedir. Eğer İmâmiyye bedâdan böyle bir mâna kastediyorsa bu nesihten başka bir şey değildir. Bunun dışında kabul edilecek bir görüş, Allah’ın ezelî ilminde değişiklik ve noksanlık gerektireceği için reddedilmiştir. Ayrıca bedâ inancında, sonu nereye varacağı bilinmeyen bir şeye önceden hükmedip iradeye aykırı olarak bir sonucun ortaya çıkması gibi cebrî bir unsur mevcuttur. Bunun ise ulûhiyyet makamı ile bağdaştırılması mümkün değildir. İmâmiyye’nin bedâ kelimesinin geçtiği âyetlerle ilgili yorumları da isabetli görülmemektedir. Çünkü bu âyetler insanlar tarafından vukuu beklenmeyen olaylardan bahsetmekte olup bu ise hiçbir zaman ilâhî ilmin değiştiği anlamına gelmez. Öyle anlaşılıyor ki İmâmiyye’nin bedâ telakkisini benimsemesi, gayba ait haberleri bildiklerine inanılan imamların, vuku bulacağını önceden haber verdikleri olayların sonradan başka türlü gerçekleşmesi üzerine inandırıcı bir izah bulmak suretiyle etrafındaki grupların dağılmasını önleme zaruretinden doğmuştur. Çağdaş bazı Şiî yazarların bedâya “meydana geleceğine önceden işaret edilen bir olayın gerçekleşeceğine inanıp da sonradan buna aykırı bir hadisenin vuku bulması” anlamını vermeleri de (Seyyid Abdullah, s. 31, 72) bu tesbiti doğrulayıcı mahiyettedir.

Bedâ telakkisi müstakil araştırmalara konu teşkil etmiştir. Seyyid Abdullah es-Seyyid Hasan el-Mûsevî’nin Baḥs̱ ḥavle’l-bedâʾ adlı eseriyle Abdüzzehrâ el-Bender’in Naẓariyyetü’l-bedaʾ ʿinde Ṣadriddîn eş-Şîrâzî adlı eseri bunların önemlilerindendir.


BİBLİYOGRAFYA

, I, 255 vd.

İbn Kuteybe, Teʾvîlü muḫtelifi’l-ḥadîs̱ (nşr. Muhammed Zührî en-Neccâr), Kahire 1966, s. 7.

, s. 93-95.

, s. 55.

Taberî, Târîḫ, Beyrut, ts., VI, 85, 92.

, s. 39.

, s. 19.

, s. 583-584.

, s. 52, 67.

İbn Hazm, el-İḥkâm (nşr. Ahmed M. Şâkir), Kahire, ts. (Matbaatü’l-âsıme), I, 444-448.

, I, 148-149.

, III, 101-104.

Meclisî, Biḥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, IV, 92-96.

M. Ebû Zehre, el-İmâm eṣ-Ṣâdıḳ, Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 234-236.

a.mlf., el-İmâm Zeyd, Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 211-212.

Muhammed Rızâ el-Muzaffer, ʿAḳāʾidü’l-İmâmiyye, Necef, ts., s. 45-46.

Ali Sâmi en-Neşşâr, Neşʾetü’l-fikri’l-felsefî fi’l-İslâm, Kahire 1977, s. 57-58.

Muhammedî er-Reyşehrî, Mîzânü’l-ḥikme, Kum 1362-63 hş./1403-1405, I, 388-389.

Seyyid Abdullah es-Seyyid Hasan el-Mûsevî, Baḥs̱ ḥavle’l-bedâʾ, Beyrut 1987, s. 9-50, 72.

İhsan İlâhî Zahîr, er-Red ʿale’d-duktûr ʿAlî ʿAbdilvâḥid Vâfî fî kitâbihî Beyne’ş-Şîʿa ve ehli’s-sünne, Lahor, ts. (İdâretü tercümâni’s-sünne), s. 184.

Goldziher, “Bedâ”, , II, 433-435.

a.mlf. – A. S. Tritton, “Badāʾ”, , I, 873-875.

W. Madelung, “Badāʾ”, , III, 354-355.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 5. cildinde, 290-291 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER