EVHADÜDDÎN-i KİRMÂNÎ - TDV İslâm Ansiklopedisi

EVHADÜDDÎN-i KİRMÂNÎ

أوحد الدين كرماني
Müellif:
EVHADÜDDÎN-i KİRMÂNÎ
Müellif: NİHAT AZAMAT
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1995
Erişim Tarihi: 25.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/evhaduddin-i-kirmani
NİHAT AZAMAT, "EVHADÜDDÎN-i KİRMÂNÎ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/evhaduddin-i-kirmani (25.04.2024).
Kopyalama metni

İran’ın Kirman bölgesinde doğdu. Asıl adı Hâmid, lakabı Evhadüddin’dir. Kaynaklarda genellikle lakabıyla anılır. Adı sadece Kazvînî (Âs̱ârü’l-bilâd, s. 248) ve Kerbelâî’de (Ravżâtü’l-cinân, s. 60) Hâmid kelimesinin muhaffefi olan Ahmed şeklinde geçer.

Hayatı hakkında en önemli kaynak olan menâkıbnâmesinde Kirman Selçukluları’ndan Sultan II. Turan Şah’ın oğlu olarak gösterilir. Bu bilgi daha sonra yazılan bazı kaynaklarda da tekrarlanmıştır. Ancak Konya’da kendisiyle görüşen Muhyiddin İbnü’l-Arabî el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’de onun babasının adını Ebü’l-Fahr olarak kaydeder. Turan Şah’ın hiçbir kaynakta bu ad veya künye ile anılmadığını söyleyen Bedîüzzaman Fürûzanfer, Evhadüddin’in Turan Şah’ın oğlu olduğu hakkındaki bilginin doğru olmadığını belirtir. Atalarının İran’ın ileri gelen ailelerinden birine mensup bulunduğunu, ancak bunun kendisi için iftihar vesilesi olmadığını, kendisinin bir “şey” olması gerektiğini ifade eden bir rubâîsinden Evhadüddin’in soylu bir aileye, hatta rubâîde geçen “sudûr” kelimesinden hareketle bir vezir ailesine mensup bulunduğu, bundan dolayı bağlılarının onu meşhur sûfî İbrâhim b. Edhem’e benzeterek Turan Şah’ın oğlu olduğunu ortaya atmış olabilecekleri ileri sürülmüştür (Bayram, s. 21).

Kirman Selçukluları Devleti’nin hüküm sürdüğü bir bölgede doğup büyüyen Evhadüddin’in Kirmanlı olmasının İran asıllı olduğuna delâlet etmeyeceğini, Anadolu’da Türkmenler üzerindeki etkileri ve Türkmen muhitlerinde Türkçe konuşması dikkate alındığında onun Türk asıllı olması gerektiğini söyleyen Mikâil Bayram, bu görüşüyle yukarıdaki rubâînin verdiği bilgi arasındaki çelişkiyi gidermek için rubâînin bir gerçeği ifade etmeyip nasihat amacını taşıdığını söyler. Menâkıbına göre Evhadüddin, Oğuzlar’ın Kirman’ı istilâ edip II. Turan Şah’ı öldürdükleri 575 (1179-80) yılında on altı yaşındaydı. Bu durumda 559’da (1164) doğmuş olmalıdır.

Evhadüddin muhtemelen 1180 yılından sonraki bir tarihte dönemin ilim ve kültür merkezi Bağdat’a gitti. Burada bir medreseye girerek adı belirtilmeyen bir müderristen İbnü’l-Kās’ın Şâfiî fıkhına dair el-Miftâḥ’ını okuyup ezberledi. Kısa bir müddet sonra bu müderrisin muîdi oldu. Ardından Hakkâkiyye Medresesi’ne müderris tayin edildi. Kaynaklarda adının geçmemesinden pek önemli bir fonksiyonu olmadığı anlaşılan bu medresede görevini sürdürürken gönlünde tasavvufa karşı bir ilgi uyandı. Bir müddet sonra müderrisliği bırakarak sıkı bir riyâzet hayatı yaşamaya başladı. Bir mürşide bağlanmadan ilmine güvenerek mânevî yolda ilerleyeceğini düşünen, ancak istediği noktaya bir türlü ulaşamayan Evhadüddin, bu yıllarda Bağdat’ta şöhreti oldukça yaygın olan Sühreverdiyye şeyhi Rükneddîn-i Sücâsî’ye intisap etti. Menâkıbnâmesine göre 1195 yılından önceki bir tarihte Tebriz’e giderek tanınmış sûfîlerden Zâhid-i Tebrîzî ile görüştü. Daha sonra Nahcıvan, Gence ve Şirvan’a gitti. Uzun bir süre Nahcıvan’da ikamet etti. Menâkıbnâmesinde, Ebü’l-Ferec İbnü’l-Cevzî ile (ö. 597/1201) Celâleddîn-i Ta‘likānî’nin Şeyh Sücâsî’yi Dicle kenarındaki Derece adı verilen dergâhında ziyaret ettikleri sırada şeyhin ileride kendi makamına Evhadüddin’in oturacağına dair mânevî bir işaret aldığı kaydedilir. Bu durumda Evhadüddin’in 1200 tarihinden önce hilâfet aldığını söylemek mümkündür.

Muhtemelen 1204 yılında Anadolu’ya gelen Evhadüddin ertesi yıl o sırada Konya’da bulunan Muhyiddin İbnü’l-Arabî ile görüştü. Bu arada Malatya, Sivas ve Konya’ya gittiyse de genellikle Kayseri’de ikamet etti. Burada evlendi ve Fâtıma adlı bir kızı oldu. Evhadüddin, Mirṣâdü’l-ʿibâd müellifi Necmeddîn-i Dâye ile Sivas’ta görüşmüş olmalıdır. Anadolu’da kaldığı süre içinde Selçuklu Sultanı Gıyâseddin Keyhusrev ile iyi ilişkiler kurdu. Onun Anadolu’ya Abbâsî Halifesi Nâsır-Lidînillâh tarafından kurulan fütüvvet teşkilâtının bir mensubu olarak geldiği, gerek devlet adamlarından gerekse halktan büyük saygı gördüğü, ancak Mevlevî çevrelerin kendisine muhalif olduğu öne sürülmektedir (Bayram, s. 32). Evhadüddin 608-612 (1211-1215) yılları arasında Bağdat’ta bulunduğu sırada Halife Nâsır tarafından, İldenizliler’den Özbek’i diğer atabeglere karşı kışkırtmak üzere Tebriz’e gönderildi. Menâkıbnâmesinde Horasan ve Mâverâünnehir’e gittiği, bu seyahati sırasında Kübreviyye tarikatının kurucusu Necmeddîn-i Kübrâ ile görüştüğü rivayet edilmektedir. Daha sonra Erbil’e giden Evhadüddin için burada Erbil Atabegi Emîr Muzafferüddin Kökböri Cüneyne adlı bir hankah yaptırarak bir köyün vakıf geliriyle birlikte ona verdi. Ancak bir müddet sonra Muzafferüddin ile arası açıldı; Erbil’den ayrılıp Halep’e gitti. Halep’te muhtemelen 623 (1226) yılında meşhur Kübrevî şeyhi Sa‘deddîn-i Hammûye ile tanıştı. Menâkıbnâmesinden, Evhadüddin ile Hammûye’nin farklı fikir ve meşreplere sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bir süre de Şam’da ikamet eden Evhadüddin burada bulunan Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin sohbetlerine katıldı; Kalenderî şeyhi Osmân-ı Rûmî ile tanıştı. Daha sonra da Mısır’a geçti. Biri şeyhi Rükneddîn-i Sücâsî ile birlikte olmak üzere dokuz defa hacca giden Evhadüddin muhtemelen 629 (1231-32) yılında Halife Müstansır-Billâh tarafından emîr-i hac tayin edildi. Hac dönüşü Anadolu’ya gitti. Şehâbeddin es-Sühreverdî’nin vefat ettiği yıl (634/1237) halifenin daveti üzerine Bağdat’a döndü ve Merzübâniyye Hankahı’na şeyh tayin edildi. Kısa bir müddet sonra da 3 Şâban 635’te (21 Mart 1238) vefat etti.

Evhadüddin, Allah’ın cemal sıfatının tecellilerini varlıkta temaşa etmeyi esas alan “şâhidbâzî” denilen tasavvufî meşrebe sahip bir sûfîdir. Meşrebinin gereği olarak gençlere özel bir ilgi duyar, onlarla semâ etmekten büyük zevk alır, kadın müridlerle bir arada bulunmakta bir sakınca görmezdi. Gençlerin güzelliklerine hayran olan Evhadüddin onların güzelliklerini arttırmak için ellerine birer kandil verir, gençler gece karanlığında ellerindeki kandillerle semâ ederlerdi. Kendisi de onların arasında semâ ederken göğsünü göğüslerine dayar, cezbeye gelip kendinden geçer ve bu halde şiirler söylerdi. Onun bu uygulamasını duyan Abbâsî Halifesi Müstansır-Billâh’ın oğlunun kendisine dokunacak olursa onu öldürmeyi düşünerek semâa katıldığı, ancak o sırada kerametine şahit olarak Evhadüddin’in müridi olduğu rivayet edilir. Cendî’nin naklettiğine göre büyük bir zat, kadınlarla bir arada bulunmanın ve semâın kendisine zarar vereceğini, nâmahreme bakmanın câiz olmadığını söyleyince Evhadüddin, “Ben Hak’tan gayri hiçbir şeye bakmam” diye cevap vermişti (Nefḥatü’r-rûḥ, s. 110). Evhadüddin’in, Allah’ın cemalini varlıklarda temaşa etmenin verdiği bir hal olan ve fizikî bir anlam taşımadığı söylenen bu tavrı suistimallere yol açacağı endişesiyle tenkit edilmiştir. ʿAvârifü’l-maʿârif müellifi Şehâbeddin es-Sühreverdî onun için “bid‘atçı” ifadesini kullanmış, Mevlânâ ve kendisiyle aynı şeyhin, Rükneddîn-i Sücâsî’nin müridi olduğu kaydedilen Şems-i Tebrîzî de bu meşrebi sebebiyle Evhadüddin’i tenkit etmişlerdir. Son zamanlarda yapılan bir araştırmada (Mikâil Bayram, Şeyh Evhadü’d-din Hâmid el-Kirmânî ve Evhadiyye Tarikatı, Konya 1993) Evhadüddîn-i Kirmânî’nin Ahî Evran’ın kayınpederi ve Evhadiyye adlı bir tarikatın kurucusu olduğu ileri sürülmüşse de müşahhas delillere dayanmayan bu görüşleri ihtiyatla karşılamak gerekir.

Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunan bir mecmuanın (Ayasofya, nr. 2910) baş tarafında Evhadüddin’in bazı nasihatleri, bir mev‘izası, biri Halife Müstansır-Billâh’a olmak üzere birkaç mektubu bulunmakta, daha sonra rubâîleri başlamaktadır. Burhân b. Ömer tarafından 730 (1330) yılında Aksaray’da istinsah edilen mecmuada Evhadüddin’in adı bilinmeyen bir kişi tarafından derlenen 1731 rubâîsi yer almaktadır. Esere Fevâʾid-i Şeyḫ Evḥadüddîn adını veren derleyici rubâîleri tevhid, şeriat, tasavvuf, nefis temizliği, aşk, müşâhede vb. konularda olmak üzere on iki bölüme ayırmıştır. Genellikle Farsça olan bu rubâîlerin 120’si B. M. Weischer tarafından “Auḥaduddīn Kirmānī und seine Vierzeiler” (, LVI/1 [1979], s. 130-134) adıyla Almanca’ya, B. M. Weischer ve P. L. Wilson tarafından da Heart’s Witness: The Sūfī Quatrains of Awhaduddīn Kirmānī (Tahran 1978) adıyla İngilizce’ye çevrilmiştir. Câmî ve ondan naklen diğer bazı müellifler Şemseddin el-Kirmânî’ye ait Miṣbâḥü’l-ervâḥ adlı eseri Evhadüddin’e atfetmişlerdir. Evhadüddin’in Anadolu Selçuklu tarihi bakımından önemli bilgiler ihtiva eden ve müellifi bilinmeyen menâkıbnâmesinin yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Nâfiz Paşa, nr. 1199). Eseri Bedîüzzaman Fürûzanfer yayımlamıştır (Tahran 1347 hş.). Menâkıbnâmenin Gelibolulu Muhyiddin tarafından yapılan Türkçe tercümesi Konya’da Koyunoğlu Müze ve Kütüphanesi’ndedir (nr. 2106).


BİBLİYOGRAFYA

Muhammed b. Hüseyin el-Berzâî, Ravzatü’l-mürîdîn, Süleymaniye Ktp., nr. 1028.

, II, 261.

Şems-i Tebrîzî, Konuşmalar: Makalât (trc. M. Nuri Gencosman), İstanbul 1974-75, I, 204; II, 65, 84, 148.

Niğdeli Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-şefîḳ, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4518, vr. 118b.

Cendî, Nefḥatü’r-rûḥ ve tuḥfetü’l-fütûḥ (nşr. Necîb Mâyil-i Herevî), Tahran 1362 hş., s. 110-111.

Sipehsâlâr, Menâkıb-ı Hazreti Hüdâvendigâr (trc. Mithat Baharî), İstanbul 1931, s. 32, 37, 85.

Hüseyn-i Kerbelâî, Ravżâtü’l-cinân, Tahran 1347 hş., s. 60-64.

Menâḳıb-ı Evḥadüddîn Ḥâmid b. Ebi’l-Faḫr Kirmânî (nşr. Bedîüzzaman Fürûzanfer), Tahran 1347 hş., nâşirin önsözü, s. 9-64.

, s. 582, 667.

, I, 439-440; II, 616-618.

Fasîh-i Hâfî, Mücmel-i Faṣîḥî (nşr. Mahmûd Ferruh), Meşhed 1340 hş., II, 309.

, s. 588-592.

, s. 659-663.

Devletşah, Teẕkire, Tahran 1338 hş., s. 210, 233.

, III, 116.

Bedîüzzaman Fürûzanfer, Risâle der Taḥḳīḳ-i Aḥvâl ü Zindegânî-yi Mevlânâ Celâleddîn Muḥammed Meşhûr be Mevlevî, Tahran 1353 hş., s. 53-55.

H. Ritter, Das Meer der Seele: Mensch, Welt und Gott in den geschichten des Farīduddīn ʿAṭṭār, Leiden 1955, s. 474-476.

Lutf Ali Beg, Âteşkede-i Âẕer (nşr. Ca‘fer-i Şehîdî), Tahran 1337 hş., s. 122.

Kazvînî, Âs̱ârü’l-bilâd, Beyrut 1389, s. 248.

Rızâ Kulı Han Hidâyet, Mecmaʿu’l-fuṣaḥâʾ (nşr. Müzâhir Musaffâ), Tahran 1336-40 hş./1957-61, I, 236-248.

a.mlf., , s. 47-48.

, II, 627-631.

Kāsım Ganî, Baḥs̱ der Âs̱âr u Efkâr u Aḥvâl-i Ḥâfıẓ, Tahran 1340 hş., II, 402-404, 502.

, I, 202.

A. Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğu’nda Marjinal Sûfîlik: Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), Ankara 1992, s. 80-82.

Mikâil Bayram, Şeyh Evhadü’d-din Hâmid el-Kirmânî ve Evhadiyye Tarikatı, Konya 1993.

Osman Ergin, “Ṣadraddīn al-Qunawi ve Eserleri”, , sy. 2 (1957), s. 83.

B. M. Weischer, “Kirmānī”, , V, 166.

Z. Safa, “Awḥad-al-dīn Kermānī”, , III, 118-119.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 11. cildinde, 518-520 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER