HÂ - TDV İslâm Ansiklopedisi

ح
Müellif:
Müellif: İSMAİL DURMUŞ
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1996
Erişim Tarihi: 19.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/ha--altinci-harf
İSMAİL DURMUŞ, "HÂ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ha--altinci-harf (19.04.2024).
Kopyalama metni

Ebced sisteminde ve Arap yazısını etkileyen Sâmî alfabelerde sekizinci harf olduğu için sayı değeri sekizdir (bk. EBCED). Diğer Sâmî alfabelerde het adını taşır ve bu kelime bütün Sâmî dillerde “duvar” anlamına gelir (Ar. ḥâʾiṭ). Ancak isim Arap alfabesinde değişikliğe uğrayarak ve anlamını yitirerek sadece harfin sesini ifade eden “ḥâ” şeklini almıştır. Transkripsiyon sisteminde “ḥ” ile gösterilir. Noktasız olmasıyla “cîm” ve “ḫâ”dan (ḫ) ayrılır ve bundan dolayı “hâ-i mühmele” (noktasız hâ) adıyla da bilinir. Kur’ân-ı Kerîm’de bazı duraklarda görülen ح vakf-ı hasen işaretidir. Mektup ve belgelere atılan tarihlerdeki ح ise “cemâziyelevvel”in kısaltması olduğundan aslı “cîm”dir. Ancak seri numaralarında noktalar kullanılmadığı için ح olarak yazılır.

Gırtlak harflerinden (hurûfü’l-halk, hurûfü’l-hancere, pharyngal) olan ve ayn ile aynı mahreci paylaşan hâ, boğazın ikinci mahreç bölgesini teşkil eden yutaktan (evsatü’l-halk, bülʿum, pharynx) çıkar. Ancak bu iki sesten hangisinin ağza daha yakın yerden çıktığı hususunda dil ve kıraat âlimleri ihtilâf etmişlerdir. Halîl b. Ahmed, Radî el-Esterâbâdî, Mehdevî ve Mekkî b. Ebû Tâlib’e göre hâ; Sîbeveyhi, Zemahşerî ve Ebü’l-Bekā İbn Yaîş’e göre ayn ağza daha yakındır (İbn Yaîş, X, 123; ayrıca bk. AYN). İbn Sînâ’ya göre hâ, ayınla aynı mahreç sahasını paylaşmakla birlikte mahrecin heyeti, havanın hapsedilme yeri ve kuvveti ile çıkış istikameti bakımından ondan ayrılır. Çünkü “hâ”nın telaffuzunda iki alt kıkırdak arasındaki delik, havanın çıkışı esnasında daha dar ve öne doğru daha fazla eğilim halinde bulunur. Böylece hava öne (dışa) doğru yönelerek rutubeti depretip dağıtmak suretiyle nağmeyle karışık zayıf, fakat keskin ve pürüzsüz bir ses hâsıl eder. Buna göre “hâ”nın öksürme ve boğaz temizleme havasının, “ayn”ın ise öğürme havasının çıktığı yerde meydana geldiği söylenebilir; bu durumda “hâ”nın mahreci, ağza aynınkinden daha yakın demektir (Meḫâricü’l-ḥurûf, s. 14, 38). Yine İbn Sînâ’ya göre “hâ”nın telaffuzunda, havanın yaş ve yayvan bir geçitten çıkıp katı bir cisim üzerine yayılarak sürtünmek suretiyle geçerken çıkardığı sese denk bir ses işitilir. Bu sürtünme cismi “ayın”da daha dar ve daha yayvandır; bundan dolayı “ayın”da havanın çıkışı şiddetli iken “hâ”da hafiftir (a.g.e., s. 25, 45). Bununla birlikte dilin mahreç sahasından uzakta bulunması sebebiyle “hâ”nın kesintisiz çıkan ses ve nefes akışı yine boğaz seslerinden olan “hâ”nınkinden (ه) daha kuvvetli ve serttir; ayrıca hâ tam sızıcı-sürtünücü (fricativ) bir ses olması özelliği ile de bu ikincisinden ayrılır.

Batılı dilciler hâ sesini, yutağın iyice büzülen cidarlarına havanın titreşimsiz bir şekilde sürtünmesi ve bu esnada gırtlağın yukarı doğru kalkması sonucu meydana gelen derin bir gırtlak sesi (unvoiced pharyngal spirant) şeklinde tanımlamakta ve ayın sesinin sadasız hali olduğunu söylemektedirler. Dil ve kıraat âlimlerine göre “hâ”nın iki belirleyici sıfatı “rihve” ile (rehâvet) “hems”tir. Buna göre hâ, sesle birlikte nefes akışına imkân verecek şekilde mahrecine yüklenme olmadan yumuşak ve sadasız bir şekilde çıkarılmalıdır. Bu esnada dil kökünün sırtı üst damağa yükselmediğinden (istifâl ve infitâh sıfatları) ince bir ses (terkīk sıfatı) hâsıl olur. Bununla birlikte bazı kıraat âlimleri onu isti‘lâ (dil kökünün üst damağa yükselmesiyle kalın bir ses veren) sıfatını haiz harflerden saymışlardır (Ebû Şâme el-Makdisî, s. 752). Bunun sebebi ayın ile “hâ”nın, imâleye engel teşkil etme bakımından isti‘lâ harfleriyle ortak özelliği bulunduğu için onlara dahil edilmiş olmasıdır. Çünkü, bunların da içinde bulunduğu, boğaz harflerine uygun düşen hareke fethadır; imâle ise kesreye meylettiğinden fethaya terstir (Gānim Kaddûrî el-Hamed, s. 291-292). Aynı şekilde Kûfe dil okuluna mensup âlimler de hâ ile “ayn”ı kalın harf saymışlardır.

Boğaz harfleri içinde mahreç bakımından “ayn”a en yakın ses olması sebebiyle hâ, başta Akkadca, Ârâmîce ve İbrânîce olmak üzere bütün Sâmî dillerde ve Arapça’nın çeşitli lehçelerinde sükûn halinde ayın gibi telaffuz edilmesi yanında kolaylıkla “ayn”a dönüşür (örnekler için bk. AYN). Buna karşılık Arapça’nın bazı lehçelerinde ayın sesi sadalı halini yitirerek “hâ”ya dönüşmüştür; meselâ Mısır lehçesinde “erbaʿat aşer” yerine “erbahat aşer” denilmesi gibi. Hüzeyl lehçesinde bütün ayınlar hâ sesiyle telaffuz edildiğinden bu tür dönüşmeler çok daha yaygındır (meselâ ضبع ˂ ضبح، بعثر ˂ بحثر); buna “fahfahatü Hüzeyl” adı verilir (Fleisch, Traité, I, 91). Maltızca’da ise kelime sonlarında aynı değişiklik görülür (meselâ دموع ˂ دموح); bu durum, Türkçe’de de Arapça kökenli kelimeler açısından söz konusudur (meselâ tama‘/tamah, tâli‘/tâlih, metâ‘/matah). Fakat bu dönüşümde telaffuz edilen ses ḥ değil “h”dir; çünkü Türkçe’de (ve Farsça’da) ḥ sesi yoktur. Türkçe’de hâ harfine sadece Arapça’dan alınan kelimelerin Arap harflerle yazılışlarında rastlanır; ancak bunlarda da telaffuz h sesiyledir (Ḥasan, Ḥüseyin = Hasan, Hüseyin gibi). Türkiye Türkçesi’nin halk ağızlarında ise, kalın ünlüler arasında yer alan “ḥa”ların ḫa şeklinde söylendiği görülür (aḥmaḳ > aḫmaḫ gibi; bk. ).

Arapça’da hâ, başta boğaz harfleri olmak üzere çeşitli harflerle dönüşüme uğrayarak birçok benzer kelime meydana getirmiştir; meselâ ḥâ/ḫâ: nefeha = nefeha (نفح = نفخ), hanzâ = hanzâ (حنظى= خنظى); ḥâ/hâ: medeha = medehe (مدح= مده), sahıle = sahile (صحل = صهل), habeşe = hebeşe (حبش = هبش); hâ/cîm: harşâ’ = cerşâ’ (حرشاء = جرشاء), ehamme = ecemme (أحم = أجم), tefeşşeha = tefeşşece (تفشح = تفشج); hâ/gayn: hazrame = gazrame (حذرمة = غذرمة), vehar = vegar (وحر = وغر), leteha = letega (لتح = لتغ); hâ/kāf: harafe = karafe (حرف = قرف), safh = safk (صفح = صفق); hâ/kâf: sefeha = sefeke (سفح = سفك), hadese = kedese (حدس = كدس); hâ/fâ: dehara = defera (دحر = دفر), cehale = cefele (جحل = جفل); hâ/dâl: ahlese = edlese (احلس = ادلس), leteha = letede (لتح = لتد), mâha = mâde (ماح = ماد); hâ/zâl: harâ = zerâ (حرى = ذرى); hâ/râ: şerraha = şerrara (شرح = شرر), hatee = ratee (حتأ = رتأ); hâ/lâm: habece = lebece (حبج = لبج), temeyyeha = temeyyele (تميح = تميل); hâ/mîm: hatede = metede (حتد = متد), kerdeha = kerdeme (كردح = كردم); hâ/şâ: hanâ = senâ (حنى = ثنى), nekaha = nekase (نقح = نقث); hâ/sîn: mâha = mâse (ماح = ماس), halee = selee (حلأ = سلأ); hâ/şin: istevhâ = istevşâ (استوحى = استوشى), hâ/żâd: hacâ = zacâ (حجا = ضجا), hafef = zafef (حفف = ضفف), hâ/ṭâ: ferşeha = ferşeta (فرشحة = فرشطة), hâ/vâv: nakh = nakv (نقح = نقو), zabh = zabv (ضبح = ضبو); hâ/yâ: şerraha = şerrâ (شرح = شرى), secîha = seciyye (سجيحة = سجية).

Bir başka dönüşüm de lafzî hafiflik için, mahreç yakınlığı veya sıfat benzerliği sebebiyle “hâ”nın diğer boğaz harfleriyle oluşturduğu idgam ilişkisinde görülür. Boğaz harfleri içinde mahreci ağza uzak olanın yakın olana idgamı esastır; dolayısıyla hâ ile ayın daima “ḥâ”ya idgam edilir (ه+ح←ح), (ح+ه←ح), (ع+ح←ح), (ح+ع←ح). Hatta hâ-ayn ve ayn-hâ arası idgamlarda da bu iki harf, “ḥâ”ya döner (اقطع هذا← اقطحاذا، أجبه عتبة← أجبحتة، مع هؤلاء← محاؤلاء، معهم← محم vb.). Bu tür idgam Benî Temîm’de yaygındır. Telaffuz zorluğu sebebiyle (ح+ع←ع) tarzındaki idgamı çoğunluk câiz görmezken, kurrâdan Ebû Amr فَمَنْ زُحْزِحَ عَنِ النَّارِ âyetini (Âl-i İmrân 3/185) فَمَنْ زُحْزِعَنِ النَّارِ şeklinde bu tür idgam ile okumuştur. Yine aynı sebeple “ayn”ın “ayn”a idgamı yerine, telaffuz hafifliği sağladığı için “hâ”ya idgamı tercih edilmiştir. Ḥa-ḫâ’nın “ḫâ”ya (ح+خ←خ), hâ-“gayn”ın “gayn”a (ح+غ←غ) idgamları ise, Müberred’e göre câiz (el-Muḳteḍab, I, 208-209), Sîbeveyhi’ye göre câiz değildir. Bir tek örnekte de (حر) “hâ”nın kelime sonundan, başka bir harfe dönüşmeksizin doğrudan doğruya düşmüş olduğu, kelimenin çoğuluna (أحراح) dayanılarak ileri sürülmüştür (İbn Cinnî, s. 182; İbn Usfûr, II, 627).


BİBLİYOGRAFYA

J. W. Redhouse, A Turkish and English Lexicon, İstanbul 1890 → İstanbul 1978, s. 748-749.

Ribhî Kemâl, el-Muʿcemü’l-ḥadîs̱: ʿİbrî-ʿArabî, Beyrut 1975, s. 18.

Halîl b. Ahmed, Kitâbü’l-Ḥurûf (S̱elâs̱etü kütüb fi’l-ḥurûf içinde, nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1402/1982, s. 36, 47.

Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1403/1983, IV, 433-434, 449-451.

Ebû Mishal el-A‘râbî, Kitâbü’n-Nevâdir (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1380/1961, s. 20, 28, 32, 65-66, 85, 93, 171, 296-297, 389, 484, 517.

İbnü’s-Sikkît, Kitâbü’l-Ḳalb ve’l-ibdâl (nşr. A. Haffner), Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 24, 26-32.

Müberred, el-Muḳteḍab (nşr. M. Abdülhâliḳ Uzayme), Beyrut 1382/1963, I, 192, 194-195, 207-209, 233; II, 111, 140; III, 46.

Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, el-İbdâl ve’l-muʿâḳabe ve’n-neẓâʾir (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1381/1962, s. 49-52, 101-103.

Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379/1960, I, 156, 205-212, 262-329.

İbn Cinnî, Sırru ṣınâʿati’l-iʿrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, s. 46-47, 60, 179-180, 182-184.

İbn Sînâ, Meḫâricü’l-ḥurûf (nşr. Pervîz Nâtil Hânlerî), Tahran 1333, s. 14, 25, 38, 45.

Ebû Amr ed-Dânî, el-İdġāmü’l-kebîr fi’l-Ḳurʾân (nşr. Züheyr Zâhid), Beyrut 1414/1993, s. 49, 52-53.

, I, 171-173, 174-193, 209-210, 233-234.

Ahmed b. Muhammed er-Râzî, Kitâbü’l-Ḥurûf (S̱elâs̱etü kütüb fi’l-ḥurûf içinde, nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1402/1982, s. 134, 136, 137, 139, 140-144, 151.

İbn Yaîş, Şerḥu’l-Mufaṣṣal, Beyrut, ts. (Âlemü’l-kütüb), X, 123, 128-129, 136-137.

Ebû Şâme el-Makdisî, İbrâzü’l-meʿânî min Ḥırzi’l-emânî (nşr. İbrâhim Atve İvaz), Kahire 1402/1982, s. 748-752.

İbn Usfûr, el-Mümtiʿ fi’t-taṣrîf (nşr. Fahreddin Kabâve), Beyrut 1407/1987, II, 627, 669, 679-684.

Radî el-Esterâbâdî, Şerḥu’ş-Şâfiye (nşr. M. Nûr el-Hasan v.dğr.), Beyrut 1402/1982, III, 214-219, 250-251, 264-266, 275-278.

, I, 24, 238-239.

, I, 466, 473, 541-544.

Hüseyin Küçükkalay, Kur’ân Dili Arapça, Konya 1969, s. 177.

S. Moscati, An Introduction to the Comparative Grammar of the Semitic Languages: Phonology and Morphology, Wiesbaden 1980, s. 38-42.

İsmail Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’in Fazîletleri ve Okunma Kāideleri, İstanbul 1984, s. 18, 198-208, 218, 245-249, 382.

Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsâtü’ṣ-ṣavtiyye ʿinde ʿulemâʾi’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 192-194, 257, 291-292.

H. Fleisch, Traité de philologie arabe, Beyrut 1986, I, 91, 210-236.

a.mlf., “Hāʾ”, , III, 2.

J. Cantineau, “Esquisse d’une phonologie de l’arabe classique”, Bulletin de la société de linguistique Paris, XLIII/106, Paris 1946, s. 113-114, 116.

H. Bauer, “Ha”, , V/1, s. 1.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1996 yılında İstanbul’da basılan 14. cildinde, 333-334 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER