MEMLÜK - TDV İslâm Ansiklopedisi

MEMLÜK

المملوك
MEMLÜK
Müellif: SÜLEYMAN KIZILTOPRAK
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2004
Erişim Tarihi: 20.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/memluk
SÜLEYMAN KIZILTOPRAK, "MEMLÜK", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/memluk (20.04.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “mâlik olmak” anlamındaki mülk kökünden türetilen memlûk “mâlik olunan şey” demektir. Çeşitli İslâm ülkelerinde memlük yerine gulâm ve Kuzey Afrika’da abîd kelimeleri kullanılmıştır. Endülüs’te özel muhafız birliklerinin hemen tamamını oluşturan Slav kökenli paralı askerlere verilen sakālibe adı da “memlük” anlamındadır.

Muhafız birliklerinde görev yapan, kendilerine has içtimaî ve hukukî statüye sahip memlükler bir tür profesyonel asker niteliğinde İslâm toplumuna girmişler ve zamanla siyasî iktidarları ele geçiren bir güç halini almışlardır. Bunu gerçekleştirirken köle olmalarını yadırgamamışlar, hatta ulaştıkları konumu bir eleme ve seçilme sonucunda elde ettikleri için memlük kimliğini bir imtiyaz ve asalet belirtisi olarak görmüşlerdir. Memlük sınıfının ortaya çıkışında bazı önemli kriterler bulunmaktadır. Bunların başta geleni İslâm âlimlerinin uygun bulduğu kölelik statüsünde ve beyaz ırktan olmaktır. Memlükler, genellikle Kafkaslar’dan ve Orta Asya steplerinden gelen ve Türk diye adlandırılan kavimlerden seçilirdi. Etiyopyalı, Batı Afrikalı ve Hintli hadımları memlük gibi görmek doğru değildir; bunları memlüklerin hizmetinde bulunan bir unsur olarak değerlendirmek gerekir.

Hz. Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn devrinde İslâm ordusu Arap asıllı askerlerden meydana geliyordu. Fetihlerle birlikte Araplar dışında İslâm’a girenlerin sayısında hızlı bir artış görüldü. Yeni müslüman olanlardan İranlılar ve Kıptîler gönüllü veya ücretli asker konumunda orduya katıldılar. Emevîler döneminde başta Türk, Berberî ve İranlılar olmak üzere Arap dışı müslüman askerlerin sayısı daha da arttı. Emevîler için en önemli asker kaynağı Horasan’dı. Öncelikle sınır boylarında yaşayanlar büyük ölçüde müslümanların tarafına geçmişler ve “mevâlî” sıfatıyla Arap ordularına katılmışlardı. Ancak ordunun kumanda kademesinde Araplar yer alıyor ve mevâlî statüsünde bulunanlar onların kendilerine ikinci sınıf insan gözüyle bakmasını kabullenemiyordu. Basra Valisi Ubeydullah b. Ziyâd, 54 (674) yılında Buhara seferinden dönerken beraberinde getirdiği 2000 kişilik bir Türk birliğini Basra’ya yerleştirmişti (Taberî, V, 298). Kuteybe b. Müslim’in emrindeki 12.000 askerin de yaklaşık 7000 kadarı çoğunluğu Türk olmak üzere Arap dışı müslümanlardan oluşuyordu. Diğer taraftan Velîd b. Abdülmelik zamanında gerçekleştirilen Kuzey Afrika ve Endülüs’teki fetihlerden sonra İslâm ordusunda yer alan Berberî asıllı askerlerin sayısı da çok artmıştı.

132 (750) yılında Emevîler’in yıkılmasına sebep olan Horasan kuvvetleri arasında Türk ve İranlı unsurlar çoğunluktaydı. Bu tarihten itibaren Horasanlılar yaklaşık iki nesil boyunca Abbâsî ordusunun en önemli birliklerini teşkil ettiler. Göçebe menşeli bu askerler Irak’taki yeni konumlarına çok çabuk uyum sağladılar ve kısa zamanda halife ve halk nezdinde büyük itibar kazandılar. Emîn ile Me’mûn arasındaki iç savaşta kardeşini yenen Me’mûn, Horasan dolaylarından topladığı kuvvetlerle iktidarı ele geçirmiş ve korumayı başarmıştı. İslâm ordusundaki Arap dışı unsurlar arasında Türkler kadar nüfuzlu olanlar yoktu. Me’mûn’un Horasanlı askerlerinin hemen tamamı Türkler’den oluşuyor ve Mu‘tasım devrine kadar daha çok Horasanlılar diye biliniyordu. Bu askerler hem milliyetleri hem askerî kimlikleri bakımından memlük sisteminin bir prototipiydi. Mu‘tasım zamanında memlük sayısında çok hızlı ve önemli bir artış oldu. Bunun başlıca sebebi, Abbâsîler’in kuruluşuna büyük katkıları olan İranlılar’ın nüfuzunun gittikçe artmasıyla birlikte Araplar’la aralarındaki rekabetin devletin işleyişini tehlikeli biçimde etkilemeye başlaması ve Me’mûn ile haleflerinin bu güçler arasında denge kurmak amacıyla İslâm devleti sınırları dışından Türkler’i getirterek onlardan özel askerî birlikler kurmasıdır. Böylece ordudaki memlüklerin sayısı kısa zamanda 30.000’e ulaştı. Bu birliklerin kumanda kademelerinde yine Türkler bulunuyordu. Mu‘tasım, Türk birlikleri için Sâmerrâ şehrini kurarak onlara geniş iktâlar verdi ve yerli halkla karışmalarını engellemek amacıyla Asya steplerinden evlenecekleri kızlar getirtti.

Memlük sistemi kısa zamanda devletin hüküm sürdüğü bütün topraklara yayıldı. Artık halifelerin memlükleri yanında eyalet valilerinin de memlükleri vardı. Ancak bu durum ülke içinde devlet otoritesinin ortadan kalkmasına yol açtı. Başlangıçta vilâyetlerdeki düzeni memlükler sayesinde sağlayan halifeler ve valiler bu defa onların merkeze karşı bağımsızlık mücadeleleriyle karşılaştılar. Babası, Me’mûn’un hizmetinde bir memlük olan Mısır vali vekili Ahmed b. Tolun soydaşı memlüklerin desteğini alarak Mısır’da ilk müslüman-Türk devletini kurdu (254/868). Yine Tolunoğulları’nın yıkılmasından sonra Mısır valiliğine getirilen ve Abbâsîler’in hizmetindeki başka bir Türk memlükünün oğlu olan Muhammed b. Tuğç el-İhşîd, emrindeki 8000 memlükün desteğiyle Mısır’da iktidarı ele geçirip İhşîdîler Devleti’ni tesis etti (323/935). 358’de (969) bu devleti yıkan Fâtımîler de memlük sistemini uygulamak durumunda kaldılar. Fâtımî ordusunda başlangıçta Berberî ve Zenci birlikleri bulunuyordu. Müstansır-Billâh zamanından (1036-1094) itibaren sadece Türkler’den meydana gelen memlük birlikleri kuruldu. Fâtımîler, bu birlikler sayesinde özellikle Suriye ve Mısır üzerindeki hâkimiyetlerini belirli bir zaman sürdürme imkânı buldular. Türk memlükleri farklı devletler tarafından yaklaşık 450 yıl boyunca tercih edilen askerî kuvvet oldu. Bir müslüman yönetici, Türk memlüklerinden birlik kurmaya karar verdiğinde komşu devletler de başka seçenekleri bulunmadığından onu takip ediyordu; çünkü aksi takdirde o devlet diğerlerinin karşısında zayıf duruma düşüyordu. Memlük elde edilebilecek bölgelere hükmeden veya onlara yakın bir coğrafyada olan müslüman yöneticiler düşmanlarına karşı avantajlı durumdaydılar. Meselâ Sâmânîler bu avantajı çok iyi kullanmışlardır.

Başlangıçta Türk devletlerinin ordularında köle askerlerden oluşan birlikler yoktu. Türkler’in gulâm/memlük sistemini uygulamaları XI. yüzyılın başlarına dayanmaktadır. Türk hânedanları bu yüzyılda Orta Asya’dan gelerek İran’a yayıldılar ve zaman zaman Türkmen birliklerinin yerine daha güvenilir bir unsur olan gulâmları kullandılar (bk. GULÂM). Gulâmlık müessesesi, memlük sisteminin tam bir benzeri olduğu gibi amaç ve görevleri bakımından Osmanlılar’daki kapıkulu askeriyle de eş değerdedir (bk. KAPIKULU; YENİÇERİ).

Selâhaddîn-i Eyyûbî’den itibaren Mısır ve Suriye’de istihdam edilen memlüklerin sayısı çok arttı. Bu devirde memlükler emîrlerin birliklerinin çekirdeğini oluşturmaktaydı. Eyyûbî sultan ve meliklerinin her biri, kendi devletini korumak ve diğer bir melikin toprağı üzerindeki emellerini gerçekleştirebilmek için yeni askerî birlikler kurmak zorunda kaldı ve hasımları karşısında kendilerini güçlü kılacak bir unsur olarak memlük istihdam etmeye başladı. XII. yüzyılın ortalarında Ortadoğu’daki irili ufaklı bütün İslâm devletlerinde memlüklerin sayısı ve nüfuzu olağan üstü bir şekilde arttı. Artık Türk memlükleri bölgede siyasî ve askerî olaylarda belirleyici bir güç olmuş ve şehzadelerin tahta geçişlerini kontrolleri altına almışlardı. Çünkü Eyyûbî hükümdarları saltanatlarını korumak için mutlaka memlüklerin desteğine ihtiyaç duyuyor, onlar da bu sayede siyasî nüfuzlarını gittikçe arttırmaya çalışıyordu. Nihayet 1250 yılında Mısır’da iktidarı ele geçirip 1517’de Yavuz Sultan Selim tarafından yıkılacak olan Memlükler Devleti’ni kurdular ve yıkılıştan sonra da 1811 yılında Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın önde gelen beylerini ortadan kaldırmasına kadar nüfuzlarını korudular.

Memlük sistemi Memlükler zamanında ideal şeklini almıştır. Bu sistemin genel tercihi asker yetiştirilecek aday kölenin cesaret, güçlülük, çeviklik ve uzun boyluluk gibi özellikler taşımasının yanında gazilik, şehidlik, cihad vb. yüksek değerler uğruna savaşması ve kendisine saf İslâmî inancın aşılanabilmesi için putperest inancına sahip, yani step kültüründen gelen bir genç hatta çocuk olması idi. Aranan şartları haiz satılık gençler için gerektiğinde büyük paralar ödeniyordu. Bu sebeple bazı bölgelerde yaşayan aileler çocuklarını gönüllü olarak köle tüccarlarına satıyordu; bazı babalar ise yüksek kazanç sağlamak için oğullarını bizzat getiriyor ve sıkı pazarlık yapıyordu (, II, 214). Kölelerin satın alınması ve güvenli bir şekilde Mısır’a getirilmesinde köle tâcirlerinin çok önemli rolü vardı. Köle ticareti yapanlar, memlükün ana vatanı ile Memlük Devleti’ni birleştiren zincirin bir halkasını teşkil ediyordu. Köle tâcirinin en bilinen lakabı “hoca” idi (Kalkaşendî, VI, 13). Memlük Devleti, askerî ve idarî alanda ihtiyaç duyduğu insan kaynağını memlük sistemini iyi çalıştırarak sağlıyordu. Bundan dolayı öncelikle köle ticaretini cazip kılacak çeşitli önlemler almıştı; köle tâcirleri diğer tâcirlerin tâbi olduğu vergilerden muaftı. Köle tâciri Orta Asya’dan aldığı köleleri doğrudan Mısır’a getirmezdi. Toplanan köleler, İslâm âlemine arz için ilk önce büyük şehirlerde açılan köle pazarlarına götürülüyordu; bunların en meşhurları Fustat ve Bağdat’taki “dârü’r-rakīk” denilen pazarlardı.

Memlük sultanı için satın alınan kölelerin bedeli beytülmâl tarafından ödenirdi. Bir sultan öldüğü veya tahtından indirildiği zaman “küttâbiye” (kitâbiye) denilen, henüz eğitimini tamamlamamış ve bu yüzden sultan tarafından âzat edilmemiş memlükler tekrar beytülmâle gönderilir ve gelenek gereği yeni sultan onları bir daha satın alırdı (, I, 584); bu sırada kadılar da hazır bulunurdu (İbn İyâs, III, 16). Bir memlük için ödenen fiyat o memlükün lakabı olabiliyordu. Kaynaklar, Sultan Kalavun’un taşıdığı “Elfî” lakabının kendisine 1000 dinara satın alınması sebebiyle takılmış olduğunu belirtir (, VII, 325).

Sultan tarafından satın alınan bir memlük, önce Kahire Kalesi’nin kışlalarında yer alan ve “tabaka” denilen askerî okula yerleştirilirdi. Bu okulda memlüke Sünnî esaslara göre İslâm dini öğretilir, ardından bir emîrle dahi konuşmasına müsaade edilmeyen katı disiplin kuralları içinde askerî bilgiler verilirdi. İbn Haldûn’a göre dinî bilgiler eşliğinde yaptırılan bu eğitim askerlik mesleğini motive ediyordu (el-ʿİber, V, 371). Öğrenimini bitiren memlük âzat edildikten sonra askerî teçhizatını alır ve sultanın hassa birliğine katılırdı.

Bir memlükün meslek hayatındaki en önemli kişi onu en son satın alan ve âzat eden kimseydi. Âzat edilen memlüke “atîk”, âzat edene de “mu‘tık, mevlâ, üstat, seyyid” denirdi. Memlük, son efendisine karşı onun ölümüne kadar büyük saygı ve sadakat duyguları beslerdi. I. Baybars’ın sultan olduktan sonra dahi emîri durumundaki mevlâsı Ay Tegin’e büyük saygı gösterdiği ve bunun diğer memlüklere örnek teşkil etmesini istediği bilinmektedir. Bir memlük mevlâsına sadakat gösterdiği gibi arkadaşlarına da sadıktı. Memlükün kölelik ve âzatlık arkadaşlarına “huşdaşiye” (huşdaş) denirdi. Huşdaşlar tam bir dayanışma içindeydi; uzun zamandan beri huşdaş olanların arasına sonradan katılanlara “ecnebi” (garip) denir ve kendilerine bir süre yabancı gibi davranılırdı. Huşdaşiye arasında görülen karşılıklı dayanışma yaşça büyük olanın küçüğü gözetmek için görev almasıyla başlar ve büyük memlüke “ağa”, küçük memlüke “ini” denilirdi.

Memlükler daima Türk isimleri kullanmışlardır; bu durum onların toplumun geri kalanından ayrılmaları, birlik olmaları ve kendi özgün kimliklerini korumaları hususunda büyük önem taşımıştır. Memlüklerin ırken Türk menşeli olup olmamasının Türk ismi taşımalarına etkisi yoktu; Türk asıllı olmayanlar da Türk adı almak zorundaydı ve bu isim değişikliği genellikle kölenin tüccar tarafından ilk efendisine satışı sırasında yapılırdı. Çeşitli kavimlere mensup olan ve Türk adları taşıyan memlüklerin konuştukları dil de Türkçe idi; dolayısıyla Türk veya Etrâk diye çağrılıyorlardı. Kurdukları devlete Memlükler’in yanı sıra Devletü Türk veya Devletü’l-Etrâk de deniliyordu.

Memlükler şahsî meziyetleri, sosyal farklılıkları ve askerî alandaki başarıları ile Mısır toplumunda özel bir aristokrat sınıfı oluşturmuştur. Ancak bu tek nesilli bir soyluluktu; yani memlükün memlük olmasıyla başlayıp ölümüyle sona eriyordu ve çocuklarına intikal etmiyordu. Çünkü bir memlükün oğlu kölelik veya esirlikten gelmediği için memlük olamıyor ve bu sıfatı taşıyamıyordu (bk. EVLÂDÜ’n-NÂS). Memlükler Mısır’dan başka Hindistan’da da kendi adlarıyla anılan bir hânedan kurmuşlar ve bir asra yakın bir süre iktidarı ellerinde tutmuşlardır (bk. DELHİ SULTANLIĞI; ayrıca bk. , XIV, 183).


BİBLİYOGRAFYA

, V, 298.

, V, 369-373.

, VI, 13.

, II, 214.

a.mlf., , I, 508-509, 584; II, 525.

İbn Tağrîberdî, en-Nücûmü’z-zâhire (nşr. W. Popper), Leiden 1940-42, VII, 325.

a.mlf., Ḥavâdis̱ü’d-dühûr (nşr. W. Popper), Leiden 1940-42.

, III, 2, 16, 67.

G. le Strange, The Lands of Eastern Caliphate, Cambridge 1930, s. 487.

A. N. Poliak, Feudalism in Egypt, Syria, Palestine and the Lebanon: 1250-1900, London 1939, s. 15.

a.mlf., “Some Notes on the Feudal System of the Mamlūks”, (1937), s. 97-103.

, s. 414-436.

M. C. Şehabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İstanbul 1961, bk. İndeks.

W. Muir, The Mamluk or Slave Dynasty of Egypt AD. 1260-1517, Amsterdam 1968.

D. Ayalon, Gunpowder and Firearms in the Mamluk Kingdom, London 1968.

a.mlf., “The Eunuches in the Mamluk Sultanate”, Studies in Memory of Gaston Wiet (ed. Myriam Rosen-Ayalon), Jerusalem 1977, s. 267-295.

a.mlf., The Mamlūk Military Society, London 1979.

a.mlf., Outsiders in the Lands of Islam: Mamluks, Mongols and Eunuchs, Leiden 1985.

a.mlf., “The System of Payment in Mamluk Military Society”, , I/1 (1957), s. 37-65.

a.mlf., “Memlûk Devleti’nde Kölelik Sistemi” (trc. Samira Kortantamer), , sy. 4 (1989), s. 241.

a.mlf., “Mamlūk”, , VI, 314-321.

Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, Ḳıyâmü devleti’l-memâlîki’l-ûlâ fî Mıṣr ve’ş-Şâm, Beyrut 1969.

W. M. Brinner, “Dar al-Sa’ada and Dar al-‘Adl in Mamluk Damascus”, Studies in Memory of Gaston Wiet (ed. M. Rosen-Ayalon), Jerusalem 1977, s. 235-247.

B. Flemming, “Literary Activities in Mamluk Halls and Barracks”, a.e., s. 249-260.

O. Kurz, “Mamluk Heraldry and Interpretatio Christiana”, a.e., s. 297-307.

P. M. Holt, “The Structure of Government in the Mamluk Sultanate”, Eastern Mediterranean Land in the Period of the Crusades (ed. P. M. Holt), Warminster 1977, s. 1-8.

a.mlf., “Mamlūks”, , VI, 321-331.

Seyyid el-Bâz el-Arînî, el-Memâlîk, Kahire 1979.

Hakkı Dursun Yıldız, İslâmiyet ve Türkler, İstanbul 1980, s. 50, 76-79, 86 vd.

Ramazan Şeşen, İslâm Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara 1985, s. 185-186.

a.mlf., Salâhaddîn Eyyûbî ve Devlet, İstanbul 1987, bk. İndeks.

a.mlf., “Selçuklular’dan Önce Şam (Suriye ve Filistin) Diyarında Türkler’in Rolü”, , sy. 65 (1990), s. 139-148.

Faruk Sümer, Yabanlu Pazarı: Selçuklular Devrinde Milletlerarası Büyük Bir Fuar, İstanbul 1985, s. 9-19.

Kâzım Yaşar Kopraman, “Mısır Memlûkleri”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1987, VI, bk. İndeks.

B. Lewis, Race and Slavery in the Middle East: An Historical Enquiry, New York 1990.

İsmail Yiğit, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlûkler, İstanbul 1991, VII, 9-20.

P. Thorau, The Lion of Egypt: Sultan Baybars I and the Near East in the Thirteenth Century (trc. P. M. Holt), London-New York 1992, s. 8-13.

Samira Kortantamer, Bahri Memluklar’da Üst Yönetim Mensupları ve Aralarındaki İlişkiler, İzmir 1993, s. 8.

a.mlf., “Memluklarda Devlet Yönetimi ve Bürokrasi”, , sy. 2 (1983), s. 27-45.

Süleyman Kızıltoprak, “Memluk Sistemi”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, V, 320-321.

M. Perlmann, “Notes on Anti-Christian Propaganda in the Mamluk Empire”, , X (1939-42), s. 843-876.

W. J. Fischel, “The Spice Trade in Mamluk Egypt”, , I/2 (1958), s. 157-174.

V. J. Parry, “İslâm’da Harb Sanatı” (trc. Erdoğan Merçil – Salih Özbaran), , sy. 28-29 (1975), s. 193-218.

Süleyman Özbek, “el-Melikü’z-Zahir Rüknü’d-din ve Baybars Zamanı Memluk Devleti’nin Dini Siyaseti”, , sy. 9 (1994), s. 289-307.

R. Mortel, “The Decline of Mamlūk Civil Bureaucracy in the Fifteenth Century: The Career of Abū’l-Khayr al-Naḥḥās”, Journal of Islamic Studies, VI/2, Oxford 1995, s. 173-188.

E. Lévi-Provençal, “Sakalibe”, , X, 89.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2004 yılında Ankara’da basılan 29. cildinde, 87-90 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER