https://islamansiklopedisi.org.tr/abdulaziz-b-ebu-revvad
Aslen Horasanlı ve muhtemelen Türk olduğu rivayet edilir. Ezd kabilesi reislerinden Mugīre b. Mühelleb’in mevlâsıdır. Ebû Revvâd künyesiyle anılan babasının asıl adı Meymûn (Eymen) b. Bedr’dir. Mekke’de yaşadı ve orada öldü.
Abdülazîz’in hayatı ve dinî şahsiyeti hakkındaki bilgiler son derece sınırlıdır. Kaynaklarda Mürcie’den olduğunu bildiren çeşitli rivayetlerle bir hadis râvisi olarak cerh ve ta‘dîlini konu alan ifadeler geniş bir yer tutar. Fikrî yapısı hakkında ipucu olabilecek kendi sözleri de fazla değildir. Tâbiînin büyüklerinden ve önceki ümmet ve devirler hakkında naklettiği birtakım haberler, bazı muhaddislerin onu şiddetle tenkit etmelerine sebep olmuştur. Hadis usulü ölçülerine uymayan bu rivayetleri tasavvufî anlayışa uygun gördüğü ve muhtevayı benimsediği için nakletmiş olmalıdır. Bu haberlerde bazı tasavvufî konuların ağırlık noktası olarak alındığı, ibadetlerde ve haramlarda titiz, daima hüzün dolu, korkan ve ağlayan zâhid temasının işlendiği görülmektedir.
Ondan nakledilen sözler ve dinî hayatı hakkındaki değerlendirmeler, söz konusu haberlerdeki muhteva ile birlikte ele alındığında, Abdülazîz b. Ebû Revvâd’ın zühd devri tasavvufunun seçkin bir temsilcisi olduğu anlaşılır. Hatırını soran birine cevap olarak, günahlar içinde yüzdüğünü, ömrü de hızla akıp geçtiği halde ölümden ve sonraki hayattan gaflet içinde olduğunu söyleyerek ağladığı rivayet edilir. Abdülazîz’in bu cevabıyla zühd hareketini doğuran ve geliştiren fikrî disipline işaret ettiği görülmektedir. En faziletli ibadetin ne olduğunu soranlara cevap olarak, gece gündüz daima hüzün içinde olmak gerektiğini söylemiştir. Bu klasik zühd telakkisi yanında Abdülazîz’in asıl önemli özelliği sabır, rıza ve şükür kavramlarının onun mânevî yaşantısının eksenini teşkil etmesidir. Rivayete göre, gözleri kör olmuş ve bunu yirmi yıl kimseye farkettirmemiştir. Durum anlaşılınca da rıza ve Allah’a teslimiyet düşüncesinin bunu açıklamasına engel olduğunu söylemiştir. Onun bu düşüncesi sonraki sûfîlerce tasavvufun tariflerinden biri haline getirilmiştir: “Tasavvuf ilâhî lutufları bir bir saymak ve ayıpları gizlemektir.” Yine o, sabır ve rızaya aykırı bir davranış olarak yorumladığı için kırk yıl boyunca başını kaldırıp gözlerini semaya çevirmemiştir.
Zehebî, Abdülazîz’i tanıtırken çevresinde bir “uhuvvet topluluğu” olduğunu haber verir (bk. Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VII, 184-186). Hadis âlimi Şuayb b. Harb de Abdülazîz’in beş yüz meclisine katıldığını ve bu toplantılarda günaha düşürecek bir davranışta bulunulmadığını nakleder (bk. İbnü’l-Cevzî, II, 228). Bu iki ifadeden Abdülazîz’in Mekke’de belli sayıda talebesi olduğu ve tasavvufî bir eğitim faaliyeti yürüttüğü anlaşılmaktadır.
Abdülazîz b. Ebû Revvâd, imanı sadece kalbin tasdiki ve dilin ikrarı olarak tanımladığı ve “mürtekib-i kebîre”yi (büyük günah işleyen) Allah’a havale (ircâ) ettiği için Mürcie’den sayılmış, bu sebeple de hadis âlimleriyle arası açılmıştır. Bu konudaki rivayetler gözden geçirildiğinde onun ömrünün son yıllarında bu fikri benimsediği, daha önceleri mürtekib-i kebîrenin cehennemlik olduğuna inanan muhaddislerle aynı görüşü paylaştığı anlaşılır. Onu ircâ görüşünden dolayı tenkit edenlerden biri de menkıbelerini nakleden, hadis ilminde talebesi, zühdde dostu Süfyân es-Sevrî’dir.
Abdülazîz b. Ebû Revvâd hâfıza (zabt) gücü bakımından bazı hadis münekkitlerince zayıf görülmekle birlikte genel olarak güvenilir bir râvi kabul edilmiştir. Ahmed b. Hanbel, Nesâî, Dârekutnî ve İbn Ebû Hâtim eserlerinde onun rivayetlerine yer vermişlerdir. Nâfi‘, Atâ, İkrime, Dahhâk b. Müzâhim, Sâlim b. Abdullah gibi tâbiîn büyüklerinden hadis dinlemiş, Şu‘be, Vekî‘, Abdürrezzâk, Zâide, Süfyân es-Sevrî, İbnü’l-Mübârek, Yahyâ b. Saîd el-Kattân vb. tanınmış âlimler de ondan hadis rivayet etmişlerdir.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, IV, 166-168; V, 493.
İbn Hibbân, el-Mecrûḥîn, II, 136-138, 160.
Ebû Nuaym, Ḥilye, VIII, 191-203.
İbnü’l-Cevzî, Ṣıfatü’ṣ-ṣafve, II, 228-229.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, VII, 184-187.
İbn Hacer, Tehẕîbü’t-Tehẕîb, VI, 338-339.
İbn Kesîr, el-Bidâye, X, 131.
Şa‘rânî, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 61.
Münâvî, el-Kevâkib, I, 129.