https://islamansiklopedisi.org.tr/aziz-nesefi
Mâverâünnehir bölgesinde Nesef (Nahşeb) şehrinde doğdu. Doğum tarihi belli değildir. Öğrenimini doğduğu şehirde tamamladı. Bu arada kendini fizikî ve ruhî bakımdan daha iyi tanımak için tıp tahsil etti ve bu alanda hekimlik yapacak seviyeye geldi. Bir süre kaldığı Buhara’da adını belirtmediği bir mürşide intisap ettiğini söyleyen Azîz Nesefî, Receb 671’de (Şubat 1273) Orta Asya’dan gelip Horasan ve Fars’a saldıran Akbeg kumandasındaki kuvvetlerin şehri yağmalamaları üzerine buradan ayrıldı. Çeşitli risâlelerinden, 680-690 (1281-1291) yılları arasında Eberkuh, Şîraz, İsfahan, Behrâbâd, Semerkant ve Buhara’da bir süre yaşadığı veya buralara seyahat ettiği, buralardaki sûfîler, felsefeciler ve diğer bilginlerle tanıştığı anlaşılmaktadır. Nesefî, Sa‘deddîn-i Hammûye veya Hammûî adlı bir şeyhin müridi olduğundan bahsetmektedir. Bu şeyhin 587-650 (1191-1252) yılları arasında yaşayan meşhur sûfî Sa‘deddîn-i Hammûye olup olmadığı şüphelidir. Zira Nesefî şeyhinin 670 (1272) tarihinde sağ olduğundan bahseder. Ancak sözü edilen şeyh gerçekten Sa‘deddîn-i Hammûye ise, ya kaynaklarda onun 650 (1252) olarak verilen ölüm tarihi yanlıştır veya onunla mânen irtibat kurmuştur; yahut da aynı ad ve nisbeyi taşıyan ikinci bir kişi vardır. Azîz Nesefî’nin Hammûye’den sonra ismini zikretmediği başka bir şeyhe daha intisap ettiği anlaşılmaktadır. Nesefî’nin ne zaman ve nerede öldüğü de bilinmemektedir. Ölüm tarihi olarak Mecâlisü’l-ʿuşşâḳ müellifi Hüseyin Baykara’nın verdiği 661 (1263) ve Hediyyetü’l-ʿârifîn’de kaydedilen 686 (1287) rakamları doğru değildir. Zira onun bu tarihlerden epeyce sonra yazılmış eserleri vardır. Nitekim bu eserlerindeki bazı ifadelerden Nesefî’nin 700 (1300) yılından biraz önce veya bu tarihte ölmüş olduğu sonucu çıkarılabilir.
Tasavvuf âdâb ve ilkelerini çok iyi bildiği anlaşılan Nesefî, bu bilgileri herkesin anlayabileceği açık ve sade bir ifade ile anlatır. Şiîler’in İsmâilî kolu Nesefî’yi kendilerinden sayarlarsa da bu doğru değildir. Ancak o aşırıların dışında Şiîliğe de düşman değildir. Eserlerinde Sünnîlik ile Şiîlik arasında fark gözetmez. Muhtemelen bu da onun vahdet-i vücûdculuğundan gelmektedir.
Eserleri. Nesefî’nin büyük bir kısmını 671-680 (1273-1281) yılları arasında yazdığı anlaşılan ve yazma nüshalarına fazlaca rastlanan eserlerinin çoğu günümüze kadar gelmiştir. Tasavvuf, felsefe ve kelâmla ilgili olan ve sade bir dil ve üslûpla kaleme alınan, ayrıca hepsi de Farsça olan bu eserlerin başlıcaları şunlardır:
1. Tenzîl. Yirmi bölümden (asl) meydana gelen bu kitabın ilk altı bölümü Nesef’te, daha sonraki dört bölümü Buhara’da, son bölümü de Horasan’da tamamlanmıştır. Eserde söz konusu edilen her mesele kelâm, felsefe, vahdet-i vücûd, tenâsüh, cennetlik ve cehennemlikler bakımından incelenir. Aynı metoda diğer eserlerinde de rastlanır. Yazma nüshaları Süleymaniye (Şehid Ali Paşa, nr. 1363/2) ve Beyazıt Devlet kütüphanelerinde (Veliyyüddin Efendi, nr. 1767) bulunmaktadır.
2. Keşfü’l-ḥaḳāyıḳ. 671’de (1273) yazılmaya başlanan eser ansiklopedik bir nitelik taşır. Önsözde çeşitli dinî konulardaki düşüncelerini anlatan Nesefî, diğer eserlerinde olduğu gibi burada da yaşadığı dönemden ve kendisini anlamayan kişilerden şikâyet eder. Rüyada Hz. Peygamber’le görüştüğünü, 700 (1300) yılından sonra çeşitli mezheplerin ortadan kalkacağını ve yerini tek mezhebin alacağını söyler. Eserde sırasıyla varlık (vücûd), insan, sülûk, tevhid, meâd, dünya, âhiret, kadir gecesi, kıyamet günü ve yedi gök gibi konulara yer verilir. Yazma bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Cârullah Efendi, nr. 1087).
3. Beyânü’t-Tenzîl. Keşfü’l-ḥaḳāyıḳ’tan sonra yazıldığı anlaşılan bu eserde Tenzîl’de ele alınan konular daha ayrıntılı bir biçimde anlatılmıştır. Eserin bir nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndedir (Veliyyüddin Efendi, nr. 1685).
4. Maḳṣad-ı Aḳṣâ. 672-680 (1274-1281) yılları arasında kaleme alınan bu eserin konusunu Allah’ın zâtı, sıfatları, fiilleri, peygamberlik, velîlik, insan ve ölümden önceki ve sonraki hayat teşkil eder. Türkçe’ye de tercüme edilen (bk. Süleymaniye Ktp., İzmirli İsmail Hakkı, nr. 1240; Hacı Mahmud Efendi, nr. 3166) bu eser oldukça erken bir tarihten itibaren Batı’da tanınmıştır. Nitekim eserin Türkçe tercümesinden bazı parçalar Andreas Müller tarafından Latince tercümesiyle birlikte Exerpta manuscripti Cujusdam Turcici adıyla yayımlanmıştır (Coloniae Brandenburgicae 1665). F. A. D. Tholuck da Ssufismus sive Theosophia Persarum pantheistica (Berolini 1821) adlı kitabında bu eserden geniş ölçüde faydalanmıştır. Daha sonra E. H. Palmer, aslını Türkçe sandığı için eserin bu dilden çevrildiğini söylediği Farsça’sından vahdet-i vücûdla ilgili bir parçayı Oriental Mysticism (London 1868) adındaki eserinde neşretmiştir. Bunları F. Meier’in “Das Problem der Natur im esoterischen Monismus des Islam” (Eranos-Jahrbuch, XIV, Zürich 1947, s. 149-227), “Die Schriften des ʿAzīz-i Nasafī” (TAnz., s. 125-182) adlı çalışmaları takip etmiştir. Kâtib Çelebi Maḳṣad-ı Aḳṣâ’nın Kemâleddîn-i Hârizmî (XV. yüzyıl) tarafından yapılan bir çevirisinin bulunduğunu söyler (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1805-1806).
5. Keşfü’ṣ-ṣırâṭ. Eser, “Kendini bilen rabbini de bilir” hadisi üzerindeki tartışmalarla başlar. Çeşitli konulardan bahsedilirken Aynülkudât el-Hemedânî, Şehâbeddin es-Sühreverdî, İbnü’l-Arabî, İbn Seb‘în ve Sa‘deddîn-i Hammûye’nin de fikirleri nakledilir ve velîlik (velâyet) meselesi hakkındaki çeşitli mezheplerin görüşleri anlatılır. Şiîlik ve Sünnîlik görüşleri bakımından olduğu kadar üslûp bakımından da müellifin diğer eserlerinden ayrılan bu kitabın Nesefî’ye aidiyeti şüphelidir. Eserin bir nüshası Beyazıt Devlet Kütüphanesi’ndedir (Veliyyüddin Efendi, nr. 1767, vr. 204b-243b; nr. 1685, vr. 79a-103b).
6. Zübdetü’l-ḥaḳāyıḳ. Müridlerinin kendisinden kâinat, insan, mebde ve meâd hakkında bir kitap yazmasını istemeleri üzerine Mebdeʾ ve Meʿâd adlı bir eser yazmış, ancak kitap müridlerince uzun görüldüğü için onu özetleyerek bu eserini kaleme almıştır. Bir nüshası İstanbul Üniversite Kütüphanesi’nde (FY, nr. 797) bulunmaktadır. Eser Maḳṣad-ı Aḳṣâ ile birlikte Câmî’nin Lemaʿât şerhinin sonunda basılmıştır (Tahran 1303).
7. Kitâbü’l-İnsâni’l-kâmil. Şeriat, tarikat ve hakikat, insân-ı kâmil, sohbet ve sülûkten bahseden bir mukaddime ile yirmi iki felsefî ve tasavvufî risâleyi ihtiva eden bu mecmua, Marijan Molé tarafından müellifin hayatı, eserleri, eserlerin yazma nüshaları hakkında geniş bir giriş yazısı ile birlikte yayımlanmıştır (Tahran-Paris 1983, 2. bs.). Eser Mehmet Kanar tarafından Tasavvufta İnsan Meselesi: İnsan-ı Kâmil (İstanbul 1990) adıyla Türkçe’ye tercüme edilmiştir.
8. Menâzilü’s-sâʾirîn. Tanrı’ya doğru çıkılacak mânevî yolculuktaki konakları gösteren dört ciltten ibaret bu eserin bir nüshası Nuruosmaniye Kütüphanesi’ndedir (nr. 4899).
BİBLİYOGRAFYA
Azîz Nesefî, Kitâbü’l-İnsâni’l-kâmil (nşr. Marijan Molé), Tahran 1403/1983, nâşirin önsözü, s. 1-57.
Hüseyin Baykara, Mecâlisü’l-ʿuşşâḳ, Kanpûr 1314, s. 115 vd.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 844, 888; II, 951, 1580, 1805-1806.
Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 580.
Rızâ Kulı Han Hidâyet, Mecmaʿu’l-fuṣaḥâʾ (nşr. Müzâhir Musaffâ), Tahran 1336 hş., I, 869.
a.mlf., Riyâżü’l-ʿârifîn, Tahran 1316 hş., s. 175.
Safâ, Edebiyyât, III/2, s. 1223-1225.
Hüseyin Nasr, Naẓar-ı Mütefekkirân-ı İslâmî der Bâre-i Ṭabîʿat, Tahran 1345, bk. Fihrist.
Mûbed Keyhusrev-i İsfendiyâr, Debistân-ı Meẕâhib (nşr. Rahîm Rızâzâde-i Melik), Tahran 1362 hş., I, 44.
F. Meier, “Das Problem der Natur im esoterischen Monismus des Islam”, Eranos-Jahrbuch, XIV, Zürich 1947, s. 149-227.
a.mlf., “Die Schriften des ʿAzīz-i Nasafī”, TAnz., sy. 52 (1953), s. 125-182.