https://islamansiklopedisi.org.tr/belatussuheda
Pirene sıradağlarını aşarak Avrupa üzerinden İstanbul’u fethetme ve oradan Suriye’ye uzanma fikri müslümanların Hz. Osman zamanından beri takip ettikleri bir askerî strateji idi. Mûsâ b. Nusayr’dan sonra Endülüs’teki İslâm ordularına başkumandan tayin edilen Hür b. Abdurrahman es-Sekafî 717-718 yıllarında Pirene dağlarını aşmış, Merovenjien hânedanına mensup kumandanlarla Aquitania asilzadeleri arasındaki çekişmelerden faydalanarak Fransa içlerine başarılı seferler düzenlemişti. Yerine geçen Semh b. Mâlik el-Havlânî de bu akınları sürdürerek başarılı sonuçlar elde etti.
Kuzey Avrupa üzerine düzenlenen sonuncu ve en büyük sefer ise Abdurrahman el-Gāfikī tarafından gerçekleştirilmiştir. Abdurrahman savaş hazırlıklarını tamamladıktan sonra Frank topraklarına girdi ve Roncevaux Boğazı’ndan Pireneler’i aşarak Bordeaux şehrine doğru ilerledi. Dordogne nehri kıyısında karşılarına çıkan Aquitania Dükü Eudes’ü yendi ve Bordeaux’yu yağma etti. İslâm ordusu daha sonra kuzeye doğru ileri harekâtına devam ederek güzergâhındaki kaleleri ele geçirdi ve zengin ganimetlere sahip oldu. Nihayet Poitiers şehrini de zaptedip Franklar için çok önemli bir dinî merkez olan Tours’a yaklaştı. Hıristiyanlar Saint Martin’in mezarının bulunduğu bu şehre sayısız adaklar yığmışlardı. Dük Eudes eski düşmanı olmasına rağmen Merovenjien hânedanının saray nâzırı Charles Martel’e başvurarak ondan acele yardım istedi. Charles durumun vahametini kavrayıp derhal harekete geçti. İki tarafın öncü kuvvetleri Clain ve Vienne nehirlerinin birbirlerine kavuştuğu noktada karşı karşıya geldiler. Bu ilk çatışmadan sonra Abdurrahman el-Gāfikī güneye, Poitiers ile Tours arasındaki ovaya çekildi ve askerlerini savaş düzenine soktu. Taraflar Poitiers’in 20 km. kuzeydoğusunda bugün Moussais-la-Bataille denilen yerde savaşa hazır vaziyette yedi gün beklediler. Bu süre içinde karşılıklı olarak ok atmanın dışında ciddi bir çatışma olmadı. Nihayet sekizinci gün hafif süvari birliklerinden oluşan İslâm ordusu hücuma geçti, fakat birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenmiş zırhlı Frank birliklerinin saflarını yaramadı. Savaş bütün şiddetiyle devam ederken Eudes müslümanların ganimetlerini yığdıkları yere saldırdı. Ganimetlerin Franklar’ın eline geçmesinden endişe eden sağ ve sol kanattaki süvari birlikleri Abdurrahman el-Gāfikī’nin bütün uyarılarına rağmen saflarını terkedip ganimetleri onlara kaptırmamak için süratle ordugâha geri döndüler. Safların bozulduğunu gören Charles Martel âni bir hücumla müslümanları her taraftan kuşattı. Çarpışmada aralarında Abdurrahman el-Gāfikī’nin de bulunduğu pek çok kişi şehid düştü. Akşam olunca savaşa ara verildi ve taraflar ordugâhlarına çekildiler. Gece durumu değerlendiren müslüman kumandanlar götürebilecekleri kadar ağırlıklarını yanlarına alıp savaş meydanından uzaklaşmaya karar verdiler ve karanlıktan faydalanarak Septimania’ya çekildiler (Ramazan 114 / Ekim 732).
V. (XI.) yüzyıl Endülüs tarihçileri çok sayıda müslümanın şehid düştüğü bu yere ve bu savaşa Belâtüşşühedâ (şehidler yolu) adını vermişlerdir. Daha sonraki İslâm tarihçileri ise bu savaşa Gazvetü’l-belât veya Vak‘atü’l-belât derler. Philip Hitti belât kelimesinin Latince veya Grekçe bir kelime olan platea veya palatiumun Süryânîce’den Arapça’ya geçmiş bir şekli olduğunu, savaşın meydana geldiği yerde Romalılar’dan kalma taştan bir yol bulunduğu için de bu savaşa Belât adının verildiğini söyler.
Müslüman tarihçiler belki de bozgun sebebiyle Belâtüşşühedâ üzerinde pek durmamışlardır. Buna karşılık Batılı tarihçiler bu savaşa büyük önem verirler ve bunu Doğu-Batı, İslâm-hıristiyan mücadelesi açısından bir dönüm noktası, Charles Martel’i de Avrupa’yı İslâm istilâsından kurtaran büyük bir kahraman olarak kabul ederler. İngiliz tarihçi Gibbon, “Eğer müslümanlar galip gelmiş olsalardı şimdi Paris ve Londra’daki kiliselerin yerinde camiler olacak, Oxford’da Kitâb-ı Mukaddes yerine Kur’an tefsirleri okunacak ve sünnet edilmiş halka minberlerden Muhammed’in dininin kutsiyeti ve doğruluğu ispat edilecekti. Bu bakımdan Franklar Avrupa’ya büyük hizmette bulunmuşlardır” diyerek bu savaşın önemine işaret eder. Bazı tarihçiler ise müslümanların bu bozgundan iki yıl sonra Fransa’da önemli bazı şehirleri ele geçirdiklerini, dokuz yıl sonra Lyon’a ulaştıklarını ve Arbûne’yi (Narbonne) zaptedip 759 yılına kadar burayı askerî bir üs olarak kullandıklarını, bu yenilgiden sonra da iki asır müddetle Fransa’da varlıklarını sürdürdüklerini hatırlatarak bu zaferin sanıldığı kadar önemli olmadığını söylerler.
BİBLİYOGRAFYA
Humeydî, Ceẕvetü’l-muḳtebis, Kahire 1966, s. 274-275.
Dabbî, Buġyetü’l-mültemis, Kahire 1967, s. 365-366.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, V, 172, 174-175, 490.
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, II, 28.
Makkarî, Nefḥu’ṭ-ṭîb, I, 234, 262; III, 1516.
Şekîb Arslan, Târîḫu ġazavâti’l-ʿArab, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 93-114.
Chejne, Muslim Spain, s. 11.
Hâlid es-Sûfî, Târîḫu’l-ʿArab fi’l-Endelüs: el-Fetḥ ve ʿaṣrü’l-vülât, Bingazi 1980, s. 227-237.
Hitti, İslâm Tarihi, III, 786-790.
Abdülazîz Sâlim, Târîḫu’l-müslimîn ve âs̱âruhüm fi’l-Endelüs, Beyrut 1981, s. 140-145.
Muhammed el-Arûsî el-Matvî, el-Ḥurûbü’ṣ-ṣâlîbiye fi’l-meşriḳ ve’l-maġrib, Beyrut 1982, s. 186-188, 194-196, 205.
B. Lewis, The Muslim Discovery of Europe, New York 1982, s. 18-19.
Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, I, 405-406.
Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, İstanbul 1986, II, 423-425.
M. Abdullah İnan, Nihâyetü’l-Endelüs ve târîḫu’l-ʿArabi’l-mütenaṣṣırîn, Kahire 1408/1987, s. 21-22.
E. Lévi-Provençal, “ʿAbd al-Raḥmān al-G̲h̲āfiḳī”, EI2 (İng.), I, 86.
H. Pérés, “Balāt al-S̲h̲uhadāʾ”, a.e., I, 988-999.