https://islamansiklopedisi.org.tr/caiha
Sözlükte “âfet ve musibet” mânasına gelen câiha, İslâm hukukunda meyve ve sebzelere kısmen veya tamamen zarar veren, önceden beklenmeyen ve önlenemeyen âfet demektir. Kelime hadis metinlerinde hem sözlük (meselâ bk. Ebû Dâvûd, “Zekât”, 26), hem terim (meselâ bk. Müslim, “Müsâḳāt”, 14) anlamlarında kullanılmıştır.
Dalında veya tarlada iken satılan, fakat müşteri tarafından henüz kaldırılmayan meyve ve sebzelerin âfete mâruz kalması halinde zararın kime ait olacağı, başka bir ifade ile müşterinin ödeyeceği bedelin (semen) zarar oranınca indirilip indirilmeyeceği hususu (vad‘u’l-câiha) İslâm hukukçuları arasında tartışılmıştır. Hz. Peygamber’den nakledilen, satılan bir meyveye âfet isabet ettiği takdirde müşteriden herhangi bir bedelin alınmasının helâl olmadığını belirten hadisin (Müslim, “Müsâḳāt”, 14-17; Ebû Dâvûd, “Büyûʿ”, 58; Nesâî, “Büyûʿ”, 29) sübûtu, rivayet farklılıkları ve değişik yorumlara tâbi tutulması, ayrıca dalda veya tarladaki meyve ve sebzelerin satışında kabzın ne zaman tamam olmuş sayılacağı meselesi, hukukçular tarafından bu konuda farklı sonuçların çıkarılmasına zemin hazırlamıştır. Satılan mala gelecek zararın kabz öncesi satıcı, kabz sonrası ise alıcı tarafından üstlenileceği noktasında genelde ittifak bulunduğu halde, burada kabzın ne zaman gerçekleştiği hususu tartışmalı olduğundan farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak Hanefî ve Şâfiî hukukçuları söz konusu alışverişte kabzın, dolayısıyla akdin tamamlandığı noktasından hareketle olayı malı teslim alan müşterinin zarara uğraması şeklinde değerlendirmiş ve akde bağlılığı esas alarak zarar sebebiyle bedel indirimini doğru bulmamışlardır. Buna karşılık Mâlikî ve Hanbelîler, aralarında bazı görüş farklılıkları bulunmakla birlikte, prensip olarak câihayı müşterinin ödeyeceği bedelin indirilmesi için yeterli ve uygun bir sebep saymışlardır. Bu hukukçulara göre ziraî hastalıklar, dolu, kuraklık ve su baskını gibi âfetler câiha sayılır. İnsanların fiil ve müdahalesi sonucu meydana gelen zararlara gelince, Mâlikîler’de bir görüşe göre, sakınılamaz olması veya müşterinin fiili dışında meydana gelmiş bulunması şartıyla bunlar da câiha sayılır ve mal bedelinde indirime gidilir. Hanbelîler ise bu nevi zararları câiha saymazlar, dolayısıyla bedelde indirimi kabul etmezler. Sadece müşteriye, ya akdi feshetme veya haksız fiil sahibinden zararın tazminini talep etme hakkı tanırlar. Ayrıca câiha sebebiyle bedelin indirilmesi meyvelerde ittifakla benimsenirken bu hükmün sebzelere de uygulanıp uygulanmayacağı da tartışmalıdır. Bu konularda mevcut görüş farklılıkları, ilgili hadiste geçen lafızların zâhirinin veya gayesinin esas alınmasından kaynaklanmaktadır.
Câihanın tanımı ve mahalli kadar meydana geliş vakti de önemlidir. Müşteri meyve ve sebzeyi, dalında veya tarlada olgunlaşmasını beklemek gibi haklı bir sebebe dayanarak bırakmış ve câiha bu esnada isabet etmişse her iki mezhep de satış bedelinin zarar oranınca indirilmesinde müttefiktir. Buna karşılık meyve ve sebzeler olgunlaştığı halde malı tedrîcen satma veya fiyat artışını bekleme gayesiyle bunları bir müddet daha yerinde bırakmışsa durum tartışmalıdır. Hanbelîler ile bazı Mâlikîler bunu bedelde indirim sebebi saymazken bir kısım Mâlikîler müşterinin ürünü taze veya uygun fiyatla satma isteğini de olgunlaşmayı bekleme gibi haklı bir sebep olarak görmektedirler.
Câihada bir başka önemli nokta ise meydana gelen zararın miktarıdır. Mâlikîler’e göre bedelde indirimi gerektirecek zarar miktarı genelde üçte birden az olmamalıdır. Daha az miktardaki zarar câiha olarak kabul edilmez; olağan sayılan bu zarara müşteri katlanmak zorundadır. Hanbelîler’de böyle bir oran konmasından ziyade zararın mâkul bir sınırı aşması ölçü olarak alınmıştır. Söz konusu zarar oranının hesaplanmasında ölçünün mü, yoksa değerin mi esas alınacağı hususu bilhassa Mâlikî hukuk doktrininde tartışılmış ve her iki yönde de görüşler geliştirilmiştir.
Hanbelî ve özellikle Mâlikî hukukçular câihayı “beklenmeyen hal” (ez-zurûfü’t-târie) olarak değerlendirmişler ve satıcıyı da zarara ortak ederek alışveriş akdinde karşılıklı dengeyi korumaya çalışmışlardır. Bu durum, Batı hukukunda ancak XX. yüzyılın başında ortaya çıkan “beklenmeyen hal nazariyesi”nin özel borç münasebetlerine yansıyan uygulamasında ve hâkimin beklenmeyen hal sebebiyle mevcut sözleşmeyi tâdil edebilmesinde göze çarpmaktadır. Konunun hicrî III. yüzyıldan itibaren, münferit olaylarda da olsa, İslâm hukukçularınca tartışmaya açılmış olması dikkat çekici bir husustur.
BİBLİYOGRAFYA
el-Muvaṭṭaʾ, “Büyûʿ”, 16.
Müslim, “Müsâḳāt”, 14-17.
Ebû Dâvûd, “Zekât”, 26, “Büyûʿ”, 58.
Nesâî, “Büyûʿ”, 29.
Sahnûn, el-Müdevvene, V, 25-39.
Bâcî, el-Münteḳā, Kahire 1332, IV, 231-236.
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, Kahire 1975, II, 207-215.
İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1389, IV, 80-82.
İbn Teymiyye, Mecmûʿatü’r-resâʾil, V, 208-225.
İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, Beyrut, ts., II, 356-358.
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, V, 200-201.
Senhûrî, Meṣâdirü’l-ḥaḳ, VI, 103-110.
M. Ebû Zehre, İbn Teymiyye, Kahire 1977, s. 396-405.
Abdüsselâm et-Termânînî, Naẓariyyetü’ẓ-ẓurûfi’ṭ-ṭâriʾe, Dımaşk 1971, s. 60-71.
Karaman, İslâm Hukuku, II, 409-412.
Ali Bardakoğlu, “İslâm Hukukunda ve Modern Hukukta «Beklenmeyen Hâl» Nazariyesi”, EÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, sy. 2, Kayseri 1985, s. 63-97.