
https://islamansiklopedisi.org.tr/dabbetul-arz
Arapça’da “yavaş ve sessizce yürümek, emeklemek, sürünmek, sirayet etmek” mânalarına gelen debb veya debîb kökünden türemiş sıfat olan dâbbe, “yeryüzünde yürüyen erkek ve dişi her türden canlı” demektir (bk. Lisânü’l-ʿArab, “dbb” md.; Kāmus Tercümesi, I, 235). Mutlak olarak kullanıldığında erkek-dişi bütün hayvanları kapsadığı gibi akıllı olan ve olmayan bütün canlıları içine almaktadır. Bu kelime Kur’ân-ı Kerîm’de on dört yerde tekil (dâbbe), dört yerde de çoğul (devâbb) olmak üzere toplam on sekiz defa geçer (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “dbb” md.). Bunların bir kısmı sadece yeryüzünde yürüyen, bir kısmı hem yeryüzünde yürüyen hem gökte uçan, bir kısmı ise mekân belirtilmeksizin mutlak olarak hareket eden canlı anlamında kullanılmıştır. Bir âyette bu son mânada olmak üzere, “Allah hareket eden her canlıyı (külle dâbbetin) sudan yaratmıştır. Onlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür, bir kısmı iki ayağı üzerinde yürür, bir kısmı da dört ayağı üzerinde yürür” (en-Nûr 24/45) buyurulmakta; “karnı üzerinde sürünenler” ile yeryüzündeki bütün sürüngenler ve denizlerdeki balıklar, “iki veya dört ayağı üzerinde yürüyenler” ile de kuşlar dahil yeryüzündeki iki ayaklı veya dört ayaklı bütün canlılar kastedilmektedir. Her ne kadar bazı müfessirler bir âyette (el-En‘âm 6/38) “tâir” (kuş) kelimesinin aynı cümlede “dâbbe”ye atıf yapılarak kullanılmasından hareketle kuşları dâbbenin kapsamı dışında bırakmış olsalar da hayvanlar konusunda müstakil çalışmaları bulunan âlimler dâbbe kelimesinin bütün canlıları kapsadığını kaydetmişler (meselâ bk. Demîrî, II, 292), Fahreddin er-Râzî, Kurtubî ve İbn Kesîr gibi müfessirler de Hûd sûresinin 6. âyeti ile Nûr sûresinin 45. âyetine dikkat çekerek bu kelimenin “deniz hayvanları dahil bütün canlıları” kapsadığını dile getirmişlerdir (bk. Fahreddin er-Râzî, XVII, 148-149; Kurtubî, IX, 6-7; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VI, 79). Bazı âlimler ise Nûr sûresinin 45. âyetinde geçen “dâbbe” kelimesiyle ilişkili olarak Arapça’da akıllı varlıklar için kullanılan “men” edatının tercih edilmesi, Fâtır sûresinin 45. âyetinde yalnızca akıllı varlıklar için geçerli olan hesaba çekilme (muaheze) işlemiyle ilişkilendirilmeleri ve Neml sûresinin 82. âyetinde akıllılara özgü olan “konuşma” ve “müminlerle kâfirleri birbirinden ayırt edebilme” özellikleri ile nitelenmelerinden hareketle bunların akıllı varlıklar olduklarını iddia etmişlerdir (bk. Muhammed b. Abdülazîz, s. 19). Râgıb el-İsfahânî, dâbbe kelimesinin insana tahsis edilmesine itiraz ederek bu tercihin uygun olmadığını, aksine onun umum ifade ettiğini ve bütün canlıları kapsadığını kaydetmektedir (el-Müfredât, “dbb” md.).
Dâbbetü’l-arz ifadesi Kur’ân-ı Kerîm’de tamlama olarak sadece Sebe’ sûresinin 14. âyetinde “Hz. Süleyman’ın asâsını yiyen ağaç kurdu” anlamında kullanılmıştır. Neml sûresinin 82. âyetinde ise sadece “dâbbe” kelimesi kıyamet alâmetlerinden biri olarak ve “yerden çıkarılacak bir canlı” anlamında geçmekte, konuyla ilgili yorum ve tartışmalar da bu âyet üzerinden yapılmaktadır (aş.bk.). Bazı müfessirler bu âyet ile En‘âm sûresinin 158. âyetindeki “Rabbinin bazı âyetlerinin gelmesi” ifadesi arasında ilişki kurarak Neml sûresinde çıkacağı haber verilen dâbbenin de âhir zamanda vuku bulacak bu alâmetlerden biri olduğu yorumunu yaparlar (meselâ bk. İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, 367). İslâm kaynaklarında da dâbbetü’l-arz esas itibariyle kıyametin habercisi olarak kıyamete doğru ortaya çıkacak bir canlı olarak tasvir edilir.
Dâbbe kelimesi Neml sûresindeki ilgili âyette şöyle geçmektedir: “Onlara verilen söz gerçekleştiği vakit onlar için yerden canlı bir yaratık (dâbbe) çıkarırız. O da onlara insanların âyetlerimize gerçek anlamda inanmadıklarını söyler” (en-Neml 27/82). Sahâbe döneminden itibaren bu âyette geçen bazı ifadelerden hareketle dâbbetü’l-arz hakkında birtakım yorumlar yapılmış, tefsir kitaplarında da konu hakkında farklı değerlendirmelere yer verilmiştir. Meselâ söz konusu âyetteki “onlara verilen söz gerçekleştiği vakit” ifadesinden hareketle dâbbenin ortaya çıkacağı zamanı sahâbeden İbn Mes‘ûd âlimlerin ölüp ilmin ortadan kalkacağı vakit şeklinde izah ederken, tâbiîn âlimlerinden Mücâhid ve Katâde azabın gerçekleşeceği vakit olarak açıklamışlardır (Taberî, XVIII, 119-120; Kurtubî, XIII, 235). Müfessirlerden Zemahşerî’ye göre kıyametin yaklaştığı ve tövbelerin kabul edilmediği (el-Keşşâf, III, 152-153), Fahreddin er-Râzî’ye göre kıyametin vuku bulduğu veya alâmetlerinin zuhur ettiği (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXIV, 186-187), Berzencî’ye göre “insanların iyiliği (mâruf) emredip kötülükten (münker) sakındırmaktan çekindikleri” (el-İşâʿa, s. 174-178) zaman dâbbetü’l-arz zuhur edecektir. Âyette geçen “yerden çıkarılacak olan dâbbe” ifadesi, sahâbeden Abdullah b. Amr b. Âs tarafından Temîm ed-Dârî hadisinde “cessâse” diye ifade edilen, insan sûretindeki varlık şeklinde tefsir edilirken, Mâverdî onu uzun ayaklı, yumuşak tüylü, kanatlı garip bir canlı (Kurtubî, XIII, 236-237; Sıddîk Hasan Han, Fetḥu’l-beyân, X, 70-71) olarak yorumlamış, Şiî muhaddis Câbir el-Cu‘fî ise dâbbe ile Hz. Ali’nin kastedildiğini söylemiştir (Zehebî, I, 384; Seffârînî, II, 143-149). Bazı müfessirler ise söz konusu âyette dâbbe kelimesinin belirsiz (nekre) isim olarak anılmasını, onun bilinen canlılardan olmadığına işaret saymışlardır (Elmalılı, V, 3702; Kāsımî, XIII, 87; Sıddîk Hasan Han, Fetḥu’l-beyân, X, 71). Ayrıca onun müşriklere karşı cihada çıkan müminler (Kāsımî, XIII, 86) ya da tren, otomobil ve tank gibi teknik vasıtalar (Ateş, VI, 388) olabileceğine dair modern yorumlar da ileri sürülmüştür. Âyette geçen ve farklı şekillerde anlaşılan bir diğer kelime ise “onlara konuşan/söyleyen” anlamına gelen “tükellimühüm” ifadesidir. Bu kelimeye genellikle “konuşan” anlamı verilirken Ebû Hâtim’in de aralarında olduğu bazı müfessirler onu “yaralayan” şeklinde anlamışlar, İbn Abbas’tan nakledilen bir rivayette ise her iki anlamın birlikte kastedildiği ifade edilerek dâbbenin “müminlere konuşacağı, kâfirleri ise yaralayacağı” belirtilmiştir (Taberî, XVIII, 121-122; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VI, 220). Kādî Beyzâvî ise dâbbenin konuşmasının lisân-ı hâl ile olacağını, ayrıca “yaralama” anlamına gelen “teklimühüm” şeklinde bir kıraatin de bulunduğunu kaydeder (Envârü’t-tenzîl, II, 206). Benzer görüşlere Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi de yer vermektedir (İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm, VI, 300-301). Tefsirlerde genellikle dâbbetü’l-arzın Arapça konuşacağı belirtilmekle birlikte, bazı kaynaklarda konuşup konuşmayacağı ve konuşması durumunda dilinin Arapça olup olmayacağı hususunda kesin bir ifade kullanılmaktan kaçınıldığı görülür (meselâ bk. Şa‘rânî, el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir, II, 147).
Hadis kaynaklarında dâbbetü’l-arz hakkında çok sayıda ve farklı içeriklere sahip rivayetler bulunmaktadır. Kütüb-i Sitte’den Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’i ile Nesâî’nin es-Sünen’inde konuyla ilgili herhangi bir rivayete rastlanmazken, Kütüb-i Sitte’yi oluşturan diğer eserlerde ve Kütüb-i Sitte dışındaki bazı muteber hadis kaynaklarında dâbbetü’l-arz, Hz. Peygamber’in kıyametin vukuunun hemen öncesinde zuhur edeceğini söylediği “kıyametin büyük alâmetleri”nden biri olarak anılır (Müslim, “Fiten”, 39-41; Tirmizî, “Fiten”, 21; İbn Mâce, “Fiten”, 28; Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 12; Müsned, IV, 6). Benzer şekilde Hz. Peygamber, aralarında dâbbetü’l-arzın ortaya çıkışını da saydığı altı şey vuku bulmadan önce sâlih ameller işlemekte acele edilmesi gerektiğini söyleyerek dâbbetü’l-arzın kıyamet alâmeti olduğuna işaret etmiştir (Müslim, “Fiten”, 128, 129; Müsned, II, 324, 337, 372). Onun şu sözü de aynı gerçeği dile getirmektedir: “Üç şey çıktığı zaman daha önceden iman etmemiş veya imanı uğrunda bir hayır işlememiş kimselere artık imanı bir fayda sağlamaz: Güneşin battığı yerden doğması, deccâl ve dâbbetü’l-arz” (Müslim, “Îmân”, 249; Müsned, II, 445-446). Bazı hadislerde güneşin battığı yerden doğması ve dâbbenin ortaya çıkmasının ilk zuhur edecek kıyamet alâmetlerinden olduğu da belirtilmiştir (Müslim, “Fiten”, 118; Ebû Dâvûd, “Melâḥim”, 12; Müsned, II, 164, 201).
Dâbbetü’l-arzın mahiyeti ve nitelikleri hakkında Kütüb-i Sitte içerisinde sadece İbn Mâce ve Tirmizî’nin es-Sünen’lerinde nisbeten ayrıntılı bilgi verilir. Buna göre dâbbetü’l-arzın Hz. Süleyman’ın mührü ve Hz. Mûsâ’nın asâsına sahip olacağı, asâ ile müminin yüzünü parlatırken mühürle kâfirin burnunu damgalayacağı, böylece insanlar bir sofrada bir araya geldiklerinde müminin kâfirden ayırt edilip tanınır olacağı haber verilmekte (İbn Mâce, “Fiten”, 31; Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 27/1; ayrıca bk. Müsned, II, 295, 491), ayrıca onun Mekke yakınlarındaki bir çölde ortaya çıkacağı bildirilmektedir (İbn Mâce, “Fiten”, 31). Kütüb-i Sitte dışındaki hadis kaynaklarında yer alan, aynı zamanda tefsir kitaplarına da intikal eden rivayetlerde ise dâbbetü’l-arzın şekli ve nitelikleri hakkında oldukça ayrıntılı bilgiler yer alır. Bunlar arasında dâbbetü’l-arzın, Sâlih peygamberin devesinin yavrusu, Kâbe duvarını mekân edinmiş bir yılan, küfür ve bid‘at ehliyle tartışıp mücadele eden bir insan, müminler topluluğu, cehalet yönünden hayvan seviyesinde olan şerli kişiler, haşerat, yer yüzündeki emekleyen varlıklar, kıyamette ortaya çıkacak olağan üstü canlı, âhir zamanda kıyamet alâmeti olarak çıkacak büyük bir hayvan olduğuna dair çok farklı bilgiler kaydedilmektedir (Nevevî, XVIII, 350; Sa‘dî, s. 610; Muhammed b. Abdülazîz, s. 33-64). Yine bazı hadis kaynaklarında onun Yemen civarında, bir çölde ve Mekke’de olmak üzere üç farklı yerde ortaya çıkacağı ve bu çıkışlarının tedrîcî olacağına dair rivayetler bulunmaktadır (Tayâlîsî, II, 395; Hâkim, IV, 484).
Hadis külliyatında yer alan dâbbetü’l-arz hakkındaki rivayetler iki gruba ayrılabilir. Birinci grup rivayetler, dâbbetü’l-arzı müminle kâfiri ayırt edecek bir varlık olarak ve çoğunlukla olumlu bir mahiyette tasvir etmektedir. İkinci grup rivayetler ise yahudi-hıristiyan gelenekte yer alan dâbbetü’l-arz tasavvuruna paralel şekilde onu olumsuz bir mahiyette nitelemektedir. Bu tür olumsuz rivayetlerde dâbbetü’l-arz esas itibariyle deccâl ile ilişkilendirilmekte, onun sahâbeden Temîm ed-Dârî kıssasında zikredilen, bir adada zincire bağlı bir şekilde bulunan, deccâle tâbi olan ve kendisini “cessâse” diye adlandıran hayvanımsı bir varlık olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan onun müminle kâfiri ayırt eden bir varlık olduğu yönündeki rivayetler özellikle bazı Şiî müellifler tarafından dâbbetü’l-arzın Hz. Ali ile özdeşleştirilmesine yol açmıştır (Manouchehri, V, 845).
Kıyamet alâmetlerini müstakil olarak konu edinen eserlerde ise Kur’an ve sahih hadislerde geçen bilgiler yanında, tâli kaynaklardaki rivayetlerden hareketle dâbbetü’l-arzın şekli, nitelikleri, çıkacağı yer ve zaman gibi hususlarda çok daha ayrıntılı bilgiler verilmektedir (meselâ bk. Serahsî, s. 48-49; Berzencî, s. 174-177; Sıddîk Hasan Han, el-İẕâʿa, s. 173). Aynı şekilde bazı tefsir kitaplarında da meselâ onun 60 arşın boyundaki vücudunun tamamen kıllarla kaplı bulunacağı; sakallı, deve boyunlu, gergedan boynuzlu, iki kanatlı, boğa başlı, domuz gözlü, fil kulaklı, deve ayaklı, aslan yeleli, kaplan renkli ve koç kuyruklu olacağı; kuşluk vakti elinde Hz. Süleyman’ın mührü ve Hz. Mûsâ’nın asâsı olduğu halde Mekke’de (ya da Ecyâd, Safâ tepesi, Tihâme vadisi, Ebûkubeys dağı, Tâif, Kûfe Mescidi veya Lût kavmine ait Sodom şehrinde) bir yağız at hızıyla ortaya çıkacağı kaydedilmektedir (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VI, 222-223; Kurtubî, XIII, 236-237). Kur’ân-ı Kerîm‘deki ifadelerden dâbbenin insan türünde bir canlı olduğu kanaatine ulaştığını söyleyen Elmalılı Hamdi’ye göre, Hz. Ali’nin “O, kuyruğu olan değil, sakalı olan bir dâbbedir” sözü de bu kanaati teyit etmekte, âyette geçen “tükellimühüm” ifadesine konuşma yerine yaralama anlamı verilmesi de uzak bir ihtimal olarak görünmektedir (Hak Dini, V, 3702-3703). Dâbbenin insanlarla konuşacak acayip bir hayvan olduğunu kaydeden Ömer Nasuhi Bilmen ise bunun câiz ve mümkün olduğunu söyler (Muvazzah İlm-i Kelâm, s. 326). Said Nursi de firavunun kavmine çekirgeleri ve Kâbe’yi yıkmaya giden Ebrehe’ye ebâbil kuşlarını musallat kılan Allah’ın, deccâlin fitneleri ve Ye’cûc ve Me’cûc’ün fesadı ile küfre düşen insanların akıllarını başlarına getirmek için hikmetiyle arzdan bir hayvan çıkarıp onları yerle bir edebileceğini, ancak onun tek bir şahıs değil, bir canlı türü olacağını, çünkü tek şahıs olması durumunda herkese yetişemeyeceğini kaydeder (Şualar, s. 497).
Öte yandan dâbbetü’l-arzın şekli, ne zaman, nasıl ve kaç kere çıkacağı konularında çeşitli rivayetlerin mevcut olduğunu kaydeden Fahreddin er-Râzî, Kur’an’da bu anlatılanların hiçbirine açık bir delâletin bulunmadığını, söz konusu rivayetlerden de yalnızca sahih olanlarına itibar edileceğini, aksi halde bu bilgilere iltifat edilmeyeceğini dile getirmiştir (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXIV, 187). Tefsirinde benzer rivayetlere yer veren Âlûsî ise dâbbetü’l-arz hakkındaki bu tür haberleri, doğruluğuna veya yanlışlığına bakmadan sadece merak edenler için bilgi olsun diye sıraladığını kaydeder (Rûḥu’l-meʿânî, XX, 24). Dâbbetü’l-arzın özellikleriyle ilgili rivayetlerin ya zayıf ya da aralarını uzlaştırmanın mümkün olmayacağı ölçüde birbiriyle ihtilâflı (muztarib) olduğunu kaydeden Muhammed Tâhir İbn Âşûr bunları değerlendirmeye bile gerek görmediğini kaydeder (et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, XX, 39). Dâbbetü’l-arz hakkındaki mitleştirilmiş yorumlara karşı çıkan Seyyid Kutub da bazı müfessirlerin onu 60 veya 600 arşın uzunluğunda, kuyruklu, tüylü, dört veya kırk ayaklı, iki kanatlı bir varlık olarak tasvir etmelerini İsrâiliyat veya diğer mitolojilerden etkilenme olarak gördüğünü, bu tür tasvirleri doğru bulmadığını belirtir (Fî Ẓılâli’l-Ḳurʾân, V, 2667). Süleyman Ateş ise ilgili rivayetlerin sahâbe ve tâbiîn döneminde çevrede dolaşan haberleri yansıttığını, bu inançların yahudilerden veya başka din mensuplarından Araplar’a geçmiş olabileceğini iddia eder (Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, VI, 387).
İslâm’ın inanç esaslarını belirlemek amacıyla kaleme alınan akaid ve kelâm literatüründe, ilgili âyetler (bk. el-En‘âm 6/158; el-Ahzâb 33/63; eş-Şûrâ 42/17; Muhammed 47/18; el-Kamer 54/1) çerçevesinde kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilginin sadece Allah’a mahsus olduğu, ancak vakti yaklaştığında bazı alâmetlerin zuhur edeceği kabul edilmekte, dolayısıyla kıyamet ve âhiret konuları gibi kıyamet alâmetleri de akılla değil ancak nakille (naslar yoluyla) bilinebilen sem‘iyyât kapsamında değerlendirilmektedir. Dolayısıyla bu alâmetlerden birisi olan dâbbetü’l-arzdan söz edilirken de bu konunun ancak vahiyle bilinebilen bir mesele olduğu vurgulanmakta, onun mahiyeti konusunda yorum ve tahmin yürütmeden Kur’ân-ı Kerîm ve sahih hadis rivayetlerinde geçen bilgiler aktarılmakla yetinilmektedir.
Diğer Dinlerde. Dünyanın sonuna doğru dâbbetü’l-arz gibi bir varlığın zuhur edeceği beklentisi kadim dinlerin çoğunda görülmektedir. Bâbil’de onun tanrı ile devamlı mücadele eden mitolojik bir yaratık olduğu düşünülürken, Mecûsîlik’te dünyanın sonuna doğru ortaya çıkarak insanların üçte birini yutacağına inanılmaktadır (Sarıkçıoğlu, s. 2, 5). Yahudi ve hıristiyan teolojilerinde de “beast, dragon, leviathan ve rahabi” gibi adlarla anılan, canavar şeklinde bir yaratığın dünyanın sonuna doğru ortaya çıkacağı inancı vardır. Ahd-i Atîk’in çeşitli yerlerinde âhir zaman alâmetleri dile getirilirken bu mitolojik yaratıktan söz edilmekte, onun dünyanın başlangıcında Rab Yahve tarafından öldürülmek veya hapsedilmek suretiyle etkisizleştirildiği ve sonunda Rabb’e boyun eğmek zorunda kaldığı ancak dünyanın sonuna doğru tekrar yeryüzüne dönerek Yahve ile savaşacağı, dünyaya ağzının değneği ile vurup kötüleri dudaklarının soluğu ile öldüreceği dile getirilmektedir (bk. Eyub, 3/8, 26/12; Mezmûrlar, 74/13-14, 89/10-11; İşaya, 11/4, 27/1, 30/7, 51/9-10). Ayrıca Daniel’in düşünde biri aslana, ikincisi ayıya, üçüncüsü kaplana ve dördüncüsü de demirden dişleri olan on boynuzlu mitolojik bir varlığa benzeyen dört canavar gördüğünden söz edilir (Daniel, 7/1-8). Ahd-i Cedîd’de ise şeytanla özdeşleştirilen bir canavardan söz edilmekte, bu canavarın taraftarları ile birlikte Tanrı’ya karşı sürdürdüğü mücadelenin yenilgi ile bittiği (bk. Vahiy, 16/13-14; 20/2-10), ancak dünyanın sonuna doğru yerden çıkacak olan bu yaratığın “koç gibi iki boynuzlu, ejder gibi konuşan, küçüklerin ve büyüklerin, zenginlerin ve fakirlerin, hürlerin ve kölelerin alınlarına damga vuran” (Vahiy, 13/11-18), “yedi başlı, on boynuzlu, başları üzerinde yedi tacı bulunan, kızıl renkli büyük bir ejder” (Vahiy, 12/3-6, 13); “kaplana benzeyen, ayakları ayı ayağı, ağzı aslan ağzı gibi olan bir canavar” (Vahiy, 13/1-3) şeklinde olacağı anlatılmaktadır. Bazı müsteşrikler, İslâm kaynaklarında da dâbbetü’l-arz hakkında benzer tasvirlerin yapıldığından bahisle, söz konusu inançların arasında ilişki kurmaya çalışmışlardır (Bell, s. 202). Bazıları ise iki inanç arasında önemli farklar olduğunu, söz gelimi İslâm inancında dâbbetü’l-arz Allah’ın emrindeki bir varlık olmasına karşın, Hıristiyanlık’ta Allah ile çatışan bir varlık olarak tasvir edildiğini söyleyerek etkileşim iddiasını reddetmiştir (Sweetman, I/2, s. 214).
BİBLİYOGRAFYA
Kāmus Tercümesi, I, 235.
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 96.
Tayâlîsî, Müsned (nşr. Muhammed b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1419/1999, II, 395.
Müsned, II, 164, 201, 295, 324, 337, 372, 445-446, 491; IV, 6-7; V, 268, 357.
Hâkim, el-Müstedrek, IV, 484.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Riyad 1424/2003, XVIII, 119-122.
Sa‘lebî, ʿArâʾisü’l-mecâlis, Beyrut 1405/1985.
Mâverdî, en-Nüket ve’l-ʿuyûn (nşr. Seyyid b. Abdülmaksûd b. Abdürrahîm), Beyrut 1412/1992, IV, 226-228.
Şemsüleimme es-Serahsî, Ṣıfatü eşrâṭi’s-sâʿa (nşr. Zeki Sarıtoprak), Kahire 1414/1993, s. 48-49.
Zemahşerî, el-Keşşâf, III, 152-153.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1411/1990, XVII, 148-149; XXIV, 186-187.
Kurtubî, el-Câmiʿ, IX, 6-7; XIII, 235-237.
Nevevî, Ṣaḥîḥu Müslim bi-Şerḥi’n-Nevevî, Bulak 1891, XVIII, 350.
Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, II, 206.
Yûsuf b. Yahyâ es-Sülemî, ʿİḳdü’d-dürer fî aḫbâri’l-muntaẓar (nşr. Abdülfettâh Muhammed el-Hulv), Kahire 1399/1979, s. 313-318.
Zehebî, Mîzânü’l-iʿtidâl, I, 384.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, 367; VI, 79, 220-224.
a.mlf., en-Nihâye fi’l-fiten ve’l-melâḥim (nşr. M. Ahmed Abdülazîz), Beyrut 1408/1988, I, 208-214.
Demîrî, Ḥayâtü’l-ḥayevân (nşr. İbrâhim Sâlih), Dımaşk 1426/2005, I, 636; II, 292.
Süyûtî, Kıyamet Alâmetleri Ölüm ve Diriliş (trc. Abdullah Aydın), İstanbul 2000, s. 342-344.
Şa‘rânî, el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir, Kahire 1378/1959, II, 147.
a.mlf., Muhtasaru Tezkireti’l-Kurtubî: Ölüm, Kıyamet, Ahiret ve Ahir Zaman Alâmetleri (trc. Halil Günaydın), İstanbul 1981, s. 510-516.
Ebüssuûd Efendi, İrşâdü’l-ʿaḳli’s-selîm, Kahire, ts. (Dârü’l-mushaf), VI, 300-301.
Berzencî, el-İşâʿa li-eşrâṭi’s-sâʿa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 174-178.
Seffârînî, Levâmiʿu’l-envâri’l-behiyye, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-İslâmî), II, 143-149.
Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî (nşr. M. Hüseyin el-Arab), Beyrut 1417/1997, XX, 21-25.
Sıddîk Hasan Han, el-İẕâʿa limâ kâne ve mâ yekûnü beyne yedeyi’s-sâʿa, Kahire 1379/1959, 173.
a.mlf., Fetḥu’l-beyân fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân (nşr. Abdullah b. İbrâhim el-Ensârî), Beyrut 1412/1992, X, 70-71.
R. Bell, The Origin of Islam in its Christian Environment, London 1926, s. 202.
Elmalılı, Hak Dini, V, 3701-3704.
Said Nursi, Şualar, İstanbul 1958, s. 497.
Ömer Nasuhi Bilmen, Muvazzah İlm-i Kelâm, İstanbul 1972, s. 326.
M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Tunus 1984, X, 39.
Seyyid Kutub, Fî Ẓılâli’l-Ḳurʾân, Beyrut 1405/1985, V, 2667.
Cemâleddin el-Kāsımî, Meḥâsinü’t-teʾvîl, Beyrut 1398/1978, XIII, 86-87.
S. B. Parker, “Dragon”, Harper’s Bible Dictionary, San Francisco 1985, s. 226.
Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1990, VI, 387-388.
J. W. Sweetman, Islam and Christian Theology: A Study of the Interpretation of Theological Ideas in the Two Religions, London 1994, I/2, s. 214.
İlyas Çelebi, İtikadî Açıdan Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Haberler, İstanbul 1996, s. 132-142.
Burhan Bozgeyik, Ölüm Sonrası Hayat, İstanbul 1999, s. 191-192.
Abdurrahman b. Nâsır es-Sa‘dî, Teysîrü’l-kerîmi’r-raḥmân fî tefsîri kelâmi’l-mennân (nşr. Abdurrahman b. Muallâ el-Lüveyhık), Riyad 1423/2002, s. 610.
Muhammed b. Abdülazîz, ed-Dâbbe: Dirâse fî ḍavʾi ʿaḳīdeti Ehli’s-sünne ve’l-cemâʿa, Riyad 1429/2008, tür.yer.
Emrullah Fatiş, Kur’an’daki Kıyamet Alâmetleriyle Hadislerdeki Kıyamet Alâmetlerinin Karşılaştırılması, İstanbul 2013, s. 26-30.
Bahri Tayran, Dâbbetü’l-arz ve Negaf, İstanbul 2015, s. 31-50, 115-188.
Ekrem Sarıkçıoğlu, “Mecusî Dininde Mehdi İnancı”, İİFD, sy. 7 (1986), s. 2, 5.
“Dâbbe”, İA, III, 445-446.
Hell, “Erda”, a.e., IV, 288.
A. Abel, “Dābba”, EI2 (İng.), II, 71.
Faramarz Haj Manouchehri, “Dābbat al-Arḍ”, Encyclopaedia Islamica, Leiden 2015, V, 845.