https://islamansiklopedisi.org.tr/devir--kozmoloji
İslâm ilimler tarihinde devir (devre), daha ziyade tabîiyyât (fizik) ve ilm-i hey’et (astronomi) sahalarında kullanılan bir terimdir. Devrin fizik ilmiyle ilgili muhtevası hareket probleminden kaynaklanmaktadır. İslâm kozmoloji öğretilerinde ay altı ve ay üstü âlemlerinin arasını ayırmada devrî hareketin vurgulanması daima önemli olmuştur. Bu telakkiye göre dört unsurdan oluşan ay altı âlemindeki nesneler, yapılarında mevcut unsurun tabiatına göre merkezden çevreye veya çevreden merkeze doğru hareket ederler. Bu hareket türü başladığı yere dönmediği için eksik sayılır; halbuki feleklerin hareketi başladığı noktaya dönerek tamamlanır ve bu sebeple mükemmeldir. Dolayısıyla modern çağda olduğu gibi yer ve gök mekaniğini aynı kabul etme fikri eski İslâm kozmolojisine yabancıdır. Çünkü ikincisinde gezegenlerin dönüşü yeryüzündeki varlıkları etkiler ve bu dönüş mekanik değil iradîdir.
Bu ana fikri Câbir b. Hayyân’ın yazılarında görmek mümkündür. Câbir düz hareketle devrî hareket arasındaki ayırım üzerinde ısrarla durmaktadır. Ona göre devri, biri yukarıdan aşağıya, diğeri aşağıdan yukarıya iki düz hareket olarak tanımlamak yanlıştır; zira bu iki hareket aslında ortak merkezli ve tek yönlü bir tek harekettir. Devir tam bir harekettir. Tamlığı onun semavî bir ilke (asl) oluşunun gereğidir ve Câbir’e göre bundan dolayı semavî âlemde değişme, çelişme ve bozulma bulunmaz; orası süreklilik (bekā) âlemidir (Muḫtâru resâʾil, s. 523-526). Bu anlamdaki devir, bir şeyin bizâtihi kendi hareketinden hâsıl olan zamandır ve zaman da hareketin ölçüsüdür. Şu halde devir, yıldızlar âlemini olduğu gibi “kevn ve fesad âlemi”ndeki değişme dönemlerini de kapsamaktadır. Her gök cisminin devri belli bir zamana sahiptir. Oluş ve bozuluş zamanları da belirli devirler meydana getirir. Câbir, bu devirlerin bilinmesi halinde oluş ve bozuluşlar hakkında ilmî tahminlerde bulunmaya yarayacak önemli bir anahtara (keşf) sahip olunabileceğini düşünmektedir (a.g.e., s. 551).
Gök cisimlerinin dönüş hareketine mantık kategorileriyle ilişkisi içinde temas eden Fârâbî, devrî hareketin mekân, keyfiyet ve kemiyet kategorileri bakımından değil ancak vaz‘ (konum) kategorisi açısından tanımlanabileceğini, bu sebeple devrî hareketin aynı zamanda vaz‘î hareket olduğunu belirtir. Ancak basit unsurlardan teşekkül eden cisimlerin merkezden çevreye veya çevreden merkeze doğru meydana gelen hareketlerinin mekânî, kemmî veya keyfî olabileceğini düşünür. Beşinci bir unsurdan (esîr) var edilen gök cisimlerine özgü devir hareketinin zıddı yoktur, yani sükûn ona ârız olmaz. Bu hareket mekanik değil dinamiktir (nefsânî) ve kaynağı “şevk” denilen, felek nefislerinin maddeden tamamen mücerred semavî akıllara benzeme arzusudur (ʿUyûnü’l-mesâʾil, s. 69-70, 72).
Fârâbî’nin yukarıdaki ana fikrini alabildiğine geliştiren İbn Sînâ, devir hareketinin vaz‘î karakteri üzerine uzun açıklamalara girişmiştir. Her şeyden önce İbn Sînâ, felekler için sadece vaz‘î hareketin söz konusu olduğunu söyler. Bu sebeple devir hareketinin bir mekândan ötekine intikal olmadığı kabul edilmelidir ve değişen mekân değil konumdur. Ona göre bir başka cisimden oluşturulmayıp doğrudan doğruya yoktan yaratma (ihtirâ‘, ibdâ‘) yoluyla meydana getirilen feleklerin devrî hareketlerinin zıddı yoktur. Hareketin tanımındaki kuvveden fiile geçiş fikri ancak vaz‘ kategorisinde söz konusudur ve devir hareketi feleğin nefsinden iradî olarak ortaya çıkar (eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât [2]: es-Semâʾ ve’l-ʿâlem, s. 26-36).
İbn Sînâ feleklerin devri problemini fizikî açıdan ele alırken eş-Şifâʾ adlı eserinin oluş ve bozuluş konusunu incelediği bölümünde “Edvârü’l-kevn ve’l-fesâd” başlığı altında bu devirlerin ay altı âlemindeki tesirleri üzerinde durur. Ona göre semavî cisimlerin devrî hareketi tabii tesirler meydana getirerek oluş ve bozuluşa, aynı zamanda da süreçlerin tekrarına imkân verir. Bazı oluşlar için bir günlük devir yeterken -meselâ bazı hayvan ve bitki türleri bir gün içinde doğar- bazı oluşlar için feleklerin uzun süren dönüşlerine ihtiyaç vardır ve bozuluş için de aynı şey söz konusudur. Ancak oluş ve bozuluşlara gerekli olan devir süreleri hakkında genel bir formüle ulaşmak zor, hatta imkânsızdır. Câbir’in bu konudaki ilmî heyecanı İbn Sînâ’da görülmez. Fakat ilke olarak yeryüzünde meydana gelen her hadisenin semavî cisimlerin devirlerine bağlı olduğu vurgulanır. Hatta bunlar insan iradesi üzerinde de etkindirler ve dolayısıyla fenomenler âlemindeki sebep-sonuç ilişkisi gezegenlerin devirleriyle açıklanır. Nihaî noktada ise ilâhî bir fiil teşkil eden kazâ, bu dönüşlerle oluş ve bozuluş dönemlerini kozmik bir kadere bağlamıştır (eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât [3]: el-Kevn ve’l-fesâd, s. 193-196).
Gazzâlî gök cisimlerinin canlı, akıllı ve irade sahibi oldukları ve hareketlerinin de Allah’a yaklaşma arzusundan kaynaklandığı şeklindeki filozofların fikirlerini ele alarak bunun mümkün olduğunu, ancak böyle bir telakkiye sadece vahiy ve ilham yoluyla ulaşılabileceğini, filozofların aklî temellendirme iddialarının geçersiz, tahlillerinin yetersiz ve nazariyelerinin hayalî kaldığını ileri sürer (Tehâfütü’l-felâsife, s. 173-189).
Feleklerin dönüşleri, popüler ansiklopedi ve tarih kitaplarından tasavvufî eserlere, küresel trigonometri temelli astronomi kitaplarına kadar çok çeşitli kaynaklarda sık sık rastlanan bir konudur. Meselâ Makdisî, “Göklerin, Yerin ve Arasındakilerin Yaratılışı” başlığı altında “Hepsi bir felekte yüzer” (Yâsîn 36/40) âyetini açıklarken “felek” ile kuşatıcı felek ve yedi gezegenin feleklerinin kastedilmiş olabileceğini, “yüzme”nin de değirmen taşının dönüşü gibi dönmek şeklinde anlaşılabileceğini söylemektedir (el-Bedʾ ve’t-târîḫ, II, 7-8).
İbnü’l-Arabî ʿUḳletü’l-müstevfiz adlı eserinde dünyanın yaratılışına temas ederken göklerin devirlerini belirli bir kozmolojik anlayışa dayandırmak istemektedir. Felekiyyât ile melekiyyâtın açık bir şekilde birleştirildiği bu anlayışa göre feleklerin dönüşleri (deverân) yukarıdan aşağıya doğru kâinatın objektif gerçeklik kazanmasına vesile olmakta, Allah dilediği gibi oluşları bu dönüşler esnasında halketmektedir. Arz ve semâvâtın yaratılışı bittikten sonra -İbnü’l-Arabî önce arzın yaratıldığı inancındadır ve aksini savunan filozofları eleştirir- Allah onlara yönelmiş, ruhları nefhetmiş, melekleri yaratmış, felekleri canlandırmış ve böylece deverân başlamıştır. İbnü’l-Arabî, devirlerde “şevk” faktörünün önemini vurgulamakla birlikte feleklerin, Allah’ın kendilerine devirleri hakkında bahşettiği sırların bilincinde olmadıkları düşüncesindedir. Filozofların bu devirlerin yönü hakkındaki görüşlerine de karşı çıkar ve sabit yıldızlar feleğiyle gezegenlerin aksi istikamette döndüğü şeklindeki geleneksel astronomi telakkisini yanlış bularak bütün gezegen feleklerinin sabit yıldızlar feleğiyle aynı yönde döndüğünü, felekler arasında yalnızca tabiat ve terkip ölçülerinden doğan hız farkları bulunduğunu, gezegen ve sabit yıldızların dönüşleri arasındaki önde/arkada kalmaların aksi istikametteki hareketlerden doğmadığını belirtir. “Erkân” dediği tabii unsurlardaki dönüşümlerin Allah’ın devirlere verdiği etkiler sebebiyle olduğunu vurgulayan İbnü’l-Arabî, bütün bu dönüşler ve yol açtıkları tabii etkileri esasta Allah’ın görevlendirdiği meleklerin iş başında olmalarına bağlar. Böylece felek dönüşlerinin tabii etkinin gerçek kaynağı olmadığını ve Allah’ın söz konusu etkiyi yaratırken fiiline bu tür sebepleri ortak etmediğini vurgulamak ister (ʿUḳletü’l-müstevfiz, s. 74-85).
Devir kavramını “Fi’l-edvâr ve’l-ekvâr” başlığı altında topyekün kozmoloji ve tabiat tarihi planında ele alan İhvân-ı Safâ’nın yazdıkları da daha sonraki İsmâilî ve İşrâkī kozmolojilerle paralellik arzeden dikkat çekici fikirlerdir. İhvân-ı Safâ’ya göre feleklerin oluş ve bozuluş âlemi etrafında sayısını yalnızca Allah’ın bildiği birçok devirleri vardır. Devirlerin başlayış ve/veya bitiş noktalarında tamamlanışına kevir (çoğulu ekvâr) adı verilir (İsmâilî kozmolojide ise kevir, “çok sayıda devirden oluşan kozmik çağ” anlamında kullanılmaktadır [krş. Corbin, Cyclical Time, s. 42]). Gökteki devirler belli zaman aralıklarıyla yıldızları aynı hizadaki başlangıç noktalarında buluşturur. Bu buluşmalara “kırânât” denir. İhvân-ı Safâ devirleri beşe ayırmaktadır. a) Gezegenlerin felek-i tedvîrlerindeki (episikl) dönüşleri. b) Felek-i tedvîr merkezlerinin felek-i hâmildeki (deferent) dönüşleri. c) Felek-i hâmillerin burçlar feleğindeki dönüşleri. d) Sabit yıldızların burçlar feleğindeki dönüşleri. e) Âlemi topyekün kuşatan feleğin dört unsur âlemi etrafında dönüşü. Binlerle ifade edilen devirler arasında 7000, 12.000, 51.000, 300.000 yıl süreni vardır. Tamamlanışı en uzun süren devir sabit yıldızların burçlar feleğindeki devridir ki otuz altı yıl sürer. Buna karşılık en kısa süren devir, âlemi (kül) kuşatan feleğin dört unsur âlemi etrafındaki dönüşüdür ve 24 saatte tamamlanır. Nitekim İhvân-ı Safâ, “Hepsi (küllün) bir felekte yüzer” (Yâsîn 36/40) âyetindeki “felek”i kuşatıcı felek, “küll”ü ise onun kuşattığı kozmos olarak anlar. Bu devirlerle yıldızlar, 36.000 yılda bir burçlar feleğinin ilk burcu olan Hamel burcunun ilk dakikasında buluştuğunda kırânâtın en uzun dönemi meydana gelir. Bu dönem, Siddhanta denilen astronomi tablosunda “âlemin bir günü” olarak adlandırılır. Ayda bir vuku bulan buluşma ise kırânâtın en kısasıdır ve ayın öteki gezegenlerle tek tek buluşmasından ibarettir. Devir, kevir ve buluşmalar hakkında uzun izahlara girişen İhvân-ı Safâ, bu dönüşlerin oluş ve bozuluş âlemine etkileri meselesine geçer ve yaygın felsefî kozmolojinin kabullerini tekrarlar (Resâʾil, III, 249-253).
İşrâkī ekolünün Doğu İslâm dünyasındaki sistemleştiricisi olan Şehâbeddin es-Sühreverdî de meseleyi bu noktadan ele alır ve sonsuz devirler boyunca oluşların tekrarlandığını, ancak birleşik varlıkların fert olarak süreklilik arzetmediğini belirtip bu devirlerin vahiy yahut ilhamla aydınlanmış bilgelerle peygamberlerden boş kalmayacağını vurgular. Feleklerin dönüşleri ve bunlar arasındaki münasebetler, metafizik âlemdeki nizamın ve nisbetlerin fizikî âleme bir yansımasıdır. Feleklerin birbiri ardınca dönüşleri ve bu dönüşlerden oluşan kozmik kevirlerin yeni bir kozmik çağı başlatması metafizik nurlar âleminin bir izdüşümüdür. Esasen aklî varlık mertebeleri arasındaki nisbetleri gerçekleştirmek üzere merhale merhale seyreden dönüşler yine bu aklî tertibe göre olur. Binlerce yıl sürebilen bu merhaleler sona erince “büyük kıyamet” kopar. Ardından felekler yeni bir devire başlar ve bu aklî münasebetleri gerçekleştirmek merhale merhale sürecek yeni bir çağa girilir. İşrâkīler’e göre aklî âlemdeki varlık hiyerarşisinin cismanî âleme yansıyan sonuçları bu kademeli dönüşlerle gerçekleşir ve her kozmik dönemin sonu yeni bir başlangıçla bitişir; bu böylece sürüp gider (Ḥikmetü’l-işrâḳ, s. 176, 239, 255).
Devir kavramını matematiksel astronominin konusu olarak ele alan Bîrûnî gibi bazı bilginler için bu tür spekülasyonlar önem taşımaz. Meselâ gezegenlerin Hamel burcundaki buluşmasının Hint astronomisindeki kozmik gün kavramıyla ilişkisine işaret etmekle birlikte Bîrûnî’yi asıl ilgilendiren, Kelp (Kalpa) ve Caturcûk (Caturyuga) adlı Hint zîcleriyle Muhammed b. İbrâhim el-Fezârî ve Ya‘kūb b. Târık gibi İslâm astronomlarının zîclerindeki yıldızların dönüşleriyle ilgili farklı tesbitlerdir. Ona göre Hint astronomisinden faydalanan müslümanlar arasında bu kaynaklardaki bilgileri tashih eden Muhammed b. İshak es-Serâhsî gibi âlimlerin çıkmış olması sevindiricidir. Bîrûnî, Hint ve İslâm astronomlarının zîclerini tablolar halinde karşılaştırmış ve yıldızlara ait devir süresi farklılıklarını ayrıntılarıyla tesbit etmiştir (Taḥḳīḳu mâ li’l-Hind, s. 351-352). Devir kavramını küresel trigonometri açısından ele alıp zîclerde kullanılan metotlara göre feleklerin dönüşlerini (yörüngeler) hesapladığı çalışmaları ise (Kitâbü Maḳālîdi ʿilmi’l-heyʾe, s. 226) onun şahsında İslâm astronomisinin ulaştığı zirveyi gösterir.
BİBLİYOGRAFYA
Tehânevî, Keşşâf, “devr” md.
Câbir b. Hayyân, Muḫtâru resâʾil (nşr. P. Kraus), Kahire 1354/1935, s. 523-526, 551.
Fârâbî, ʿUyûnü’l-mesâʾil (el-Mecmûʿ içinde), Kahire 1325, s. 69-70, 72.
Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ, II, 7-8.
İhvân-ı Safâ, Resâʾil, Beyrut 1376-77/1957, III, 249-253.
İbn Sînâ, eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât (1): es-Semâʿü’ṭ-ṭabîʿî (nşr. Saîd Zâyed), Kahire 1983, s. 98-105.
a.mlf., eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât (2): es-Semâʾ ve’l-ʿâlem (nşr. Mahmûd Kāsım), Kahire 1969, s. 26-36.
a.mlf., eş-Şifâʾ eṭ-Ṭabîʿiyyât (3): el-Kevn ve’l-fesâd (nşr. Mahmûd Kāsım), Kahire 1969, s. 193-196.
Bîrûnî, Taḥḳīḳu mâ li’l-Hind, Haydarâbâd 1377/1958, s. 351-352.
a.mlf., Kitâbü Maḳālîdi ʿilmi’l-heyʾe (nşr. ve trc. M. Th. Debarnot), Dımaşk 1985, s. 226.
Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife, Beyrut 1986, s. 173-189.
Sühreverdî, Ḥikmetü’l-işrâḳ (Opera metaphysica et mystica içinde, nşr. H. Corbin), Tahran 1953, s. 176, 239, 255.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî, ʿUḳletü’l-müstevfiz (nşr. H. S. Nyberg, Kleinere Schriften des Ibn al-ʿArabī içinde), Leiden 1336/1919, s. 74-85.
H. Corbin, Cyclical Time and Ismaili Gnosis, London 1983, s. 42-80.