https://islamansiklopedisi.org.tr/el-yevakit-vel-cevahir
Tam adı el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir fî beyâni ʿaḳāʾidi’l-ekâbir’dir. Adında yer alan “ekâbir” kelimesiyle sûfiyye büyüklerine işaret edilir. 955’te (1548) kaleme alınan eser (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 2054) kelâm konularının tamamını içerir ve dört bölümden oluşan bir mukaddime ile yetmiş bir bölümden (mebhas) meydana gelmektedir. Bu bölümleri ilâhiyyât, nübüvvât ve sem‘iyyât şeklinde incelemek mümkündür. Mukaddimenin birinci bölümünde Muhyiddin İbnü’l-Arabî hakkında genel bir değerlendirme yapıldıktan sonra, onun İslâm dünyasında yanlış tanındığı, İslâm âlimlerinin görüşlerine aykırı düşüncelerin kendisine ait olmayıp sonradan eserlerine eklendiği ileri sürülmekte ve kendisinin Ehl-i sünnet çizgisinde bulunduğunu ortaya koymak amacıyla birçok âlimin onun lehindeki ifadelerine yer verilmektedir. Mukaddimenin ikinci bölümünde sûfîlerin tarih boyunca mâruz kaldıkları iftiralardan söz edilerek İbnü’l-Arabî’ye nisbet edilen bazı fikirlerin bu iftiralar arasında yer aldığı belirtilmektedir. Üçüncü bölümde tasavvuf ehlinin sembolik dil kullanmasının sebepleri açıklanmakta, bu konudaki en önemli sebebin de başkalarının kendi aralarına girmesini engellemek olduğu belirtilmektedir. Dördüncü bölümde kelâm ilmi alanında derinleşmek isteyenlerin yapması gereken şeylere işaret edilmekte, âlimlerin bu ilme inkârcı fikirlere sahip kişi ve gruplarla mücadele etmek için başvurduğuna dikkat çekilmekte ve bu bağlamda İbnü’l-Arabî’nin çeşitli eserlerinden nakiller yapılmaktadır.
Eserin ilâhiyyât konularına ayrılan birinci bölümü yirmi sekiz alt bölümden oluşmakta ve kitabın yaklaşık üçte birini teşkil etmektedir. Müellif burada klasik kelâm konularını ele almış, rü’yetullah, kazâ ve kader bahislerine de temas etmiştir. Kitabın üçte birini aşan bir hacme sahip nübüvvet bölümünde Allah’ın yarattıkları içinde en faziletli insanın Hz. Muhammed olduğu belirtildikten sonra üstünlük sıralamasında tasavvuf ileri gelenlerinin önemi vurgulanmış, büyük günah ve tekfir konularına da yer verilmiş, bu arada devlet başkanlığı meselesi Sünnî anlayış çerçevesinde açıklanmıştır. el-Yevâḳīt’in on fasıldan meydana gelen üçüncü bölümü sem‘iyyât bahislerine tahsis edilmiş, burada da diğer kelâm kitaplarında zikredilen meseleler üzerinde durulmuştur.
Şa‘rânî, keşif ehliyle fikir ehlinin akaid görüşlerini uzlaştırmak için kendisinden önce kimsenin bu kadar çaba göstermediğini söyler. Bunun yanında inkârcılarla mücadele yönteminin benimsendiği kelâm ilminin bazı sakıncalarının bulunduğunu da ileri sürer. Müellif eserini yazarken hayatının son dönemlerinde bulunduğunu, kitapta anlaşılmayan hususların âlimler tarafından incelenmeden iktibas edilmemesini ve ehl-i keşfin beyanlarını tam olarak kavrayamayan kimselerin kelâmcıların zâhir görüşlerine itibar etmesini tavsiye eder. Ona göre Sûfiyye’nin akaidi keşif ve müşahedeye, kelâmcıların akaidi ise imana dayandığından Sûfiyye yolunu daha az kimse izlemiştir. “Mâsum olmayan” bir kısım keşif ehlinin sözlerine bakarak kelâmcıların çoğunluğuna muhalefet etmekten Allah’a sığındığını söyleyen Şa‘rânî (s. 10) sûfîlerin yanılabileceklerini söylemekte ve onlara uymanın sakıncalarına işaret etmektedir. Ayrıca birçok sûfînin akaide dair eserlerini incelediğini, bunların hiçbirinde İbnü’l-Arabî’nin kitaplarında gördüğü kadar tatminkâr açıklamalara rastlamadığını belirtir. Bundan dolayı eseri, onun el-Fütûḥâtü’l-Mekkiyye’sinden ve diğer kitaplarından elde ettiği veriler üzerine kaleme aldığını, İbnü’l-Arabî’nin dışındaki sûfîlere fazla itibar etmediğini bildirir. Öte yandan el-Fütûḥât’ta anlamadığı birçok ifadenin bulunduğunu, bunlardan bir kısmını kitabına aldığını, bunu da âlimlerin dikkatini çekmek için yaptığını zikreder. Böylece kendisinin eserine aldığı, garip ve aykırı diye nitelenen fikirlere inandığı şeklindeki eleştirileri reddetmiş olur.
Eserin birinci bölümünde İbnü’l-Arabî’ye ait görüşlerin yanında kelâmcılarla diğer sûfîlerin görüşlerine de yer veren müellif sonraki bölümlerde daha çok İbnü’l-Arabî’nin fikirlerini kaydetmekle yetinmiş, özellikle velâyet konularında diğer sûfîlere nâdiren göndermede bulunmuştur. Bu hususun, söz konusu alanlarda kelâmcıların yeter derecede fikir beyan edememelerinden, ayrıca İbnü’l-Arabî’nin özgün görüşlerinin Şa‘rânî tarafından benimsenmesinden kaynaklandığı söylenebilir. Kelâm literatüründen haberdar olan müellif, daha çok kendi zamanına yakın dönemde ve Mısır’da yaşayan ulemâya atıflar yapmış, kelâm tarihinde önemli sayılan âlimlerin görüşlerine genelde yer vermemiştir. Bunda coğrafî ve tarihî faktörlerin yanı sıra atıf yaptığı kelâmcıların sûfîmeşrep olmasının da etkisi vardır. Müellif konuları işlerken bazan İbnü’l-Arabî’nin el-Fütûḥât’ından alıntı yapmış, bazan da konuyla ilgili kendi düşüncesini belirttikten sonra el-Fütûḥât’tan bu görüşü destekleyen ifadeleri aktarmıştır. el-Yevâḳīt’te başta velâyet olmak üzere bazı konularda sadece İbnü’l-Arabî’nin görüşlerine yer verilmesi müellifin onu tasvip ve tercih etmesi sebebiyledir.
Şa‘rânî, itikadda Ehl-i sünnet ve’l-cemâat yolunu tavsiye ederken bundan bilinenin aksine sadece Eş‘arîlik’in kastedilmediğini belirtir. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin Eş‘arî’den önce geldiğini ve önemli bir âlim olduğunu, ancak Mâverâünnehir’de yaşadığı için görüşlerinin Eş‘ariyye kadar yaygınlık kazanmadığını ifade eder. Mâtürîdîlik’le Eş‘arîlik arasındaki bazı görüş farklarının ayrıntılarda görüldüğünü ve bunun bid‘atla nitelendirilemeyeceğini kaydeder (s. 10). Zaman zaman Ebü’l-Muîn en-Nesefî, Şemsüleimme es-Serahsî ve Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî gibi Mâtürîdî âlimlerine atıflar yaparak onların görüşlerini benimsediğini ima eder. Ayrıca eserinde gerçek mehdînin Hasan el-Askerî’nin oğlu olduğunu kaydettiğinden (s. 405) Şiîler’ce de yoğun biçimde referans alınmıştır (Necmeddin Ca‘fer b. Muhammed Askerî, II, 366; M. Kâzım el-Kazvînî, s. 115).
el-Yevâḳīt, bir sûfînin kaleminden çıkan ve itikad alanında kelâm âlimlerinin otoritesine de vurgu yapan bir eserdir ve bu açıdan önem taşımaktadır. Müellif bu eseriyle aynı zamanda bir yöntem ortaya koymuştur. Bu yöntem, her ilmin kendi çerçevesi içinde kalmasının gerekliliği ve tedâhüllerin isabetli netice vermediği noktasında odaklanmaktadır. Şa‘rânî’ye göre bir sûfînin kelâm âlimlerinden farklı bazı sonuçlara varması onu meşruiyet problemiyle karşı karşıya getirir. Bu durumda ilgili bilim otoriteleri tarafından öngörülen sonuçlar esas alınmalıdır. Ancak Şa‘rânî’nin, bu sözleriyle sûfîlerin görüşlerini eleştirip reddettiği sanılmamalıdır. Nitekim müellif bu yöntemi önerirken sûfîlerin müşahedeye dayanan görüşlerinin herkes tarafından anlaşılmasının zorluğuna işaret etmektedir. Tasavvuf tarihinde karşılaşılan ve kendini hemen her alanda söz sahibi kabul eden bir anlayışa karşılık Şa‘rânî’nin çabası uzlaştırıcı, bütünleştirici ve ümmetin birliğini sağlamaya yöneliktir. Onun bu hassasiyeti hemen her alanda ön planda tuttuğu eserlerinden anlaşılmaktadır.
el-Yevâḳīt’in muhtelif yazma nüshaları yanında (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1866; Süleymaniye Ktp., Hekimoğlu Ali Paşa, nr. 518; Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 576; TSMK, Medine, nr. 384; Çorum İl Halk Ktp., nr. 893) matbu nüshaları da vardır (Kahire 1305, 1307, 1308, 1379; Beyrut 1424/2003). Tahir Uluç bir makalesinde eseri tanıtmış (“Abdülvahhâb eş-Şa‘rânî [ö. 973/1567] ve el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir fî beyâni ʿaḳāʾidi’l-ekâbir Adlı Eseri”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, III/9 [Ankara 2002], s. 209-219), Mahmut Çınar da Nübüvvet İnancı Bağlamında Şa‘rânî’nin İbnü’l-Arabî Yorumu adlı doktora tezini (2011, MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü) el-Yevâḳīt’i esas alarak hazırlamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Şa‘rânî, el-Yevâḳīt ve’l-cevâhir, Beyrut 1424/2003.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 2054.
Necmeddin Ca‘fer b. Muhammed Askerî, el-Mehdî el-mevʿûd el-muntaẓar, Beyrut 1977, II, 366.
M. Kâzım el-Kazvînî, el-İmâmü’l-mehdî mine’l-mehdi ile’ẓ-ẓuhûr, Beyrut 1407/1987, s. 115.