EMÎR SULTAN KÜLLİYESİ - TDV İslâm Ansiklopedisi

EMÎR SULTAN KÜLLİYESİ

Müellif: M. BAHA TANMAN
EMÎR SULTAN KÜLLİYESİ
Müellif: M. BAHA TANMAN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 1995
Erişim Tarihi: 22.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/emir-sultan-kulliyesi
M. BAHA TANMAN, "EMÎR SULTAN KÜLLİYESİ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/emir-sultan-kulliyesi (22.12.2024).
Kopyalama metni

Bursa’nın doğu kesiminde şehre hâkim bir mevkide kurulmuş olan külliye Emîr Sultan’ın türbesini de içine almaktadır. Bir tarikat külliyesi niteliğindeki yapıların çekirdeğini teşkil eden tekke Emir Sultan’ın Bursa’ya yerleşmesinden az sonra kurulmuş olmalıdır. Bu tekkenin daha sonra Çelebi Sultan Mehmed (1403-1421) veya II. Murad devrinde (1421-1444 ve 1446-1451) şeyhin hanımı ve Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Fatma Hatun tarafından, halen mevcut caminin yerinde olduğu bilinen ilk caminin ve çevresindeki müştemilâtın inşa ettirilmesiyle tam teşekküllü bir tarikat merkezine dönüştürüldüğü anlaşılmaktadır. Mehmed Şemseddin Efendi’nin Yâdigâr-ı Şemsî adlı eserinde caminin Hoca Kasım diye tanınan bir tüccar tarafından yaptırıldığı ve bunu daha sonra uç beylerinden Sinan Bey’in genişlettiği yolunda bir rivayet nakledilmekteyse de belgelerden asıl bâninin Hundi Fatma Hatun olduğu öğrenilmektedir (bk. Ayverdi, s. 286; Kunter, IV, 60). Külliye, başlangıçta aynı zamanda tevhidhâne olarak da kullanıldığı anlaşılan cami, derviş hücreleriyle diğer tekke bölümleri, imaret, türbe, Hundi Fatma Hatun’un 1429’da inşa ettirdiği hamam, Çelebi Sultan Mehmed’in torunu Hatice Hatun’un yaptırdığı mektep ile Cezerî Kasım Paşa’nın ilâvesi olan medrese binalarından meydana geliyordu. Bunlara ayrıca XVIII ve XIX. yüzyıllarda bir muvakkithâne ve kütüphane ile caminin güney ve batı yönlerindeki çeşmeler eklenmiştir. Bugün sadece XIX. yüzyılın başında yeniden yapılan cami ile türbe, hamam ve çeşmeler mevcuttur.

Emîr Sultan Külliyesi yüzyıllar boyunca birçok onarım ve tâdilât geçirmiş, gelirleri ek vakıflarla devamlı surette arttırılmış, özellikle türbe değerli hediyelerle donatılmıştır. Halen Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde bulunan vakfiyesi Fâtih Sultan Mehmed tarafından 874 (1470) yılında tanzim ettirilmiş ve devrin Bursa kadısı Alâeddin Ali Fenârî tarafından tasdik edilmiştir. Vakfiyede yer alan gayri menkuller bizzat Emîr Sultan’la Hundi Fatma Hatun’un vakfettikleri, vakıf gelirlerinden fazlası ile satın alınanlar ve yedi hayır sahibiyle Fâtih Sultan Mehmed’in bunlara eklediği emlâkten oluşmaktadır. Vakfiyede, Bursa ve civarıyla Edremit-Havran yöresinde bulunan çok sayıdaki köy, mezraa, tuzla, bahçe, han, hamam, değirmen, ev ve fırın gibi emlâkin meydana getirdiği bu vakıflardan ekle edilecek gelirin ne şekilde harcanacağı bütün ayrıntıları ile belirtilmiştir. Bu kayıtlardan, ancak selâtin külliyeleriyle bazı önemli tarikat merkezlerinin vakfiyelerinde rastlanabilecek bir zenginliğe sahip olan külliyede kalabalık bir görevli kadrosunun faaliyet gösterdiği öğrenilmektedir. Külliyenin çevresinde zamanla Bursa’nın en büyük mezarlıklarından biri oluşmuştur.

Cami. Arşiv belgelerinden ve mevcut kitâbelerden birçok defa köklü biçimde onarıldığı anlaşılan cami 1210 (1795-96) depreminde tamamen yıkılmış ve III. Selim tarafından 1219 (1804-1805) yılında yeniden yaptırılmıştır; bu arada tekkenin harem dairesi de yenilenmiştir. Şadırvan avlusunun kıble tarafında bulunan cami ile kuzey tarafındaki türbenin bugünkü konumları, 1855 depreminden sonra gerçekleştirilen yenilemeler sırasında değişikliğe uğramamıştır. İlk caminin şekli hususunda araştırmacılar tarafından farklı görüşler ileri sürülmektedir. Yâdigâr-ı Şemsî’de bu caminin altı kubbeli olduğu belirtilmekte, Albert Gabriel de buradan hareketle söz konusu yapının çağdaşı Ulucami ile aynı tasarım özelliklerini paylaştığını, enine dikdörtgen planlı harimin eşit büyüklükte ve kubbe örtülü altı adet kare birimden meydana geldiğini söylemektedir. Ekrem Hakkı Ayverdi ise 913 (1507) tarihli bir belgede yer alan, “Sabıkân bir kubbe iken hâliyen dört kubbe ve bir harem olduğundan...” şeklindeki ifadeye dayanarak caminin başlangıçta kare planlı - tek kubbeli olarak tasarlandığını ve sonradan önüne üç kubbeli bir son cemaat yerinin eklendiğini kabul etmektedir. Diğer taraftan Evliya Çelebi şadırvan avlusunun derviş hücreleriyle kuşatılmış bulunduğunu nakleder ki Anadolu Türk mimarisinde cami-tekke ve cami-medrese şeklinde tasarlanan birçok yapıda bu düzenlemeye gidildiği bilinen bir husustur. Evliya Çelebi’nin anlattığı düzen, külliyeyi gördüğü sırada (XVII. yüzyıl ortaları) caminin aynı zamanda tekkenin tevhidhânesi olarak kullanıldığını düşündürmektedir. Ancak son dönemde selâmlık binasının içindeki bir mekânın tevhidhâne görevi yaptığı tesbit edilmiştir.

III. Selim’in yaptırdığı bugünkü cami kare planlı (15,20 × 15,20 m.) ve tek kubbe ile örtülü bir harime sahiptir. Kurşun kaplı olan ve yuvarlak bir kasnağa oturan kubbeye geçiş tromplarla sağlanmıştır. Tromp kemerlerini, dolayısıyla da kubbenin ağırlığını taşıyan duvar pâyeleri beden duvarlarından içeriye ve dışarıya doğru taşkınlık yaparak cepheleri hareketlendirmektedir. Toplam on üç adet olan bu pâyelerden dördü harimin köşelerinde, sekizi de her cephede ikişer tane olmak üzere cephelerin yan kesimlerinde yer almakta, bir tanesi ise kıble duvarı ekseninde ve mihrabın arkasında bulunmaktadır. Cephelerde, içerideki tromp kemerlerinin üzengi hattına tekabül eden hizaya bir silme kuşağı, bunun üzerine de üçer adet kemer yerleştirilmiştir. Yanlarda yer alan ve ortadakine oranla daha dar ve alçak olan kemerler birer niş görünümündedir. Ortadaki kemer içinde üç adet pencere bulunmakta ve beden duvarlarının saçak hizasından yukarıya taşmaktadır. Üsküdar’daki Rum Mehmed Paşa Camii gibi bir iki istisna dışında Osmanlı mimarisinde pek görülmeyen, buna karşılık Bizans yapılarında çok kullanılan bu ayrıntı, caminin tasarımında ya da en azından inşaatında Rum asıllı mimar veya kalfaların çalışmış olabileceğini düşündürmektedir.

Beden duvarlarında üç sıra halinde düzenlenmiş kırk dört pencere ile kubbe kasnağındaki on iki pencere harimi aydınlatır. Alt sıradaki demir parmaklıklı pencerelerin dikdörtgen açıklıkları kesme küfeki taşından sövelerle çerçevelenmiş ve yuvarlak hafifletme kemerleriyle taçlandırılmıştır. İkinci sırada ve kasnakta bulunan pencerelerle cephelerin üst kesiminde, ortadaki kemerin içinde üçlü gruplar halinde yer alan pencereler yuvarlak kemerli ve revzenlidir. Duvarlarda kesme taş örgü ile almaşık örgü (tuğla / kesme taş) birlikte kullanılmış, ikinci sırayı oluşturan pencerelerin alt hizasına kadar çıkan kesme taş örgü köşe pâyelerinde silme kuşağına kadar devam ettirilmiştir. Kuzey duvarının eksenindeki girişin üzerinde III. Selim’in adını ve 1219 tarihini taşıyan ta‘lik hatlı manzum ihya kitâbesi yer alır. Kitâbenin üstündeki içbükey kuşakta, geç devir Osmanlı mimarisinde sivil yapıların yanı sıra dinî yapılarda da görülen manzara resimleri dikkat çekmektedir. Caminin içindeki bütün mimari ayrıntılarda ve kalem işi bezemelerde Osmanlı barok üslûbunun izleri görülmektedir.

Harimin kuzeybatı ve kuzeydoğu köşelerinde yükselen kesme taş minarelerin kare tabanlı kaideleri beden duvarlarının saçak hizasına kadar devam eder. Geç devir Osmanlı minarelerinin hemen hepsinde olduğu gibi silindir biçimindeki gövdeler araya pabuç kısmı konulmaksızın doğrudan kaidelere oturtulmuştur. Akantus yaprağı şeklinde konsollarla desteklenen ve korint nizamında sütun başlıklarını andıran şerefeler, ayrıca kesme taştan örülmüş külâhlar, Bursa’daki minarelerin büyük çoğunluğu gibi bunların da 1855 depreminde yıkıldıktan sonra 1868-1869’daki Sultan Abdülaziz dönemi onarımında yenilendiğini göstermektedir.

Şadırvan avlusu enine (doğu-batı doğrultusunda) gelişen dikdörtgen bir alan şeklindedir. Burayı çepeçevre kuşatan ve farklı boyutlardaki dikdörtgen birimlerden oluşan revakın arkasında kıble yönünde cami, kuzeyde türbe ve buna bağlı yan mekânlar, doğu ve batı yönlerinde de yuvarlak kemerlerle taçlandırılmış birer avlu girişiyle ikişer pencere yer alır. Revakın beyaz mermer silindirik sütunlarına bağdâdî sıva ile yapılan yalancı kaş kemerler oturtulmuştur; revak birimleri de aynı şekilde bağdâdî sıvalı aynalı tonozlarla örtülüdür. Cami girişiyle bunun karşısındaki türbe penceresinin önünde yer alan iki kemer diğerlerine göre daha yüksek tutularak revakın görünümü hareketlendirilmiş, ayrıca cami-türbe manzumesinin ortak ekseni vurgulanmıştır. Revakın harime bitişik olan güney kanadı son cemaat yeri niteliğindedir. Bu kanatta, harim girişinin önündeki birim dışında kalan kesimlerin üzerine asma katlar inşa edilmiştir. Avlunun güneybatı ve güneydoğu köşelerindeki merdivenlerden çıkılan ve dikdörtgen açıklıklı pencerelerle avluya bakan bu fevkanî birimler cami görevlilerine mahsustur. Avlunun kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerine de dikdörtgen planlı birer oda yerleştirilmiş ve batı yönündeki avlu girişi kaş kemerli küçük bir revak birimiyle donatılmıştır. Mermer şadırvan sekizgen planlı ve fıskıyeli bir havuz biçimindedir. Sekizgenin köşelerine barok profilli sütunçeler, muslukların üzerine de minyatür konsollara oturan kemerler yerleştirilmiş, havuzun üzeri kubbe biçimindeki bir tel kafesle örtülmüştür.

Türbe. Sultan Abdülmecid’in 1845’te tamir ettirdiği türbe, Sultan Abdülaziz tarafından şadırvan avlusunun revakları ile birlikte 1868’de yeniden yaptırılmıştır. Emîr Sultan’ın, Hundi Fatma Hatun’un ve oğulları Emîr Ali ile iki kızlarının gömülü olduğu türbenin zemini günümüzde avlu kotundan 1 m. kadar aşağıdadır. 1013 (1605) yılına ait onarım keşfindeki bazı ifadelerden, o tarihteki caminin avluya göre yüksekte kaldığı ve dolayısıyla avlu ile türbenin aynı seviyede bulunduğu, buna göre de halihazır avlu zemininin bugünkü caminin yapımı sırasında yükseltildiği anlaşılmaktadır. Sekizgen prizma biçimindeki türbe kurşun kaplı bir kubbe ile örtülüdür ve ilk türbenin de bugünkü gibi sekizgen planlı ve kubbeli olduğu tahmin edilmektedir. Türbe doğu ve batıda dikdörtgen planlı birer mekânla bağlantılı durumdadır ve bunlardan doğudaki türbe kapısının revaka açıldığı giriş bölümü, batıdaki ise türbedar odasıdır. Böylece kuzey yönündeki üç serbest kenarı ile yapı kitlesinden dışarı taşan türbe etrafındaki mekânlardan daha yüksek tutulmuş ve çevresine hâkim kılınmıştır. Yapının girişin yer aldığı doğu kenarı dışındaki cephelerine birer adet büyük boyutlu ve yuvarlak kemerli pencere açılmıştır. Kıble yönünde revaka açılan ziyaret (niyaz) penceresinin üzerine Sultan Abdülaziz’in 1285 (1868) tarihli ve ta‘lik hatlı manzum ihya kitâbesi yerleştirilmiştir. Türbenin cepheleri ve iç süslemesi empire üslûbunu yansıtır. Emîr Sultan’ın diğerlerinden daha büyük ve yüksek tutulmuş olan sandukası oymalı ve yaldızlı ahşap korkuluklarla kuşatılmıştır.

Türbeyi XVII. yüzyılın ortalarında ziyaret eden Evliya Çelebi ile 1837 yılında Bursa ya gelen B. Poujoulat adındaki Fransız seyyahı içinin ve dışının renkli çinilerle kaplı olduğunu belirtmektedirler. Evliya Çelebi ayrıca, kapısı gümüş kaplama olan türbenin son derece zengin bir mefruşata sahip bulunduğunu, içinde çok sayıda altın ve gümüş şamdanların, kandillerin, mücevherli askıların, değerli hat levhalarının yer aldığını, Ravza-i Mutahhara dışında hiçbir türbede bu kadar kıymetli eşyanın görülemeyeceğini nakleder. Türbedeki eşyanın dökümünü içeren 1067 (1657) tarihli bir belge de bu hususta Evliya Çelebi’nin mübalağa etmediğini kanıtlamaktadır. Eski Bursa’nın tarihî dokusundan ve mistik havasından bütünüyle uzak düşmüş olan bugünkü türbenin Avrupaî mimarisi Ahmet Hamdi Tanpınar’ı da hayal kırıklığına uğratmıştır: “Bu yaldızlı, helezonî çizgili emperyal üslûp içinde büyük Türk velisi Emîr Sultan âdeta dondurulmuş gibi yatar. Diğer mimari eserlerde taşı canlı mahlûk yapan ve göze bir kalp penceresi gibi açılan o ledünnî halden burada eser yoktur.”

Tekke. Caminin kıble yönünde yer alan ve günümüzde tamamen ortadan kalkmış bulunan tekkenin geçmişi, yerleşim düzeni ve mimari özellikleri Bursalı Safiyyûddin Eşrefoğlu’nun naklettiği bilgilerle aydınlığa kavuşmaktadır. Emîr Sultan Tekkesi’nin son postnişini Hüsameddin Fındıkoğlu’nun elindeki bir vakfiye suretinde, burada evvelce bulunan harap tekke binalarının XVIII. yüzyıl başlarında Mehmed b. el-Hâc Hüseyin adında bir hayır sahibi tarafından satın alınarak yerlerine geniş kapsamlı yeni bir tesisin inşa ettirildiği ve bu tesisin Receb 1131 (1719) tarihinde tekkenin o sıradaki şeyhi İshak Efendi’nin tasarruf ve iskânına verildiği kayıtlıdır. Söz konusu belgede yenilenen tekkenin mimari programı şu şekilde özetlenmiştir: “Bir zâviye ve etrafına on bab mücedded ve bir matbah, bir ahır, iki çeşme ve bir tarafına dört ulvî ve iki sundurma ve bir sofa ve bir mâ-yi cârî, bir fırın ve bir miktar hadîkayı hâvî bir bab menzil.” Tekkelerin kapatılmasından sonra (1925) selâmlık binası ortadan kaldırılarak yerine Emîr Buhârî İlkokulu inşa edilmiş, 1979’da da Bursa Belediyesi harem binasını yıktırmıştır. 1980’den sonra Vakıflar Genel Müdürlüğü önceden yapılmış rölövelere göre binayı yeniden ihya etmeyi kararlaştırmış ve gerekli tahsisatı ayırmışsa da ihaleye talip olan müteahhit çıkmadığından arsası belediye tarafından kamulaştırılarak parka dönüştürülmüştür.

Eski fotoğraflarda selâmlık binasının iki katlı, büyük boyutlu bir yapı olduğu görülmekte ve dikdörtgen açıklıklı pencerelerin sıralandığı cephe düzenlemesinden de II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) onarım geçirdiği anlaşılmaktadır. Selâmlığın bünyesinde yer alan geniş bir mekânın tevhidhâne olarak kullanıldığı bilinmektedir. Aynı şekilde iki katlı olan harem binasının, cephe düzeninden ve özellikle üst katında teşhis edilen mimari ayrıntılarından III. Selim devrinde (1789-1807) yenilendiği belli olmaktaydı. Harem binasının da 1210 (1795-96) depreminde hasar gördüğü ve cami ile beraber 1219 (1804-1805) yılında yenilendiği tahmin edilebilir. Geniş bir saçakla donatılmış olduğu bilinen bu binanın üst katında mevcut küçük parça tablalı dolaplar ve manzara resimleriyle bezenmiş nişler sivil mimari açısından değerli ve korunması gerekli ayrıntılardı.

Hamam. Caminin güneyindeki caddenin karşı tarafında bulunan hamam dikdörtgen bir alana (34,75 × 12,35 m.) yerleştirilmiştir. Tek hamam olarak tasarlanan yapının kare planlı ve ahşap çatılı soğukluk bölümünün aslında kubbeli yapıldığı bilinmektedir. Soğukluktan yine kare planlı, kubbesi tromplara oturan küçük bir mekâna, oradan da ılıklığa geçilir. Ilıklık, dilimli bir kubbenin örttüğü kare planlı merkezî bir birimle buna açılan daha küçük boyutlu, kare planlı ve kubbeli üç birimden meydana gelmekte, bu küçük yıkanma yerlerinden birinin arkasında helâlar bulunmaktadır. Sıcaklık bölümünde Türk hamam mimarisinin en eski ve en yaygın şeması olan merkezî sofalı ve dört eyvanlı planın üç eyvanlı tipi uygulanmıştır. Göbek taşının bulunduğu kubbeli merkezî mekânın planı köşeleri pahlı kare biçimindedir. Zemini bir seki ile yükseltilmiş olan eyvanlar sivri kemerlerle merkezî birime açılmakta, eyvanların arasında kalan pahlı kenarlardan küçük kapılarla kare planlı ve kubbeli iki halvete geçilmektedir. Sıcaklığın arkasında da dikdörtgen planlı ve beşik tonoz örtülü su haznesiyle külhan bölümü bulunur.

Çeşmeler. Caminin güney ve batı yönlerinde farklı tarihlerde yapılmış dört çeşme bulunmaktadır. Bu çeşmelerden, kıble tarafında hamamın yer aldığı sokağın köşesindeki ile aynı yönde cami duvarının köşesindeki 1156 (1743) tarihini taşımakta, ikincisinin kitâbesinde, camiyi tamir ettiren Dârüssaâde Ağası Moralı Beşir Ağa tarafından yaptırıldıkları belirtilmektedir. Batıya açılan avlu girişinin önündeki merdivenlerin solunda bulunan üçüncü çeşme, kitâbesinden öğrenildiğine göre Surre Emîni Hacı Mustafa Efendi’nin eşi Zehra Hanım adına Fatma Hanım tarafından 1254 (1838-39) yılında vakfedilmiştir. II. Mahmud devrinin (1808-1839) empire üslûbuna bağlanan üçgen alınlık ve bunun içindeki güneş motifi (Sultan Mahmud güneşi) dikkat çeker. Aynı merdivenlerin sağında yer alan çeşme ise 1268 (1851) tarihlidir.


BİBLİYOGRAFYA

R. Lubenau, Beschreibung der Reisen (ed. W. Sahm), Königsberg 1930, II, 83-84.

, II, 16, 17.

J. J. B. Poujoulat, Voyage dans l’Asie mineure, Paris 1840, I, 165-166.

, s. 69, 87.

H. Wilde, Brussa: Eine Entwickelungsstätte Türkischer Architektur in Kleinasien unter den Ersten Osmanen, Berlin 1909, s. 28-32, rs. 35-37.

Mehmed Şemseddin, Yâdigâr-ı Şemsî, Bursa 1332, s. 3, 8.

Ahmet Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, Ankara 1946, s. 92-95.

Kâzım Baykal, Bursa ve Anıtları, Bursa 1950, s. 145-147.

R. Anhegger, “Beiträge zur frühosmanischen Baugeschichte”, Zeki Velidi Togan’a Armağan, İstanbul 1954-55, s. 301-330.

A. Gabriel, Une capitale turque Brousse - Bursa, Paris 1958, I, 181-184; II, lv. LXVI.

G. Goodwin, A History of Ottoman Architecture, London 1971, s. 32, 412-413.

, s. 282-288, 360.

İhsan Yardımcı, Bursa Tarihinden Çizgiler ve Bursa Evliyaları, İstanbul 1976, s. 177-208.

H. Turyan, Bursa Evliyaları ve Tarihi Eserleri, Bursa 1982, s. 37-61.

Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ankara 1983, III, 56-58, 257, 359-360, 389.

Oktay Aslanapa, Osmanlı Devri Mimarisi, İstanbul 1986, s. 425.

M. Cavid Baysun, “Emir Sultan’ın Hayatı ve Şahsiyeti”, , I/1 (1949), s. 77-94.

H. B. Kunter, “Emîr Sultan Vakıfları ve Fâtih’in Emîr Sultan Vakfiyesi”, , sy. 4 (1958), s. 39-63.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 11. cildinde, 148-151 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER