https://islamansiklopedisi.org.tr/haris-b-kelede
Tâif’te doğdu. Sakīf kabilesine mensuptur. Klasik kaynaklardan öğrenildiğine göre Doğu ve Batı tıbbının buluştuğu en önemli merkez olan İran’ın Hûzistan bölgesindeki Cündişâpûr tıp okulunda tahsil gördükten sonra, bu ülkede bir süre hekimlik yaparak önde gelen devlet büyüklerini tedavi edip üne kavuşmuş ve bol para kazanmıştır (İbn Cülcül, s. 54; İbnü’l-Kıftî, s. 111-112); bu arada mûsikiye merak sardığı ve ud çalmayı öğrendiği rivayet edilir. Tâif’e döndükten sonra Yemen’e gittiği ve bir süre orada hekim olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Ancak onun San‘a şehrinde bir tıp okulu açtığı ve bu okulda hem hocalık hem de yöneticilik yaptığı yolundaki iddia (Gālib Ata, Tıp Tarihi, I, 127) hiçbir belgeye dayanmamaktadır.
Sahâbe biyografisine dair bazı eserlerde yer almakla birlikte Hâris b. Kelede’nin İslâmiyet’i kabul ettiğine dair elde kesin bir kanıt yoktur. Fakat Hz. Peygamber’in onun hekimliğine güvendiği, hastalanan sahâbîlere tavsiye ettiği, Vedâ haccı sırasında kalbinden rahatsızlanan Sa‘d b. Ebû Vakkās’ı ziyarete gittiğinde bizzat kendisinin Hâris b. Kelede’yi çağırtarak onu tedavi ettirdiği bilinmektedir (İbnü’l-Esîr, I, 413; İbn Hacer, I, 288-289). Bu ve benzeri bazı olaylara dayanarak gayri müslimlerin bilgi ve becerilerinden faydalanmanın dinen câiz olduğu kabul edilmiştir (Abdülhay el-Kettânî, II, 213, 215-216). Çeşitli kaynaklar, onun Hulefâ-yi Râşidîn ve Muâviye ile ilişkilerinin bulunduğuna dair birtakım rivayetlere yer vermekte ve hicretin 50. yılında (670) öldüğünü söylemekte iseler de bu bilgileri ihtiyatla karşılamak gerekir. Zira o dönemin İslâm toplumunda bir insanın müşrik olarak elli yıl hayatını sürdürebildiğini düşünmek zordur. Bu bakımdan Hâris’in Hz. Ebû Bekir’le aynı günde (22 Cemâziyelâhir 13/23 Ağustos 634) öldüğünü haber veren başka bir rivayeti benimsemek daha doğru olacaktır. Bu takdirde diğer halifelerle olan münasebetinin onların halifeliklerinden önceki yıllarda gerçekleştiği düşünülebilir.
Kaynaklarda Hâris b. Kelede’nin çocuklarına da geniş yer verilmiştir. Bunlardan Nâfi‘, Nudayr ve Hâris ünlü birer sahâbî, babası gibi hekim olan Nadr ise Resûl-i Ekrem’in emriyle Hz. Ali tarafından öldürülen ünlü bir müşriktir. Hâris, Sümeyye adlı câriyesinden doğan ve künyesi bizzat Hz. Peygamber tarafından verilen Ebû Bekre ile Emevîler’in Irak valisi Ziyâd b. Ebîh’in neseplerini reddetmiştir. Kızlarından birinin de sahâbîlerden Basra Valisi Utbe b. Gazvân ile evli olduğu bilinmektedir.
Hâris b. Kelede’nin teşhis ve tedavi konularında çok başarılı olduğu, hangi hastalığa hangi ilâcın verileceğini iyi bildiği, geniş kültürünün ve tecrübelerinin yardımıyla halkın gelenek ve alışkanlıklarını da göz önünde tutarak kendine has tedavi yöntemleri geliştirdiği rivayet edilir. Büyük bir kısmı İbn Ebû Usaybia’nın ʿUyûnü’l-enbâʾında yer alan el-Muḥâvere fi’ṭ-ṭıb adlı küçük hacimli bir eserin ona ait olduğu kabul edilmektedir. Ancak İran’da bulunduğu sıralarda Sâsânî Hükümdarı Enûşirvân (531-579) ile yaptığı tıp sohbetlerinin kaleme alınmış şekli olan esere, sonraki yıllarda halk sağlığıyla ilgili çeşitli darbımesellerin de karıştığı kabul edilmektedir. Bu metinde ona mal edilen şu tavsiyeler modern tıp açısından da dikkat çekicidir: “Güneş altında fazla kalmayın. Mide hastalıkların yuvası, az yemek ise devânın başıdır. Çok yaşamak isteyen kahvaltısını erken yapsın, akşam yemeğini erken yesin, az borçlansın, az cinsî münasebette bulunsun, sağlıklı iken ilâç kullanmaktan sakınsın, bir hastalık ortaya çıktığı zaman onu müzmin hale gelmeden önce izâle etsin; çünkü insan bedeni toprak gibidir, ıslah edersen mâmur, ihmal edersen harap olur. Pastırma yemek, tok karnına hamama girmek veya cinsî münasebette bulunmak, yaşlı kadınla evli olmak ve cinsel yaşamını onunla sürdürmek vücudu yıpratır. Genç kadınla evlenin, meyveyi olgunlaşınca yiyin, bedeniniz hastalığa tahammül ettiği müddetçe ilâç kullanmayın, zira ilâç bir hastalığı giderir, fakat bir başka rahatsızlığa yol açar. Sabah kahvaltısından sonra biraz uyuyun, akşam yemeğinden sonra ise kırk adım yürüyün.”
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, III, 147, 198, 247.
İbn Kuteybe, el-Maʿârif (Sâvî), s. 68, 125, 151.
İbn Düreyd, el-İştiḳāḳ, s. 305-306.
İbn Cülcül, Ṭabaḳātü’l-eṭıbbâʾ (nşr. Fuad Seyyid), Kahire 1955, s. 54.
İbn Abdülber, el-İstîʿâb, I, 289, 567-568; III, 541, 567; IV, 389-390.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, I, 94; III, 154; IV, 9-11.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), I, 413.
İbnü’l-Kıftî, İḫbârü’l-ʿulemâʾ, s. 111-113.
İbn Ebû Usaybia, ʿUyûnü’l-enbâʾ, s. 162-165.
İbn Hacer, el-İṣâbe, I, 276, 288-289; III, 544, 555, 557-558, 571-572; IV, 226, 335, 340, 346, 350, 389.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 783.
Gālib Ata, Tıp Tarihi, İstanbul 1341/1925, I, 127.
a.mlf., Tıp Fakültesi, İstanbul 1341, s. 30-35.
Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), I, 319; II, 100-101.
Sezgin, GAS, III, 203-204.
Ferîd Vecdî, DM, III, 398-403.
Kemâl es-Sâmerrâî, Muḫtaṣar târîḫu’ṭ-ṭıbbi’l-ʿArabî, Beyrut 1404/1984, s. 267-278.
Muhtâr Sâlim, eṭ-Ṭıbbü’l-İslâmî beyne’l-ʿaḳīde ve’l-ibdâʿ, Beyrut 1408/1988, s. 67-72.
Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 212-218; III, 77.
Ch. Pellat, “al-Ḥarit̲h̲ b. Kalada”, EI2 Suppl. (İng.), s. 354-355.