https://islamansiklopedisi.org.tr/rauf
Sözlükte “şefkat ve merhamet etmek” mânasındaki re’fet kökünden türeyen raûf kelimesi “kalbi dayanamayacak derecede merhametli” demektir. Dil âlimleri re’fetin rahmetten daha güçlü bir şefkat duygusunu ifade ettiğini belirtir. Rahmet, “hoşlanmasa bile kişinin başkasına iyilik yapması” anlamına da geldiği halde re’fet gönülden kopan bir istekle şefkat gösterme içeriğine sahiptir. Raûf Allah’a nisbet edildiğinde “ileri derecede şefkatli ve merhametli” mânası kastedilir (Lisânü’l-ʿArab, “rʾef” md.; Kāmus Tercümesi, “rʾef” md.; Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, s. 91). Ebü’l-Bekā el-Kefevî’ye göre rahmet daha çok kişiye sevinç verici imkânlar sağlamayı, re’fet ise ondaki sıkıntıları ortadan kaldırmayı ifade eder (el-Külliyyât, s. 471).
Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette re’fet, on bir âyette raûf kelimesi geçmektedir. Re’fet kelimelerinden biri, suç işleyen kimselere hak ettikleri cezaların verilmesi sırasında acıma duygusuna kapılarak adaletin ihlâl edilmemesi gerektiği bağlamında geçmekte (en-Nûr 24/2), diğeri ise (el-Hadîd 57/27) Hz. Îsâ’ya tâbi olanların kalplerine şefkat ve merhamet hislerinin yerleştirildiğini belirten âyette “ca‘l” yardımcı fiiliyle zât-ı ilâhiyyeye nisbet edilmektedir. Raûf kelimesinin yer aldığı on bir âyetin birinde Hz. Peygamber’den söz edilirken müminlerin sıkıntıya mâruz kalmasının kendisine çok ağır geldiği ve onun müminlere çok düşkün, çok şefkatli ve merhametli olduğu anlatılırken rahîm kelimesiyle beraber kullanılmakta, böylece raûf-rahîm sıfatları Resûlullah’a da izâfe edilmektedir (et-Tevbe 9/128). Raûf sıfatının Allah’a nisbet edildiği on âyetin ikisinde O’nun kullarına çok şefkatli olduğu belirtilirken tek başına kullanılmakta, diğerlerinde ise rahîm isminin önünde geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “rʾef” md.). Raûf, İbn Mâce ile Tirmizî’nin rivayet ettikleri doksan dokuz esmâ-i hüsnâ listesinde yer almıştır (“Duʿâʾ”, 10; “Daʿavât”, 82).
Bazı âlimler raûf ile rahîm arasında fark gözetmezken çoğunluk raûfun rahîmden daha ileri derecede şefkat ve merhamet içerdiğini kabul eder (Zeccâc, s. 62). Mâtürîdî, “Allah kullarına çok şefkatlidir” meâlindeki âyetin tefsirinde (Âl-i İmrân 3/30) ilâhî re’fet ve rahmetin iki çeşidi olduğunu belirtir. Birincisi Cenâb-ı Hakk’ın bütün insanları kuşatan lutfu, onları şuurlu birer canlı olarak yaratıp yetenekler vermesi, Allah’a karşı işledikleri suçlardan dolayı hemen cezalandırmayıp tövbe etmelerine fırsat tanımasıdır. İkincisi sadece Allah’ın mümin kullarıyla ilgili olup onların kusurlarını bağışlaması ve işledikleri iyi amellere fazlasıyla mükâfat vermesidir (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, II, 287-288). Bazı esmâ-i hüsnâ âlimlerinin raûf isminin muhtevasını incelerken kullandıkları üslûp, onların ilâhî re’fetle annenin evlâdına karşı taşıdığı derin şefkat duygusu arasında paralellik kurduklarını göstermektedir. Anne yüreği evlâdına ağır bir işin yüklenmesine ve onun tahammülü güç bir sıkıntıya mâruz bırakılmasına nasıl rıza göstermezse ilâhî re’fet de şefkate lâyık olan insanların maddî ve mânevî sıkıntılara uğramasına müsaade etmez (Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, vr. 81b; Fahreddin er-Râzî, s. 341-342). Ebû Abdullah el-Halîmî raûf isminin bir tecellisi olarak Allah’ın, kullarını onlara zor gelecek şeylerle mükellef tutmadığını söylemekte, yolcuların, hastaların bazı vecîbelerinin hafifletildiğini veya tamamen kaldırıldığını buna örnek olarak zikretmektedir (el-Minhâc, I, 201). Allah’ın zâtî sıfatları içinde yer alan raûf rahmân, rahîm, latîf ve vedûd isimleriyle anlam yakınlığı içinde bulunur.
BİBLİYOGRAFYA
Zeccâc, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Beyrut 1395/1975, s. 62.
Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu), İstanbul 2005, II, 287-288.
Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiḳāḳu esmâʾillâh (nşr. Abdülhüseyin Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 91.
Halîmî, el-Minhâc, I, 201.
Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 86-87.
Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ (Fazluh), s. 174.
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 81a-b.
Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 341-342.
Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 471.