RÜKÛ - TDV İslâm Ansiklopedisi

RÜKÛ

الركوع
Müellif: NİHAT DALGIN
RÜKÛ
Müellif: NİHAT DALGIN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2008
Erişim Tarihi: 16.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/ruku
NİHAT DALGIN, "RÜKÛ", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ruku (16.11.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “eğilmek” anlamına gelen rükû‘ kelimesi, fıkıh terimi olarak namazda kıraatin tamamlanmasından sonra baş ve sırt düz bir yüzey oluşturacak ve eller dizlere ulaşacak biçimde öne doğru eğilmeyi ifade eder. Allah’ın yüceliği karşısında kulun âcizliğini ve tevazuunu belirten bu eğilme namazın rükünlerinden ve farzlarındandır. Rükû kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte aynı kökten türeyen kelimelerin mecaz olarak “boyun eğmek” mânasında (el-Mâide 5/55; el-Mürselât 77/48) ve terim anlamıyla (meselâ bk. el-Bakara 2/43, 125; el-Hac 22/77) kullanıldığı görülmektedir. İbadetlerin yerine getirilmesiyle ilgili ayrıntılar Hz. Peygamber’in uygulamasıyla belirlenmiş olduğundan namazda rükûun şekli Resûl-i Ekrem’in sözlü ve fiilî sünnetine dayanır. Konuya ilişkin rivayetlerin fıkıh âlimleri tarafından değerlendirilmesi ve yorumlanması sonucunda rükû ile ilgili bazı meselelerde farklı görüşler ortaya konmuştur.

Hadis kaynaklarında yer alan rivayetlerden rükû sırasında baş ve sırtın düz bir yüzey oluşturacak şekilde eğilmesi, normal mesafede açılmış el parmaklarıyla diz kapaklarının kavranması, baldır ve uyluk kemiklerinin dik durması, kadınların dizlerini biraz bükmesi, erkeklerin dirseklerini kollarla böğür arasında hafif boşluk meydana gelecek biçimde kıvırması ve bu durumun vücutta bir sükûnet hissedilinceye kadar devam etmesi gerektiği anlaşılmaktadır (Buhârî, “Eẕân”, 120-127; Müslim, “Ṣalât”, 21-25, 193-196, 240; Tirmizî, “Ṣalât”, 76-83; Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 116, 142-148; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 16-17). Fakihlerin çoğunluğu, vücutta sükûnet hissedilinceye kadar rükû halinde kalmanın farz olduğu görüşündedir. Hanefî mezhebinde hâkim kanaate göre ise âyette mutlak olarak rükû yapılması emredilmiş olup bunun yerine gelmiş sayılması için rükû denilebilecek şekilde eğilmek yeterlidir; konuya ilişkin hadis mütevâtir olmadığından rükûda bir süre (en az bir defa “sübhânellāhi’l-azîm” diyecek kadar) durulması farz değil vâciptir (ayrıca bk. TA‘DÎL-i ERKÂN). Hanefî ve Hanbelî mezheplerine göre rükû hareketine yakın bir eğilmeyle bu farz yerine gelmiş olur; kıyam haline yakın eğilme ise rükû olarak kabul edilmez. Mâlikî mezhebine göre eller dizlere yakın olacak, Şâfiî mezhebine göre eller dizlere ulaşacak şekilde eğilmek gerekir. Kadınların rükûa yakın bir durumda eğilmesi yeterlidir.

Kıyamdan rükû haline geçerken “Allāhüekber” denilmesi âlimlerin çoğunluğuna göre sünnettir. Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinde bu esnada namaza başlangıç tekbirinde olduğu gibi elleri kaldırmak da sünnet kabul edilmiştir. Rükû sırasında Allah’ı noksan sıfatlardan tenzih eden cümlecikleri söylemenin (tesbih) dinen tasvip edildiği, Kur’an okumanın ise mekruh olduğu hususunda fakihler fikir birliği içindedir. Hanefî mezhebinde en az üç defa “sübhâne rabbiye’l-azîm” denilmesi sünnettir. Tesbihin şekli, sayısı ve hükmü konusunda farklı görüşler bulunduğu gibi başka duaların okunmasının uygun olup olmadığı hakkında da mezhepler farklı yaklaşımlara sahiptir.

Cemaatle kılınan namazlarda rükûdan doğrulurken imam “semiallahü li-men hamideh” dedikten sonra cemaat “rabbenâ leke’l-hamd” der. Tek başına namaz kılan kimse ise her iki cümleyi sırasıyla kendisi söyler. Rükû tekbirini alırken ellerin kaldırılmasının sünnet olduğunu kabul eden fakihlere göre rükûdan kalkarken de eller kaldırılır.

Rükû halini andıracak derecede kambur olan kimsenin namaz kılarken rükûu yerine getirmiş olması için normal haline göre biraz daha eğilmesi gerekir. Hastalığı sebebiyle oturarak veya yatarak namaz kılan kimse belini veya başını bir miktar eğmek suretiyle rükûu yerine getirmiş olur. Ayakta durabildiği halde özrü sebebiyle rükû yapamayan kimse Hanefîler’in dışındaki üç mezhebe göre ayakta ima ile rükû yapar. Hanefî mezhebine göre bu durumdaki kimseden kıyam şartı düştüğü için oturarak ima ile kılması daha faziletlidir.

Cemaatle kılınan namazın herhangi bir rek‘atında rükû halindeyken imama yetişen kimse ayakta tekbir aldıktan sonra hemen rükûa giderse o rek‘atı cemaatle kılmış sayılır. Bu durumdaki kişi tekbiri rükûa yakın bir durumda alırsa imama uymuş sayılmaz ve namaza devam ederse geçerli olmaz. İmamdan önce rükû yapan veya imam rükûa gitmeden önce rükûdan başını kaldıran kimse bu rükûu imamla birlikte tekrar etmezse namazı fâsid olur.


BİBLİYOGRAFYA

, “rkʿa” md.

, “rkʿa” md.

, VI, 35, 94, 115.

Burhâneddin el-Mergīnânî, el-Hidâye, [baskı yeri ve tarihi yok] (el-Mektebetü’l-İslâmiyye), I, 49.

İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, Beyrut 1992, I, 162, 163, 169, 170.

, Beyrut 1994, I, 573-589.

, I, 163-166.

, II, 267-282.

İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr, Beyrut, ts. (Dâru ihyâi’t-türâsi’l-Arabî), I, 300.

Abdülganî b. Tâlib el-Meydânî, el-Lübâb (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1381/1961, I, 72, 101.

Abdurrahman Kasapoğlu, “Bir Dini Tecrübenin İfade Simgesi: Rükû”, Tabula Rasa, III/9, Isparta 2003, s. 255-279.

“Rükûʿ”, , XXIII, 126-135.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 286 numaralı sayfada yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER