https://islamansiklopedisi.org.tr/sehi-bey
Hayatının ilk dönemleri hakkında yeterli bilgi yoktur. Fâtih Sultan Mehmed devrinde Edirne’de dünyaya geldi. Latîfî doğum yerinden bahsetmediği gibi Âlî Mustafa Efendi de ondan, “Abdullahoğludur” diye söz ederek devşirme olduğuna işaret eder. Şair Necâtî Bey’in yanında yetişen Sehî Bey’in eserlerinden iyi bir öğrenim gördüğü, Sultan II. Bayezid’in damadı Dâvud Bey için söylediği bir kasideden gençliğinde bir müddet Mora’da bulunduğu anlaşılmaktadır. Necâtî Bey, II. Bayezid’in oğlu Mahmud’un Manisa valiliği sırasında (1504-1507) şehzade hocası ve nişancı olunca Sehî Bey de onunla beraber Manisa’ya giderek (910/1504) ilk resmî görevine başladı. Latîfî, şairin Manisa’da iken Necâtî Bey ile birlikte Kili ve Boğdan seferlerine katıldığını belirtmektedir. Sehî Bey, Şehzade Mahmud’un ölümü üzerine Necâtî Bey’le birlikte İstanbul’a döndü. Franz Babinger’in muhtemelen Âlî Mustafa Efendi ve Evliya Çelebi’ye dayanarak verdiği ve başka bir kaynakta yer almayan şairin Necâtî Bey’in damadı olduğu şeklindeki bilgi doğru değildir. Âşık Çelebi ve Hasan Çelebi, tezkirelerinde Sehî’nin İstanbul’a dönüşünden sonra divan kâtipliği yaptığını bildirir. Nitekim Mevâcib Defteri’ndeki bir kayıttan bir müddet divan kâtipliği yaptığı öğrenilmektedir (Erünsal, XIX [1980], s. 220). Hâmisi Necâtî Bey 914 (1509) yılında İstanbul’da öldüğü zaman Sehî Bey, Şeyh Vefa Tekkesi civarında ona bir mezar inşa ettirdi ve kitâbesine şu tarih beytini yazdırttı: “Nakl-i Necâtî âleme târîh olmağın / Târîhini Sehî dedi: Gitti Necâtî hay.”
Şehzade Süleyman (Kanûnî) 1513’te sancağa çıkınca Sehî Bey şehzadenin divan kâtibi olarak onunla birlikte ikinci defa Manisa’ya gitti. 1520 yılına kadar Manisa’da ve kısa sürelerle Edirne’de olmak üzere yedi yıl bu hizmette bulundu. Kanûnî Sultan Süleyman’ın 926’da (1520) tahta çıkması üzerine önce Kapıkulu Sipahi Bölüğü’ne tayin edildi, ardından Edirne’de küçük bir tevliyet verilerek İstanbul’dan uzaklaştırıldı. Latîfî ise şairin bu yeni görevini kendi isteğiyle aldığını belirtmektedir. Sehî Bey ömrünün geri kalan yaklaşık otuz yılını Edirne’de yalnızlık içinde geçirdi. Bu dönemde padişaha, Makbul İbrâhim Paşa’ya ve İskender Çelebi’ye kasideler sunduysa da daha iyi bir görev elde edemedi. Bir ara Ergene’de ve diğer bazı imaretlerde mütevellilik yaptı. Muhtemelen son görev yeri olan ve şair Refîkî’nin 939’da (1532) ölümü üzerine boşalan Edirne dârülhadis mütevelliliğine getirildi. Başbakanlık Arşivi’ndeki bir tamirat defterindeki kayıtta da bunun 953’te (1546) Edirne Dârülhadisi mütevellisi olduğu belirtilir (a.g.e., XIX [1980], s. 220). Sehî Bey tezkiresini burada iken tamamlayarak (945/1538) sefer dönüşü Edirne’de konaklayan Kanûnî Sultan Süleyman’a sundu; “Ne ettim bilmezem ben dirliğimde / Ki kapından sürüldüm pîrliğimde / N’ola ihsân-ı sultân olsa mebzûl / Koca kul kapısında olsa makbûl” manzumesini de padişaha arzetti. Sehî Bey, bu vesileyle nişancılık veya defterdarlık gibi daha önemli bir göreve getirileceğini umuyordu. Ancak bu çalışmasıyla da beklediği ilgiyi göremediği anlaşılmaktadır. 955 (1548) yılında Edirne’de öldüğü zaman seksen yaşını aşmış bulunuyordu.
Eserleri. 1. Divan. Kazasker Fenârîzâde Muhyiddin Çelebi’nin isteği üzerine tertip edilerek kendisine sunulan eser bir önsözle başlamaktadır. Kasideler, gazeller, murabbalar, kıtalar, tarihler ve latifelerden ibaret olan, Âşık Çelebi ile Âlî Mustafa Efendi’nin gördüğü ve Hasan Çelebi’nin “mürettep ve mükemmel divan” diye övdüğü eserin (Tezkire, I, 495) bilinen tek nüshası Paris’te Bibliothèque Nationale’dedir (Supp. Turc., nr. 360). Sehî Bey divan sahibi bir şair olmasına rağmen devrinde bu yönü ile dikkat çekmemiştir. XVI ve XVII. yüzyıllara ait bazı şiir mecmualarıyla nazîre mecmualarında görülen şiirleri sonraki asırlarda âdeta unutulmuş gibidir.
2. Heşt Bihişt. Sehî Bey’in adını günümüze kadar devam ettiren en önemli eseri tezkiresi olup eser bugüne kadar Anadolu sahasında yazılan ilk şuarâ tezkiresi olarak bilinmektedir. Eser bir mukaddime, sekiz bölüm ve bir hâtimeden meydana gelmektedir. Heşt Bihişt, özellikle çağdaşı olan şairler hakkında verdiği bilgilerle günümüze kadar edebiyat tarihinin en önemli kaynaklarından biri olarak kullanılagelmiştir. Eser önce Mehmed Şükrü (İstanbul 1325), ardından Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Ayasofya, nr. 3544) bulunan yazmanın faksimileleri on dört nüsha ile karşılaştırmalı olarak Günay Kut (Harvard 1978) ve sonra sadeleştirilerek Mustafa İsen (İstanbul 1980) tarafından yayımlanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Sehî, Tezkire (Kut), s. 182.
Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 163a-b.
Latîfî, Tezkiretü’ş-şu‘arâ ve tabsıratü’n-nuzamâ (haz. Rıdvan Canım), Ankara 2000, s. 314.
Beyânî, Tezkire (haz. İbrahim Kutluk), Ankara 1997, s. 131-132; a.e., Millet Ktp., Ali Emîrî, nr. 757, vr. 46a-b.
Kınalızâde, Tezkire, I, 493-495.
Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı (haz. Mustafa İsen), Ankara 1994, s. 179-180.
Kafzâde Fâizî, Zübdetü’l-eş‘âr, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1877, vr. 54a.
Riyâzî, Riyâzü’ş-şuarâ, Nuruosmaniye Ktp., nr. 3724, vr. 87b-88a.
Abdurrahman Hibrî, Enîsü’l-müsâmirîn, İÜ Ktp., TY, nr. 451, vr. 79b.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 387, 793.
Osmanlı Müellifleri, II, 346.
İbrahim Alaattin Gövsa, Meşhur Adamlar: Hayatları-Eserleri, İstanbul 1933-36, IV, 1432.
Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi, İstanbul 1939, s. 192-194.
Babinger (Üçok), s. 76.
Harun Tolasa, Sehî, Latîfî, Âşık Çelebi Tezkirelerine Göre 16. y.y.’da Edebiyat Araştırma ve Eleştirisi, İzmir 1983.
“Sehî Bey”, Büyük Türk Klâsikleri, İstanbul 1986, IV, 152-158.
Halûk İpekten v.dğr., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s. 431.
Günay Kut, “Sehî Divanı”, Çevren, VI/20, Priştine 1978, s. 23-36.
İsmail E. Erünsal, “Türk Edebiyatı Tarihine Kaynak Olarak Arşivlerin Değeri”, TM, XIX (1980), s. 213-222.
Mustafa İsen, “Sehî Bey”, Millî Eğitim Dergisi, sy. 95, Ankara 1990, s. 48-51.
Kāmûsü’l-a‘lâm, IV, 2706.
Ömer Faruk Akün, “Sehî Bey”, İA, X, 316-320.
“Sehi Bey”, TA, XXVIII, 271.
G. A. Tekin, “Sehī Bey”, EI2 (İng.), IX, 122-123.