https://islamansiklopedisi.org.tr/vekil--esma-i-husna
Sözlükte “işinin görülmesini başkasına havale etmek” anlamındaki vekl (vükûl) kökünden türeyen vekîl “işin havale edildiği kimse” demektir. Terim olarak “bütün yaratıkların işlerinin görülmesinde güvenilip dayanılan, bu konuda tam yeterli olan varlık” mânasına gelir. Vekîl on dört âyette zât-ı ilâhiyyeyi nitelendirmekte, O’nun güvenilecek en güzel varlık olduğu, kendisine güvenen kimseyi koruduğu ve her şeyi gördüğü ifade edilmektedir. Vekîl ayrıca on civarındaki âyette Resûlullah’a nisbet edilerek onun insanlara karşı zor kullanacak ya da insanların kötü davranışlarına kefil olacak bir karakterde yaratılmadığı anlatılmaktadır. Kırk civarındaki âyette ise “tevekkül” kelimesi geçmekte, “Kendisi için ölümün söz konusu edilemeyeceği ebedî hayat sahibine güvenip dayan” âyetinde (el-Furkān 25/58) görüldüğü gibi Allah’a tevekkül emredilmekte, peygamberlerle müminlerin tevekkül, dua ve niyazları dile getirilmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “vkl” md.). İbnü’l-Cevzî, Kur’an’daki vekîl kelimesinin “koruyan, rab, zor kullanan, her şeyden haberdar olan” şeklinde dört mânaya geldiğini söyler (Nüzhetü’l-aʿyün, s. 607). Vekîl ismi Tirmizî ve İbn Mâce’nin esmâ-i hüsnâ listelerinde yer almış (“Daʿavât”, 82; “Duʿâʾ”, 10), çeşitli hadis rivayetlerinde “vekl” kavramı Allah’a nisbet edildiği gibi (Wensinck, el-Muʿcem, “vkl” md. [VII, 305, 306]) vekîlin mânasına açıklık getiren “Hasbüne’llāhü ve ni‘me’l-vekîl” (Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir) âyeti (Âl-i İmrân 3/173) hadiste de geçmektedir (Müsned, I, 326; III, 7; Tirmizî, “Ḳıyâmet”, 8).
Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, “Rabbin sana vekîl olarak yeter” meâlindeki âyetin (el-İsrâ 17/65) tefsirinde vekîle “şeytanın özendirmelerinden seni koruyan, hilelerine karşı sana destek veren, sığınacak bir yer bulmanı sağlayan” veya “bütün işlerinde güvenebileceğin gerçek dost” anlamı vermiştir (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, VIII, 320). Âlimler vekîl kelimesini “kâfi, kendisine sığınan kimseyi korumada ve meşrû talebini yerine getirmede yeterli” şeklinde mânalandırmış, Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî ile Ebû Süleyman el-Hattâbî ve Abdülkāhir el-Bağdâdî “hasbüne’llāh ...” ifadesine dayanarak bu kelimenin “kâfi, kefil” anlamını öne çıkarmıştır. Kādî Abdülcebbâr ise vekîl ismini “kudret ve iradesiyle bize hükmedip varlığımızın devamını sağlayan varlık” (vekîl aleynâ) diye açıklamıştır. Buna karşılık Allah’ın dünya hayatında işlerimizi gördürmek için belirlediğimiz bir vekîl (vekîl lenâ) durumunda bulunmasının düşünülemeyeceğine dikkat çekmiştir (el-Muġnî, XXII/2, s. 216-217). Esmâ-i hüsnâyı tasavvufî açıdan ele alan Kuşeyrî’ye göre yaratılmışlardan birini vekîl tayin eden kimseden bu vekil ücret ister, ayrıca tasarruflarında yanılabilir. Gönülden bağlanmak suretiyle Cenâb-ı Hakk’ı vekîl kılan kişiyi O mükâfatlandırır, dileklerini yerine getirir, onu övgüyle anar, aklına gelmeyen şeyleri de lutfeder. Ancak Allah’ı vekîl kılan mümin O’na ait hakları, ibadetlerini ve diğer görevlerini yerine getirmek için kendini kendi nefsine karşı Cenâb-ı Hakk’ın vekîli kabul etmeli ve bu amaçla nefsiyle devamlı mücadele halinde bulunmalıdır (et-Taḥbîr, s. 69-70). Gazzâlî, hem kula hem Allah’a nisbet edilen vekîl kavramının farklı konumlarına değinerek kulun vekâlet görevinin sınırlı, şartlı ve gereğince yerine getirilmemiş olabileceğini, Allah’ın vekâletinin ise tam bir kemâl vasfı taşıdığını belirtir.
Kulun vekîl isminden nasibi Allah’ın tabiatla ilgili kanunlarına, sosyolojik gerçeklere ve dinî hakikatlere uygun olan hususlarda tam bir teslimiyetle O’nu vekîl kabul etmesi, bir sonuç elde edebilmek için acele etmemesi ve gerçekleşen sonuca rıza göstermesidir. Vekîl Cenâb-ı Hakk’ın kullara yönelik isimleri içinde yer alır ve kulların talepleri üzerine faaliyete geçer. Allah talep edilmeden kimseye vekâlet vermez; peygamberler de birer tebliğci olup vekâlet görevleri yoktur. Vekîl ismi hasîb, hafîz, rezzâk, velî gibi isimlerle anlam yakınlığı içinde bulunur.
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “vkl” md.
Lisânü’l-ʿArab, “vkl” md.
Kāmus Tercümesi, IV, 143-144.
Müsned, I, 326; III, 7.
Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (nşr. Halil İbrahim Kaçar), İstanbul 2006, VIII, 320.
Ebü’l-Kāsım ez-Zeccâcî, İştiḳāḳu esmâʾillâh (nşr. Abdülhüseyin Mübârek), Beyrut 1406/1986, s. 136-137.
Hattâbî, Şeʾnü’d-duʿâʾ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkāk), Dımaşk 1404/1984, s. 77.
Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, XX/2, s. 216-217.
Abdülkāhir el-Bağdâdî, el-Esmâʾ ve’ṣ-ṣıfât, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 497, vr. 236a-b.
Kuşeyrî, et-Taḥbîr fi’t-teẕkîr (nşr. İbrâhim Besyûnî), Kahire 1968, s. 69-70.
Gazzâlî, el-Maḳṣadü’l-esnâ (Fazluh), s. 140.
Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 499, vr. 130a-b.
İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aʿyün, s. 607-608.
Fahreddin er-Râzî, Levâmiʿu’l-beyyinât, s. 296-297.
Ali Osman Tatlısu, Esmâü’l-Hüsnâ Şerhi, Ankara 1963, s. 98-99.