https://islamansiklopedisi.org.tr/yusuf-b-abdulmumin
Receb 533’te (Mart 1139) Tinmellel’de doğdu. Muvahhidler Devleti’nin kurucusu Abdülmü’min el-Kûmî’nin oğludur. İyi bir dinî eğitim aldı; Buhârî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’ini ezberlediği rivayet edilir. Bir Berberî muhitinde yetişmesine rağmen Arap dili ve edebiyatına vâkıftı. Hikmet ve felsefeye diğer ilimlerden daha çok ilgisi vardı. Tıp ilmiyle de meşgul oldu. Babası, Yûsuf’u on yedi yaşında iken İşbîliye (Sevilla) valiliğine tayin etti. Valiliğinin başlarında Portekiz’in güneyindeki el-Garb (Algarve) Valisi Ali el-Vüheybî’nin isyanıyla karşılaşınca şehri karadan ve denizden kuşatarak isyanı bastırdı. Ertesi yıl İşbîliye’ye saldırmayı planlayan hıristiyanlara karşı çıktığı seferde yenilgiye uğradı ve canını zor kurtardı. 554’te (1159) Doğu Endülüs’ün bağımsız hâkimi İbn Merdenîş (Rey Lobo), Ceyyân’ı (Jaén) ele geçirerek Kurtuba’yı (Córdoba) kuşattı, ardından bu kuşatmayı kaldırıp İşbîliye’ye saldırdı, fakat Yûsuf’un direnişi karşısında geri çekilmek zorunda kaldı. Âsi lider İbn Hamuşk’un yahudi ve hıristiyan halkın desteğiyle Gırnata’yı (Granada) kontrol altına alması üzerine Halife Abdülmü’min oğlunun kumandasındaki büyük bir orduyu Gırnata’ya gönderdi. Yûsuf çevredeki bazı kaleleri zaptettikten sonra Gırnata’ya girdi (557/1162). Bu zaferin ardından Kurtuba’ya döndü ve buradan İşbîliye’ye geçti. Kısa bir süre şehirde kaldıktan sonra babasını ziyaret amacıyla Merakeş’e hareket etti. Merakeş’te sarf, nahiv ve Kur’an üzerine çalışmalarıyla tanınan âlimlerle buluştu.
Yûsuf’un halifeliğe seçilişiyle ilgili kaynaklarda iki rivayet nakledilir. Bunlardan birine göre babası Abdülmü’min hastalanıp vefat edeceğini anlayınca 549 (1154) veya 551’de (1156) veliaht tayin ettiği oğlu Muhammed’i veliahtlıktan azledip Yûsuf’u tayin etmiş, o da babasının vefatı üzerine halife seçilmiştir. İkinci rivayete göre Abdülmü’min hastalığı sırasında Muhammed’in adının hutbelerde okunmamasını emretmiş, yönetimle ilgili işleri kendisine havale ettiği oğlu Ömer’e de öz kardeşi Yûsuf’u tavsiye etmiştir. Ancak öldüğünde hâlâ resmî veliaht olan Muhammed’e biat edilmekle birlikte ürkek bir mizaca sahip bulunan ve içkiye düşkünlüğüyle bilinen Muhammed kırk beş gün sonra halifelik makamını terketmek zorunda kalmıştı. Devlet adamları hilâfete şehzadelerden Ömer veya Yûsuf’un geçmesini istiyorlardı. Ömer bu göreve talip olmayınca Ebû Ya‘kūb Yûsuf’a biat edildi. Bazı Muvahhid ileri gelenleri hilâfetin saltanata dönüştürüldüğü gerekçesiyle, Abdülmü’min’in diğer oğulları da kendilerini dışlanmış saydıkları için Ebû Ya‘kūb’a biat etmediler. Bu davranışlar başlangıçta halifelik konusunda bir ihtilâfın yaşanabileceği tereddüdünü doğursa da Abdülmü’min’in Endülüs’te bağımsız hareket etme gücüne sahip bulunan diğer oğlu Ebû Saîd Osman’ın Yûsuf’a biat etmesiyle mesele çözüldü.
Yûsuf b. Abdülmü’min iş başına geldiğinde Muvahhid kuvvetleri Endülüs’ün orta ve batı bölgelerine hâkim durumdaydı. Ancak ülkenin doğusu mahallî lider İbn Merdenîş’in kontrolü altındaydı. Kuzeyde de Kastilya ve Leon krallıkları Endülüs aleyhine genişlemeye çalışıyordu. Endülüs’ün batısındaki topraklarda yeni bir krallık olarak Portekizliler ortaya çıkmıştı. Öte yandan Mağrib’de özellikle Gumâre bölgesinde merkezî yönetimden kopmayı amaçlayan yerel direnişler söz konusuydu. Daha önce valilik yaptığı Endülüs’ün kritik durumunu yakından bilen Yûsuf b. Abdülmü’min, ilk iş olarak bölgenin hıristiyan saldırılarına karşı savunulması ve İbn Merdenîş’in hâkimiyetine son verilmesi konularını ele almayı kararlaştırdı. Bu maksatla Endülüs’teki Muvahhid birliklerini takviye etti. Endûcer, Belc Kalesi ve Lûrka’yı (Lorca) zaptederek Mürsiye’ye (Murcia) giren Muvahhid ordusu İbn Merdenîş’e karşı bazı mevzii başarılar elde etti. Gırnata civarı, bölgeyi yağmalayıp tahrip eden İbn Merdenîş’in paralı hıristiyan askerlerinden temizlendi. Bu sırada İbn Merdenîş’in yakın müttefiki ve kayınpederi İbn Hamuşk Muvahhidler’e katılınca Yûsuf b. Abdülmü’min onu törenle karşıladı. Muvahhid ordusu bir taraftan Doğu Endülüs’te İbn Merdenîş ile uğraşırken diğer taraftan Portekiz’in Batı Endülüs’e (el-Garb) yaptığı saldırıları püskürtmeye çalışıyordu. Muvahhid kuvvetlerinin iki cephede birden savaşmasını fırsat bilen Kastilya birlikleri 565 (1170) yılında Endülüs topraklarına büyük bir sefer düzenledi. Bu gelişme Muvahhidler’in daha güçlü bir orduyla mücadele etmesini gerekli kılınca Yûsuf b. Abdülmü’min kardeşi Ebû Hafs Ömer kumandasındaki bir orduyu Endülüs’e gönderdi (Zilhicce 565 / Ağustos 1170). Endülüs’teki Muvahhid ordusunun bir bölümü yeni gelen askerlerin desteğiyle İbn Merdenîş’i ortadan kaldırmak için Receb 566’da (Mart 1171) Doğu Endülüs’e girdi. Lûrka, Hısnülferec, Basta ve Meriye (Almeria) gibi önemli mevzileri ele geçirdikten sonra İbn Merdenîş’in merkezi Mürsiye’ye ulaştı. İbn Merdenîş ölünce (567/1172) başta Ebü’l-Kamer Hilâl olmak üzere oğulları ve ailenin diğer mensupları Mürsiye’yi Muvahhidler’e teslim ettiler ve Yûsuf b. Abdülmü’min’in otoritesini tanıdıklarını bildirdiler.
Doğu Endülüs’te bu başarılar gerçekleşirken Yûsuf b. Abdülmü’min, daha önce başlattığı cihad hazırlıkları çerçevesinde Mağrib’de büyük bir ordu meydana getirdi. Orduda devletin temel dayanağı olan Berberî kökenli Muvahhid kabilelerinin yanı sıra Benî Rebâh, Benî Hilâl ve Benî Süleym gibi bedevî Arap kabilelerinden savaşçılar da yer almaktaydı. Yûsuf, babasının izinden giderek İfrîkıye’de yaptıkları talan ve yağmalarla ciddi bir sorun teşkil eden bu kabileleri Endülüs’te cihada sevketmek suretiyle hem yol açtıkları kargaşadan kurtulmayı hem de yeni bir savaş gücüne kavuşmayı amaçlıyordu. Şair İbn Tufeyl ve İbn Ayyâş’ın kasideleriyle yapılan cihad çağrısı bedevîlerce olumlu karşılandı. Merakeş’te düzenlenen büyük bir törende Arap savaşçıları adına kabile reisleri Yûsuf’a biat ettiler. Sefere katılacak Muvahhid süvarilerine 10’ar, Arap süvarilerine 25’er dinar dağıtıldı. Halife Yûsuf b. Abdülmü’min’in sevk ve idaresinde Receb 566’da (Mart 1171) Merakeş’ten hareket eden ordu bir ay sonra İşbîliye’ye, oradan da Kurtuba’ya ulaştı (7 Şevval 566 / 13 Haziran 1171). Kont Nuño de Lara’nın Endülüs içlerine düzenlediği sefere karşılık olarak Kastilya üzerine gönderilen ordu görevini başarıyla tamamlayıp İşbîliye’ye döndü. Halife kendisine biat etmek için gelen Hilâl b. Merdenîş başkanlığındaki heyeti törenle karşıladı; İbn Merdenîş’in ailesinden ve yakın adamlarından birkaçını Doğu Endülüs’teki bazı kale ve şehirlerin yöneticiliğine tayin etti.
Ebû Ya‘kūb Yûsuf, Hilâl b. Merdenîş ve çevresindekilerin telkinleriyle Kastilya topraklarına büyük bir sefer düzenlemek için 11 Şevval 567’de (6 Haziran 1172) İşbîliye’den ayrıldı. Savunma zafiyeti içerisindeki Vebze (Huete) muhasara altına alınınca hıristiyanlar şehri antlaşma ile teslim etmeyi önerdiler, ancak halife buna razı olmadı. Çok kısa bir süre sonra çıkan şiddetli rüzgâr ve yağmur Muvahhid ordusunu felce uğrattı. Bunu şehrin yardımına gelen Kastilya kuvvetlerinin âni saldırısı izledi. Muvahhid ordusu perişan bir vaziyette kuşatmayı kaldırıp Kûnke’ye (Cuenca) gitmek üzere geri çekilmek zorunda kaldı. Yûsuf, Kûnke’de hıristiyan saldırıları yüzünden harap olmuş bir şehir ve perişan bir halkla karşılaştı. Orduya ait erzakın bir kısmını halka dağıttı; Kastilya kuvvetleri tarafından takip edildikleri haberini alınca Kûnke’den ayrıldı. Belensiye, Mürsiye ve Gırnata üzerinden İşbîliye’ye döndü. Muvahhid ordusu Mürsiye’de bulunduğu sırada Endülüs’ün batısındaki Bâce şehri Portekiz kuvvetlerince istilâ edildi (1172). Portekizliler, yakıp yıkarak harabeye çevirdikleri şehirden bol miktarda ganimet ve esir alarak beş ay sonra ayrıldı. Kastilyalı Kont Jimeno ertesi yıl Tarîf (Tarifa) ve Cezîretülhadrâ’ya (Algeciras), buradan da İstice’ye (Ecija) kadar geldi. Muvahhid ordusu onu ordusuyla birlikte imha etti. Bu zaferi Talabîre (Talavera) ve Tuleytula (Toledo) üzerine düzenlenen iki başarılı sefer takip etti. Kastilya ve Portekiz kralları Yûsuf b. Abdülmü’min’e elçi göndererek barış teklifinde bulununca tekliflerine olumlu cevap verildi. Barış ortamında Bâce (Beja) onarıldı ve yeniden eski canlılığına kavuşturuldu. 1174’te Leon Krallığı ciddi bir gerekçe olmaksızın Endülüs topraklarına saldırdı. Aslında bu krallık, 1169 yılından beri bilhassa Portekiz’in Batalyevs’e (Badajoz) ve Bâce’ye saldırıları karşısında Halife Yûsuf’la iş birliği yapmıştı. Beklenmeyen bu saldırı karşısında hemen bir karşı sefer düzenlendi. Muvahhid ordusu Leon’un başşehri Ciudad Rodrigo’ya ulaştı ve ardından bol miktarda ganimetle geri döndü.
Yûsuf b. Abdülmü’min, Endülüs’te beş yıl kaldıktan sonra Merakeş’e gitmek üzere İşbîliye’den ayrıldı (571/1176). Merakeş’e vardıktan birkaç hafta sonra şehirde çıkan veba salgını saraya da geçti; ölenler arasında dört şehzade vardı. 575’te (1180) Kafsa’da Benî Rend ailesinin çıkardığı isyan üzerine bizzat halife büyük bir ordunun başında sefere çıktı; Kafsa’da yeniden hâkimiyet kuruldu, civardaki Arap kabilelerinin devlete bağlılığı teyit edildi. Yûsuf b. Abdülmü’min’in Mağrib’e dönmesinin ardından Endülüs’te hıristiyan krallıklar yeniden saldırılara başladılar. Portekizliler Bâce ve İşbîliye’ye karşı giriştikleri yıpratma hücumları yanında Şeltiş (Saltes) adasını istilâ ettiler. Kastilya Kralı VIII. Alfonso 573’te (1177), müslümanlar tarafından kurulmuş olan Kûnke’yi dokuz aylık bir kuşatmanın ardından ele geçirdi; merkez camisini kiliseye çevirerek şehri piskoposluk merkezi haline getirdi. Bunu Kurtuba, Mâleka (Malaga), Rûnde (Ronda) ve Gırnata’ya yapılan saldırılar izledi. Leon kralı da İşbîliye çevresini hedef aldı. Endülüs’teki Muvahhid kuvvetleri bu saldırılara karşı 571-578 (1175-1182) yıllarında zaman zaman başarılar elde ettilerse de müslümanların aleyhine olan güç dengesi Halife Yûsuf’un bir defa daha Endülüs’e geçmesini gerekli kıldı. Berberî ve Arap kabilelerinden meydana gelen büyük bir ordu 13 Safer 580’de (26 Mayıs 1184) İşbîliye’ye ulaştı. Halife orduyu Portekiz saldırılarının ana üslerinden biri olan Şenterîn’e (Santarem) yöneltti. Portekizliler, 1147’ye kadar bir Endülüs şehri olan Şenterîn’i ele geçirdikten sonra çok müstahkem bir savunma merkezine dönüştürmüşlerdi. 27 Haziran 1184’te şehri kuşatan Muvahhid ordusu savunma kademelerinin sağlamlığı yüzünden beklenen başarıyı elde edemedi. Kuşatmanın devam ettiği bir sırada halife âniden kuşatmanın kaldırılması emrini verdi. Yûsuf b. Abdülmü’min’in, bu kararı Portekizliler’in Leon kralına yardıma gelmekte olduğu haberi üzerine aldığı ileri sürülmektedir. Kuşatmanın kaldırılması büyük bir kargaşaya yol açtı. Durumun farkına varan II. Ferdinand kumandasındaki Portekiz kuvvetleri Muvahhidler’in en geride konumlanan seçkin birliklerine saldırdı ve halifenin çadırına kadar ulaştı. Ağır biçimde yaralanan Halife Yûsuf bu yaranın etkisiyle İşbîliye’ye dönüş yolunda, İbn İzârî’nin rivayetine göre 18 Rebîülâhir 580’de (29 Temmuz 1184) Yâbüre (Évora) yakınlarında öldü. İbn Hallikân, onun Şenterîn Kalesi’ni muhasara ederken hastalandığını ve Rebîülevvel 580’de (Haziran 1184) burada vefat ettiğini, cenazesinin İşbîliye’ye nakledildiğini yazar (Vefeyât, VII, 132). Daha sonra da Mısır beytülmâl nâzırı İmâd b. Cibrîl’in Mecmûʿa’sından, onun İşbîliye’den babasının medfun bulunduğu Tinmellel’e götürüldüğünü ve orada toprağa verildiğini öğrendiğini kaydeder (a.g.e., VII, 136). Ölüm tarihini 2 Rebîülâhir (13 Temmuz) ve 7 Receb (14 Ekim) olarak gösteren rivayetler de vardır. Meşhur edip ve şair Ebû Bekir Yahyâ b. Mücbir halife için bir mersiye kaleme almıştır. Yerine oğlu Ebû Yûsuf Ya‘kūb geçti (a.g.e., VII, 133).
Ebû Ya‘kūb Yûsuf zamanında İbn Merdenîş’in bertaraf edilmesiyle Endülüs’te siyasî birlik sağlanmış, vergiler düzenli hale gelmiştir. ed-Denânîrü’l-Yûsufiyye el-Mağribiyye adıyla anılan dinarlar bastırılmıştır (a.g.e., VII, 131). Halife bayındırlık alanında da büyük işlere öncülük etmiş, İşbîliye Ulucamii’nin inşaatını başlatmış (567/1171), dönemin ünlü mimarı Ahmed b. Basu’nun emrinde yürütülen cami inşaatını bizzat denetlemiştir. Günümüzde Sevilla’nın sembollerinden olan ve Giralda (Melviye) adıyla ün kazanan minarenin inşası da Halife Yûsuf tarafından başlatılmıştır. Halifenin bir diğer mimari faaliyeti Buhayre köşklerinin yapımının başlatılmasıdır. Bu kapsamda Bâbücehver’in dışında halife ve devlet ricâli için köşkler inşa edilmiş, bunların çevresinde çiçek, meyve ağacı ve şifalı bitkilerin yetiştirildiği bahçeler yapılmıştır. Kanallar vasıtasıyla şehre su getirilmiş, Vâdilkebîr (Guadalquivir) üzerinde İşbîliye ile Turyâne’yi birbirine bağlayan büyük Turyâne köprüsü inşa edilmiş, Mürsiye’deki kaleler elden geçirilmiştir. Heskûre ve Sanhâce’ye mensup aşiretlerin Merakeş’e akın etmesi ve şehrin yeni gelenleri barındırmakta yetersiz kalması üzerine Yûsuf b. Abdülmü’min kıble yönünde şehrin genişletilmesi için çalışma başlatmış, Endülüs ve Mağrib mimarisinin sentezi kabul edilen saltanat şehri Sâliha bu şekilde ortaya çıkmıştır.
Muvahhidler Devleti’nin kurucusu, dinî ve fikrî lideri İbn Tûmert’in cihad ve tevhid akîdesine sadık kalan Yûsuf b. Abdülmü’min’in sefere çıkarken ordunun önünde İbn Tûmert’e ait mushafı taşıtması bu bağlılığın sembolik bir ifadesidir. Yûsuf, İslâm felsefesinin büyük temsilcilerinden İbn Tufeyl ve İbn Rüşd başta olmak üzere âlim ve düşünürleri himaye etmiş, kitaba olan merakı ve bu uğurda masraftan kaçınmaması sayesinde büyük bir kütüphane kurulmuştur. O dinî ve felsefî tartışmaları dinler ve tartışmalara katılırdı. Vebze kuşatması sırasında çadırında dinî tartışmaya daldığı rivayet edilir. Kitap yazımını teşvik eden Ebû Ya‘kūb Yûsuf’un kendisi de birkaç kitap yazmıştır. Bunlardan Risâletü’l-cihâd İbn Tûmert’in Kitâbü Eʿazzi mâ yuṭlab adlı eserinin ekinde yayımlanmıştır (nşr. Goldziher, Cezayir 1903; nşr. Ammâr Tâlibî, Cezayir 1985; nşr. Abdülganî Ebü’l-Azm, Merakeş 1997). Ebû Ya‘kūb Yûsuf adalet mekanizmasının iyi çalışmasına çok önem verirdi. İdarecilere gönderdiği fermanlarda adaletin yerine getirilmesi konusunda özen gösterilmesini vurgulamış, ölüm cezası uygulanırken acele davranılmamasını ve cezaların kendisi tarafından incelenmeden infaz edilmemesini istemiştir. Yûsuf b. Abdülmü’min bu icraatlarıyla, oğlu Ebû Yûsuf Ya‘kūb el-Mansûr zamanında Muvahhidler medeniyetinin en olgun ürünlerini vermesine zemin hazırlamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Sâhibüssalât, el-Men bi’l-imâme (nşr. Abdülhâdî et-Tâzî), Beyrut 1987, s. 237 vd.
Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-Muʿcib fî telḫîṣi aḫbâri’l-Maġrib (nşr. M. Saîd el-Iryân – M. el-Arabî), Dârülbeyzâ 1978, s. 345 vd.
İbnü’l-Kerdebûs, Târîḫu’l-Endelüs (nşr. Ahmed Muhtâr el-Abbâdî), Madrid 1971, s. 125.
İbn Hallikân, Vefeyât, VII, 130-138.
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib (Kettânî), s. 78-167.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb (nşr. Mustafa Ebû Dayf Ahmed), Dârülbeyzâ, ts. (Dârü’n-neşri’l-Mağribiyye), s. 418-419, 430-434.
Zehebî, Aʿlâmü’n-nübelâʾ, XXI, 98-103.
el-Ḥulelü’l-mevşiyye fî ẕikri’l-aḫbâri’l-Merrâküşiyye (nşr. Y. S. Allûş), Rabat 1936, s. 157-158.
İbn Haldûn, el-ʿİber, Beyrut 1413/1992, VI, 282-285.
Makkarî, Nefḥu’ṭ-ṭîb, VIII, İndex.
M. Abdullah İnân, ʿAṣrü’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn fi’l-Maġrib ve’l-Endelüs, Kahire 1384/1964, II, 10-138.
Abdullah Ali Allâm, ed-Devletü’l-Muvaḥḥidiyye bi’l-Maġrib fî ʿahdi ʿAbdilmüʾmin b. ʿAlî, Kahire 1971, tür.yer.
Seyyid Abdülazîz Sâlim, Târîḫu’l-Maġrib fi’l-ʿaṣri’l-İslâmî, İskenderiye, ts. (Müessesetü şebâbi’l-câmia), s. 711-715.
J. F. O’Callaghan, A History of Medieval Spain, New York 1983, s. 239-241.
C. Sánchez-Albornoz, La España musulmana, Madrid 1986, II, 280 vd.
Jamil M. Abu’n-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, Cambridge 1987, s. 95-97.
Hüseyin Mûnis, Târîḫu’l-Maġrib ve ḥaḍâretüh, Beyrut 1412/1992, s. 102-105.
M. J. Viguera Molíns, Los reinos de taifas y las invasiones magrebíes, Madrid 1992, s. 249-282.
Yûsuf Eşbâh, Târîḫu’l-Endelüs fî ʿahdi’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn (trc. M. Abdullah İnân), Kahire 1417/1996, II, 64-76.
H. Kennedy, Muslim Spain and Portugal, London 1996, s. 216-236.
Ali Muhammed Muhammed es-Sallâbî, Devletü’l-Muvaḥḥidîn, Amman 1998, s. 140-157.
Lütfi Şeyban, Reconquista: Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İstanbul 2003, s. 229 vd.
A. Huici Miranda, et-Târîḫu’s-siyâsî li’l-imbarâṭûriyyeti’l-Muvaḥḥidiyye (trc. Abdülvâhid Ekmîr), Dârülbeyzâ 2004, s. 198 vd.
Los Almohades, problemas y perspectivas (ed. P. Cressier v.dğr.), Madrid 2005, I-II.
Allen Fromherz, “Abū Yaʿqūb Yūsuf b. ʿAbd al-Muʾmin”, The Encyclopaedia of Islam Three, Leiden 2008, fas. 2, s. 25-28.
Enayatollah Fatehi-Nezhad, “Abū Yaʿqūb”, Encyclopaedia Islamica, London 2009, II, 720-728.