https://islamansiklopedisi.org.tr/bal--tanri
Akdeniz çevresi dinlerinde özellikle Kenʻan mitolojisinde ve Ugarit metinlerinde çokça rastlanan bir tanrının adı olan Baʻl (Baal), Sâmî dillerde “efendi, üstün olan, bir şeyin sahibi, yüce, Tanrı’ya yaklaştıran put” anlamlarına gelir. Kelimenin telaffuzu dillere göre farklılık arzetmektedir. Buna göre kelime Kenʻan dilinde ve İbrânîce’de ba‘al; Ârâmîce ve Süryânîce’de beēl; Arapça ve Habeşçe’de baâl veya baʻl şeklinde telaffuz edilir. Kenʻanlılar’ın en önemli bereket tanrılarından biri olan Ba‘l, tanrılar panteonunun başı sayılan El’in oğludur. Rüzgârın ve yağmurun tanrısı Ba‘l, toprağın verimliliği ile ilişkilendirilmesi ve anlam genişlemesi sonucunda hayvanların ve insanların doğurganlığının da tanrısı kabul edilmiştir.
Baʻl kelimesi Arapça’da “üstün olma”, “yüksekte olma” ve “sahip olma” anlamlarına gelir. Bu sebeple bir şeyin sahibi olan kişiye, kadına göre üstün görülen erkeğe ve vadiye hâkim olan tepeye baʻl denilmiştir. Taberî, Baʻl isminin Yemenliler tarafından kullanıldığını, kelimenin “ilâh, rab, bir şeyin sahibi, Baʻl putunun adı, eskiden Allah’ı bırakıp kendisine ibadet edilen ve muhtemelen bereket tanrıçası olan bir kadının ismi, kadının kocası” anlamlarına geldiğini belirtmiştir. Süyûtî de Yemen ve Ezd kabilesi lehçelerinde “baʻl” kelimesinin rab anlamına geldiğine dikkat çekmiştir. Nitekim kelime türevleri ile birlikte Kur’an’da bu anlamları ifade edecek şekilde kullanılmakta; “koca” mânasında hem tekil şekli olan baʻl (en-Nisâ 4/128; Hûd 11/72) hem çoğul şekli “buûle” (el-Bakara 2/228; en-Nûr 24/31); tanrı anlamında ise Hz. İlyâs’ın kavminin taptığı ilâhın adı olarak zikredilmektedir (es-Sâffât 37/125). Bazı araştırmacılar, Eski Ahid’de İbrânîce İlyâ (Eliyahu, “Tanrım sadece Yahve’dir” anlamında) olarak geçen Hz. İlyâs’ın isminin Süryânîce kökenini dikkate alarak, onun kavminin taptığı putun adı olan Baʻl’in de aynı şekilde Süryânîce’den Arapça’ya geçtiğini ifade etmişlerdir. Ancak İlyâ isminin Yunanca ve Latince’de Elias, Etiyopya dilinde Elyas şeklinde okunduğu, bu son okunuşunun Arapça’ya İlyâs şeklinde geçtiği de belirtilmektedir.
Ba‘l isminin yahudi kutsal kitabında genellikle yüksek tepeler veya vadiler gibi çeşitli coğrafî mekânlar ve tabiat varlıklarıyla ilişkili olarak kullanıldığı dikkati çekmektedir. Meselâ Eski Ahid’de Peor dağının tanrısı için “Ba‘al-Peor” (Sayılar, 25/3), kuzeyin tanrısı için “Ba‘al-Tsefon” (Çıkış, 14/2-9; Sayılar, 33/7) veya zenginliğin tanrısı için “Ba‘al-Hamon” (Neşîdeler Neşîdesi, 8/11) adı kullanılmıştır. XX. yüzyılın ilk yarısında keşfedilen Ugarit yazıtları sayesinde, Ortadoğu’da ve özellikle Antik dönemde Kenʻan ülkesinde (günümüz Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin topraklar) yaşayan halka ait Tanrı Ba‘l ve Tanrıça Aşera’ya dair önemli bilgilere ulaşılmıştır. Bununla birlikte Kenʻanlılar’ın tamamının Ba‘l inancını taşıdığını söylemenin doğru olmadığı da anlaşılmaktadır.
Genellikle insan şeklinde yontulan ve bereketi temsil eden Ba‘l putuna dağların ve tepelerin zirvelerine yapılan sunaklarda kurbanlar sunulurdu. Ağaçlık alanlarda gerçekleştirilen âyinlerde de Ba‘l putu yüksek sütunlar üzerine yerleştirilirdi. Ba‘l’e tapanlar bu putun huzurunda kendi aile üyeleri ile birlikte cinsel içerikli âyinler düzenlerlerdi. Bu ritüellerde Ba‘l rahipleri sunağın etrafında dönerek dans ederler, kılıç ve mızraklarıyla kendilerini yaralayarak berekete vesile olacağı inancıyla kanlarını akıtırlardı. Ba‘l’e kendini adamış ve kutsal fahişelik görevini üstlenmiş olan kadınlarla cinsel ilişkiye girmek ailenin, tarım alanlarının ve hayvan sürülerinin bereketini sağlamayı amaçlardı. Bereket verme, yağmur yağdırma, verimli kılma fonksiyonlarına sahip olan Ba‘l, önceleri soyut bir tanrı olarak tasvir edilirken zamanla boğa şeklinde temsil edilmiş ve putlaştırılmıştır. İsrâiloğulları’na gönderilen peygamberler, Tevrat’ın emirlerine ve ahlâkî esaslarına uymayan bu inanç ve uygulamalara karşı mücadele etmişlerdir.
Araştırmacılar Ba‘l’in bereket ve verimlilik tanrısı olma niteliğinden hareketle, onun özellikle tarımla uğraşan ve yerleşik hayatı sürdüren toplulukların tanrısı olduğunu, özellikle İbrânîler gibi göçebe hayatı benimseyen toplulukların ise El tanrısına tapındıklarını belirtmektedirler. Bununla beraber göçebelerin, yerleşik şehir hayatına geçtikten sonra bu inançlarından zamanla vazgeçip yerleşik toplulukların Ba‘l inancı ve uygulamalarını benimsedikleri sonucuna varmışlar, buradan hareketle de Eski Ahid’de anlatılan tarımla uğraşan Kenʻanlılar’ın tanrısı Ba‘l ile göçebe hayatından tam olarak vazgeçememiş İsrâiloğulları’nın tanrısı Elohim ve Yahve arasındaki mücadelenin, iki farklı hayat tercihinin inanca yansıyan boyutu olarak açıklamışlardır.
Eski Ahid’de Ba‘l inancına dair ilk ifadelere, Hz. Mûsâ’dan sonra İsrâiloğulları’nın başına geçen Yeşu’dan sonraki dönemlerde rastlanır (Hâkimler, 2/11-13). Ba‘l kültünü benimseyen İsrâiloğulları’nın bu tutumu yahudi kutsal kitabında çok sert bir dille eleştirilmektedir. Bu metinlerde özellikle iki krallıktan kuzeydeki İsrâil Krallığı döneminde İsrâiloğulları’nın bir kısmının Ba‘l tapıcılığına meylettiği ve yahudi kaynaklarında milâttan önce IX. yüzyılda yaşadığı nakledilen İlyâ ile Hoşea peygamberlerin onları ıslah etmeye çalıştıkları anlatılmaktadır. Özellikle I. Krallar kitabında nakledildiğine göre İsrâil bölgesinin kralı olan Ahab, karısı Kraliçe İzabel’in etkisiyle Ba‘l’e tapmaya başlamıştır (I. Krallar, 16/30-33). Hatta Kral Ahab kuzeydeki İsrâil Devleti’nin başşehri olan Sâmiriye’de Ba‘l adına bir mâbed yaptırmış, İlyâ peygamber ise onun bu faaliyetine karşı çıkmıştır. Eski Ahid’de, Peygamber İlyâ’nın Kral Ahab’a, Ba‘l’in peygamberlerine ve Ba‘l’e tapanlara karşı verdiği mücadele anlatılmaktadır. Peygamber İlyâ, Kral Ahab’a karşı “İsrâil’i sıkıntıya sokan ben değilim, seninle babanın ailesi İsrâil’i sıkıntıya soktunuz”, “Rabb’in buyruklarını terkedip Baaller’in ardınca gittiniz” ve “Daha ne zamana kadar böyle iki taraf arasında dalgalanacaksınız? Eğer Rab Tanrı’ysa O’nu izleyin; yok eğer Baal Tanrı’ysa, onun ardınca gidin” diyerek hem onu hem de İsrâiloğulları’nı uyarmaktadır (I. Krallar, 18/18, 21). Özellikle İlyâ peygamberin İsrâil Kralı Ahab’a meydan okuyarak Ba‘l’in dört yüz elli peygamberini Karmel dağına çağırması hadisesi en meşhur kıssalardan biridir. Buna göre Ba‘l’in peygamberlerinin ona sundukları yakmalık kurbanın yanması için kendisine yaptıkları dua karşılıksız kalır. Oysa İlyâ’nın sunduğu kurbanın Tanrı tarafından kabul edildiğinin işareti olarak gökten bir ateş iner ve yakmalık kurbanı yakıp yok eder. Olaylara şahit olan İsrâiloğulları, Tanrı’yı rab olarak kabul eder ve secdeye kapanır. Daha sonra Peygamber İlyâ’nın emriyle Ba‘l’in peygamberlerini yakalarlar ve Kişon vadisine götürüp orada hepsini öldürürler (I. Krallar, 18/22-40). Eski Ahid’de de eril bir tanrı olarak kabul edilen Ba‘l’in dişili Tanrıça Aşera’dır (I. Krallar, 16/32).
Kur’ân-ı Kerîm’de Baʻl ismi, Eski Ahid’de yer alan Peygamber İlyâ (Eliyahu) kastedilerek Hz. İlyâs’ın, kavmini sadece Allah’ı rab olarak kabul etmeleri için uyarmasıyla ilgili açıklamaların yer aldığı âyette zikredilmektedir. Buna göre Hz. İlyâs İsrâiloğulları’na hitaben “En güzel yaratanı, sizin de geçmişteki atalarınızın da rabbi olan Allah’ı bırakıp Baʻl’e mi tapıyorsunuz?” (es-Sâffât 37/125-126) diye uyarmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’deki bu ifadeler de İsrâiloğulları’nın bir zaman Allah’ı bırakıp Ortadoğu’da özellikle Sâmîler arasında yaygın bir inanç olan Ba‘l’i rab olarak kabul ettiklerine dair tarihsel bir gerçekliğe işaret etmektedir. Taberî, bu âyetleri tefsir ederken Hz. İlyâs’ın Şam civarındaki Baʻlebek’te yaşadığını, halkın Baʻl adını verdikleri bir puta tapmaları sebebiyle şehre bu adın verildiğini belirtmektedir.
Bazı İslâm tarihi araştırmacılarına göre, Antik dönemden itibaren Ortadoğu’daki Sâmîler arasında varlığını devam ettirmiş olan Ba‘l inancı Arap yarımadasında da etkili olmuştur. Özellikle İslâm’ın zuhur ettiği dönemlerde Mekke’de kendisine ibadet edilen, kolları ve vücudu olan insan sûretindeki Hübel isimli putun Yemen bölgesinden getirilen Ba‘l inancı ile alâkalı olduğu belirtilmektedir. Buna göre Kureyş’ten önce Mekke’de yaşayan Huzâa kabilesi, Yemen’den gelip Mekke’ye yerleştiğinde Hübel putunu da beraberlerinde getirmiştir. İslâm tarihi kaynaklarında genellikle Kureyş’in Mekke’deki putlarla alâkasının olmadığını belirtmek için yapılan bazı açıklamalara göre ise Huzâa kabilesinin reisi Amr b. Lühay, Hübel putunu ticarî faaliyetler için gittiği Suriye bölgesinden getirmiştir (bk. HÜBEL). Oysa günümüzde Yemen’de yapılan kazılarda ortaya çıkarılan putlar arasında bölge halkının inandığı düşünülen Aştar ve Ba‘l putlarının da olduğu belgelenmiştir. İlk görüşü benimseyenlere göre, İbrânîce’de belirlilik takısı olan “ha” ekiyle birlikte ha-Ba‘al dedikleri putun ismi, Arapça’ya Hübel olarak geçmiştir. Nitekim Tedmürlüler’in de taptığı bu put Bel diye isimlendirilmekteydi. Özellikle Hübel’in, Câhiliye Arapları’nın gündelik işlerinde, rızık ve bereket gibi taleplerinin karşılanmasında aracı tutulan putlardan biri olması, onun Ba‘l inancının bir uzantısı olduğu ihtimalini güçlendirmektedir.
BİBLİYOGRAFYA
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “Baʿl” md.
Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, I, 326-329.
La Bible: Ancien Testament (ed. E. Dhorme), Paris 1981, s. 1106.
Kitabı Mukaddes: Eski ve Yeni Ahit, İstanbul 1981, s. 67, 162, 171, 243, 244, 358, 359-361, 672.
Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî), Cîze 1422/2001, XIX, 611-619.
Süyûtî, el-İtḳān (nşr. Şuayb el-Arnaût), Beyrut 1429/2008, s. 307.
A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 81.
M. Eliade, Histoire des croyances et des idées religieuses, Paris 1991, I, 163-164.
Mehmet Mahfuz Söylemez, “Cahiliye Arap İnancında Putların Yeri”, Cahiliye Araplarının Ulûhiyet Anlayışı (ed. Mehmet Mahfuz Söylemez), Ankara 2015, s. 9-51.
Yaşar Çelikkol, İslâm Öncesi Mekke, Ankara 2016, s. 160.
Hakan Olgun, “Ugarit Metinleri Çerçevesinde Baal Tapıcılığı ve İsrailoğullarına Etkisi”, Cahiliye Araplarının İlahları (ed. Mehmet Mahfuz Söylemez), Ankara 2016, s. 123-151.
Dictionnaire encyclopédique du Judaïsme (ed. G. Wigoder v.dğr.), Paris 1993, s. 121.