https://islamansiklopedisi.org.tr/batse-i-kubra
“Şiddet kullanarak tutmak, yakalamak, sımsıkı tutmak” mânasına gelen batşın diğer bir masdarı olan batşe ile “büyük, en büyük” anlamındaki kübrâ kelimelerinden oluşan “el-batşetü’l-kübrâ” tabiri Duhân sûresinin 16. âyetinde geçmektedir. Batş kavramı bu âyette ve Kur’ân-ı Kerîm’in diğer iki âyetinde Allah’a nisbet edildiği gibi ona yakın bir mâna taşıyan ahz kavramı da O’na izâfe edilmiştir (bk. M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “aḫẕ”, “bṭş” md.leri). Her iki kavram da Allah’a nisbet edildiği zaman “helâk etmek, azapla cezalandırmak” mânasına gelir (bk. ESMÂ-i HÜSNÂ).
Duhân sûresinin baş tarafında yer alan âyetlerde Allah’ın birliği, kâinat üzerindeki hükümranlığı, rahmetinin bir tecellisi olarak kullarına peygamberler gönderdiği ifade edildikten sonra inkârcıların belirsizlik içinde günlerini geçirip oyalandıklarına temas edilir (44/5-9). Daha sonraki âyetlerde ise insanları saracak olan elem verici azap niteliğindeki bir dumanın (duhânün mübîn) zuhur edeceği haber verilir ve gerçekleri apaçık anlatan Peygamber’in tebligatından ibret almayan inkârcıların bu defa azabın (duman) kaldırılması halinde iman edeceklerine dair söz verdikleri belirtilerek şöyle devam edilir: “Biz bu azabı geçici bir zaman için kaldıracağız, fakat siz yine -eski inkârcılığınıza- döneceksiniz. Onları müthiş bir yakalayışla yakalayacağımız gün öcümüzü mutlaka alırız” (44/15-16).
Müfessirler söz konusu âyetlerde geçen “duhân” ve “batşe-i kübrâ” olaylarının mahiyeti ve ne zaman gerçekleşeceği konusunda iki ayrı görüş ileri sürmüşlerdir. İbn Cerîr et-Taberî, başta Buhârî olmak üzere birçok muhaddisin Abdullah b. Mes‘ûd’a nisbet ettiği yorumu tercih etmiştir. Buna göre Kureyş kabilesi mensuplarının İslâm’a karşı direnişlerinde ısrarlı olduklarını gören Resûlullah onların Hz. Yûsuf dönemindekine benzer bir kıtlıkla cezalandırılmasını dilemiş, bunun üzerine Mekke halkı büyük bir kıtlığa mübtelâ olmuştur. Öyle ki gözlerinin feri gitmiş, göğe baktıklarında dumanımsı bir şey görecek hale gelmişlerdir. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e başvurarak bu felâketin kaldırılmasını istemiş ve kıtlık sona erdiği takdirde iman edeceklerine dair söz vermişlerdir. Bir süre sonra kıtlık sona ermiş, fakat Kureyş mensupları sözlerinde durmayarak eski direnişlerini sürdürmüşlerdir. Mekke döneminde cereyan ettiği anlaşılan bu olay üzerine, ileride zuhur edecek müthiş bir günde sözlerinde durmayan müşriklerin bu davranışları yüzünden cezalandırılacakları âyetlerin devamında haber verilmiştir ki “batşe-i kübrâ” diye nitelendirilen bugün, İbn Mes‘ûd’un kanaatine göre müşriklerin Bedir Gazvesi’nde yenilgiye uğradıkları gündür.
Duhân ve batşe-i kübrâ tabirleriyle ilgili olarak İbn Ömer ve İbn Abbas’a isnat edilen ikinci yoruma göre ise duhândan maksat, kıyametin kopmasına yakın ortaya çıkacak bir dumandır. Müminlerin bu dumandan çok az etkilenmelerine karşılık kâfirlerle münafıklar bundan çok sarsılacaklardır; batşe-i kübrâ ise kıyametin kopmasıdır. Her iki yoruma ait muhtelif rivayetleri toplayan Taberî’nin isabetli görünen kanaatine göre gerek rivayetlerin sıhhat dereceleri, gerekse söz konusu iki tabirin zikredildiği âyetlerle bunlardan önce ve sonra yer alan diğer âyetlerin üslûp ve muhtevası göz önünde bulundurulduğu takdirde İbn Mes‘ûd’a ait yorumun tercih edilmesi gerekir. Taberî, önceleri ikinci yorumu benimseyen Abdullah b. Abbas ve Zeyd b. Ali gibi âlimlerin sonradan bundan vazgeçip İbn Mes‘ûd’un kanaatine katıldıklarını kaydeder (Tefsîr, XXV, 67, 70-71). İbn Kesîr, söz konusu iki tâbirden duhânın kıyametin yaklaştığı sırada ortaya çıkacak bir duman olduğu tarzındaki görüşü tercih etmiş, batşe-i kübrânın ise Bedir Gazvesi olabileceği gibi kıyamet öncesinde zuhur edecek duman anlamına da gelebileceğini belirtmiştir. Taberî gibi Şevkânî de Duhân sûresinde yer alan duhân ve batşe-i kübrânın Kureyş’in müptelâ olduğu kıtlık olayı ile Bedir Gazvesi’ni ifade ettiğini kabul etmiştir. Şevkânî’ye göre Huzeyfe b. Yemân gibi bazı sahâbîlerden nakledilen bir rivayete dayanarak kıyamet alâmetlerinden sayılan bir duhân olayının daha vuku bulacağını düşünmek mümkünse de bunun söz konusu âyetlerde bahsedilen duhânla ilgisi yoktur. İsabetli olan görüş de bu olmalıdır (ayrıca bk. DUHÂN).
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “aḫẕ”, “bṭş” md.leri.
Lisânü’l-ʿArab, “aḫẕ”, “bṭş” md.leri.
Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “bṭş” md.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “aḫẕ”, “bṭş” md.leri.
Müsned, I, 380-381, 431, 441; II, 311; V, 128.
Buhârî, “Tefsîr”, 12/4, 30; 44/1-6, “İstisḳāʾ”, 2.
Müslim, “Münâfiḳīn”, 40.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXV, 66-67, 70-71.
İbnü’l-Cevzî, Nüzhetü’l-aʿyün, s. 133-134, 187-188.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VII, 232-237.
Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, Kahire 1349-51, IV, 556-557.
Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Tuğ), I, 99, not. 226.