https://islamansiklopedisi.org.tr/duhan
Arapça’da “tütmek, dumanı çıkmak” mânasındaki dahn kökünden isim olan duhân “duman” anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de iki âyette yer alan kelime (Fussılet 41/11; ed-Duhân 44/10) kırk dördüncü sûrenin de adını teşkil eder (bk. DUHÂN SÛRESİ). Duhân Kur’an’da geçtiği her iki âyette de “duman” anlamında kullanılmıştır.
Çağdaş mukayeseli dinler tarihi araştırmalarının bir kısmında, İslâm literatürüne göre kıyametin büyük alâmetlerinden biri olarak kabul edilen duhânın terminolojide kazanmış olduğu bu eskatolojik mânaya benzer anlam ifade eden pasajlara Kitâb-ı Mukaddes’te de rastlanıldığı (meselâ bk. Matta, 24/30) kaydedilir (Masson, s. 692). Kur’an’da kıyametin yaklaştığını haber veren âyetlerle bu dehşetli olayın alâmetlerine genel olarak işaret eden beyanların yer alması, müslümanlar arasında yakın bir gelecekte kıyamet alâmetlerinin zuhur edeceği inancını doğurmuş, konuyla ilgili olarak Hz. Peygamber’e nisbet edilen rivayetler de bu inancı pekiştirmiştir. Kelâm kaynaklarında kıyamet alâmetleri sayılırken bazı âyet ve hadislere dayanılarak duhâna da yer verilmiş, bu husus kıyamete çok yakın bir zamanda gerçekleşecek olağan üstü olaylar arasında sayılmıştır. Ancak Ehl-i sünnet’in, sem‘iyyât alanına giren konularda bağlayıcı yorum ve tahminlerden kaçınma esası bu hususta da benimsenmiş ve duhânın, zuhuruna inanılması gereken bir kıyamet alâmeti olduğu belirtilmekle yetinilmiştir.
Duhân kelimesinin, hem özel adını hem de nüzûl sebebini oluşturduğu sûrede yer aldığı âyetten önceki âyetlerde Allah’ın birliği ve O’nun kâinata hâkim olduğu üzerinde durulur. Daha sonra Allah’ın, rahmetinin bir eseri olarak insanlığı doğru yola iletmek üzere peygamberler gönderdiği bildirilir. Bütün bu uyarılara rağmen zamanlarını boşa geçirip oyalanmaktan başka bir şey yapmayan inkârcıları elem verici azap niteliğinde bir dumanın (duhân) saracağı, bu elîm azabın kaldırılması halinde iman edeceklerine dair söz verecekleri ifade edilir. Âyetlerin devamında ise onların bu sözlerinde durmayacakları şu sözlerle haber verilir: “Biz azabı geçici bir zaman için kaldıracağız, fakat siz yine eski halinize döneceksiniz. Onları müthiş bir yakalayışla (batşe-i kübrâ) yakalayacağımız gün öcümüzü mutlaka alırız” (ed-Duhân 44/15-16).
İslâm âlimlerinin, bu âyetlerde geçen duhân ve batşe-i kübrânın mahiyeti ve gerçekleşme zamanı konusunda ileri sürdükleri görüşleri iki grupta ele almak mümkündür: a) Abdullah b. Mes‘ûd’a nisbet edilen ve çoğunluğun benimsediği telakkiye göre Mekke müşriklerinin ve özellikle Kureyş’in İslâm’a karşı direnişinde ısrarlı olduğunu ve müslümanlara yönelik eziyetlerini arttırdığını gören Resûlullah, onların Hz. Yûsuf dönemindekine benzer bir kıtlıkla cezalandırılması için Allah’a dua etmiş, duasının kabul edilmesi sonucunda Mekke halkı büyük bir kıtlığa uğramıştır. Bu kıtlık sırasında leş ve kemik yemek zorunda kalan ve açlıktan gözlerinde fer kalmayan Mekkeli müşrikler etraflarını duman kaplamış gibi görüyorlardı. Bunun üzerine Hz. Peygamber’e başvurarak bu felâketin kaldırılması için rabbine dua etmesini istemişler, kıtlık sona erdiği takdirde iman edeceklerine dair kendisine söz vermişlerdi. Fakat Resûlullah’ın duası üzerine sıkıntıları biraz hafifleyince direniş ve eziyetlerini daha da arttırmışlardı. Abdullah b. Mes‘ûd’a göre söz konusu âyetteki duhân, Mekke döneminde gerçekleşen bu kıtlığa ve bunun sonucunda etrafı duman kaplamış gibi görme olayına, onu takip eden âyetlerde yer alan batşe-i kübrâ ise müşriklerin Bedir Gazvesi’nde uğrayacakları yenilgiye işaret etmektedir (ayrıca bk. BATŞE-i KÜBRÂ). Duhân âyetinin kıyamet alâmetlerinden birini teşkil eden duhâna delâlet etmediği şeklindeki kanaat, bu âyetin devamında yer alan, “Rabbimiz, azabı üzerimizden kaldır!” (ed-Duhân 44/12) meâlindeki âyetle bu isteğin cevabı olan, “Azabı üzerinizden biraz kaldıracağız” (ed-Duhân 44/15) âyetiyle de desteklenmektedir. İlk dönem müfessirlerinden Taberî, söz konusu âyetin yukarıda temas edilen üslûp ve muhtevasının İbn Mes‘ûd’un görüş ve yorumunu güçlendirdiğini vurgulamakta, bu sebeple de onun görüşünün tercih edilmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Son dönem âlimlerinden Şevkânî de eşrât-ı sâat rivayetlerine dayanarak kıyamet alâmetlerinden sayılan bir başka duhân olayının kıyamete yakın bir zamanda gerçekleşebileceğini belirtmekte ve yukarıdaki âyette geçen duhân ve batşe-i kübrâ tabirlerinin o dönemde Kureyş’in başına gelen kıtlık ve Bedir yenilgisi olarak anlaşılmasının daha doğru olacağını söylemektedir. b) Aralarında İbn Kesîr’in de bulunduğu diğer bir grup müfessir ise söz konusu âyette geçen duhânın, kıyametin yaklaştığı sırada ortaya çıkacak duman olduğu görüşünü benimsemektedir. Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas ve Zeyd b. Ali’ye izâfe edilen bir görüş de bu yorumu desteklemektedir. Bu hususla ilgili rivayetlere göre, kıyamete yakın bir zamanda gökten inecek olan bu duman bütün dünyayı (doğu ve batının arasını) kırk gün kırk gece süreyle (Ye’cûc ve Me’cûc’ün helâkiyle ilgili rivayetlerde üç gün) kaplayacak, yeryüzü âdeta bacasız bir fırın, içinde ateş yanmış bir oda gibi ısınacaktır. Müminler bu dumandan -hafif nezleye tutulmuş gibi- çok az etkilenecek, kâfir ve münafıklar ise şiddetle sarsılacak, âdeta sarhoşa döneceklerdir.
Kur’an’da duhân kelimesinin geçtiği diğer âyette (Fussılet 41/11), Allah’ın duman (buhar, gaz) bulutu halinde bulunan göğe teveccüh ve tecelli ettiğine işaret edilmekte, ardından da ona ve arza, “İkiniz de ister istemez gelin” diye emrolunduğu ifade edilmektedir. İlmî tefsir metodunu uygulayan bazı yeni müfessirlerle mutasavvıflar bu âyette yer alan “tav‘an ev kerhen” (ister istemez) kelimelerini, yerküre ile onun en yakın seması arasındaki uyum zorluğunun bir işareti olarak kabul etmektedir (ayrıca bk. DÂVÛD-i KAYSERÎ). Günümüz jeofizik ve uzay araştırmaları da böyle bir intibak zorluğuna işaret etmekte, hayatın devamının ancak yerküre ile uyum halindeki bir atmosferle mümkün olduğunu ileri sürmektedir. Bu konuda dünya atmosferinin oluşumu örnek alınacak olursa arz ve sema uyumunun, öncelikle atmosferdeki gaz atom ve moleküllerinin kaçış hareketleriyle arzın çekim gücünün dengede bulunması gibi çok ince bir muvazeneye bağlı olduğu görülür. Atmosferin teşekkülüne ait tahakkuku çok zor bu jeofizik şartların gerçekleşmesi ise ancak atmosfer mekânının ısısı ile arz cazibesinin dengesi ve uzaydaki çeşitli ışın enerjilerinin bu muvazeneyi bozmaması gibi bazı hassas dengelerin sağlanıp devam ettirilmesine bağlıdır. Duhânla ilgili olan rivayetler, genellikle insanın hayatını sürdürebilmesine en uygun ortama sahip bulunan dünyanın bu dengelerinin bozulmasını yansıtmaktadır. Birçok âyetin de kıyametin kopuşunu büyük bir kozmik değişim olarak tasvir ettiği bilinmektedir (meselâ bk. İbrâhîm 14/48; Tâhâ 20/105-107; et-Tekvîr 81/1-3; el-İnfitâr 82/1-3; el-Kāria 101/1-5). Bu kozmik değişimin alâmetlerinden birini teşkil eden duhânın dünyanın söz konusu hassas dengeleriyle çok yakından ilgili olan bu anlamı, yeryüzünde ve atmosferde meydana gelecek ve insan hayatını olumsuz yönde etkileyecek olan ozon tabakasının delinmesi, atmosferin sera etkisinin azalması, çevre ve hava kirliliği, nükleer savaş ve santrallerden kaynaklanan radyoaktif kirlenmeler gibi jeolojik ve ekolojik dengeyi bozacak değişimlerle, geniş çapta salgın haline gelen kötü alışkanlıkların doğurduğu bütün olumsuz sonuçlara, bunlar karşısında alınacak tedbirlere müslümanların ilgisiz kalmamaları konusunda önemli bir uyarı anlamı da taşıdığı düşünülebilir. Bazı yeni yorumlarda söz konusu âyette geçen duhân lafzı, gelecekte vuku bulacak bazı ilmî keşifleri gösteren, insanlığı yok edecek çeşitli nükleer silâhlarla bunların olumsuz etkilerinin bir işareti olarak kabul edilmektedir (meselâ bk. Ateş, VIII, 306).
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “dḫn” md.
Lisânü’l-ʿArab, “dḫn” md.
Mustafavî, et-Taḥḳīḳ, “dḫn” md., III, 176-178.
Müsned, IV, 6, 7.
Buhârî, “İstisḳāʾ”, 2, “Tefsîr”, 12/4, 30/1, 44/5-6.
Müslim, “Ṣıfâtü’l-münâfiḳīn”, 39, 40, “Fiten”, 39, 40.
İbn Mâce, “Fiten”, 25, 28.
Tirmizî, “Tefsîr”, 46, “Fiten”, 21.
Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXV, 111-115.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, XXVII, 241-244.
Nevevî, Şerḥu Müslim, XVII, 140-142.
İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, VII, 232-236.
a.mlf., en-Nihâye (nşr. M. Ahmed Abdülazîz), Beyrut 1408/1988, I, 223-226.
Teftâzânî, Şerḥu’l-ʿAḳāʾid, s. 193-194.
Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, VII, 29.
Tecrid Tercemesi, III, 271-281; XI, 144-148, 177-179.
Berzencî, el-İşâʿa li-eşrâṭi’s-sâʿa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 155, 177-178.
Seffârînî, Levâmiʿu’l-envâri’l-behiyye, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’l-İslâmî), II, 128-131.
Şevkânî, Fetḥu’l-ḳadîr, Kahire 1349-51, IV, 556-557.
Abdüllatif Harpûtî, Tenḳīḥu’l-kelâm, İstanbul 1330, s. 358-359.
Elmalılı, Hak Dini, VI, 4190-4193, 4297-4299.
D. Masson, Monothéisme coranique et monothéisme biblique, Paris 1976, s. 692.
Abdullah Aydemir, Tefsîrde İsrâîliyyat, Ankara 1979, s. 309-310.
Halûk Nurbâki, Radyasyon ve Miniklerin Evreni, İstanbul 1987, tür.yer.
a.mlf., Kur’ân-ı Kerim’den Âyetler ve İlmî Gerçekler, Ankara 1988, s. 12-18.
Süleyman Ateş, Yüce Kur’ân’ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul 1988-91, VIII, 303-306.
Zeki Sarıtoprak, İslâma ve Diğer Dinlere Göre Deccal, İstanbul 1992, s. 98.
Bekir Topaloğlu, “Batşe-i Kübrâ”, DİA, V, 203-204.