https://islamansiklopedisi.org.tr/camasbname
İlk örneklerine Farsça’da rastlanan Câmâsbnâme’lerin aslı, Keyânîler’den Şah Güştâsb’ın kâinat ve yaratılışla ilgili sorularına, İran mitolojisinde ileri görüşlü ve hakîm diye nitelendirilen Vezir Câmasb’ın verdiği cevaplardan oluşan, Pehlevîce yazılmış yaklaşık 500 beyitlik bir risâledir (Gr.IPh., II, 110; Rızâzâde-i Şafak, s. 53). Bu soru ve cevaplarda çeşitli dinî ve ahlâkî konular ele alınmış, Keyûmert’ten Lohrasb’a kadar olan dönemin tarihi ve İran hükümdarlarının efsaneleri anlatılmıştır. Risâlenin son kısımlarında İran ülkesinin geleceğinden ve Zerdüşt dinindeki vaadlerden söz edilmiştir (DMF, I-II, 725). Eser Yeni Farsça’ya da çevrilmiştir (Ferheng-i Fârsî, V, 419).
Farsça kaleme alınan bir başka Câmâsbnâme ise Nasîrüddîn-i Tûsî’nin (ö. 672/1274) gizli ilimlerden bahseden “yıldıznâme” türünde otuz üç beyitlik mesnevisidir (bk. Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4795, vr. 1b).
Türkçe’de manzum ve mensur birkaç Câmasbnâme tercümesi mevcuttur. Bilindiği kadarıyla bunların ilki, Ahmed-i Dâî’nin (ö. 824/1421’den sonra), Nasîrüddîn-i Tûsî’nin aynı adlı eserinden biraz genişleterek yaptığı çeviridir. Yetmiş üç beyit olan mesnevi Farsça’sında olduğu gibi “feûlün feûlün feûlün feûl” kalıbıyla kaleme alınmıştır. İsmail Hikmet Ertaylan iki nüshadan faydalanarak eseri eski harflerle yayımlamıştır (Ahmed-i Dâ’î: Hayatı ve Eserleri, s. 75-78, 144-154).
Türkçe’deki en önemli Câmasbnâme çevirisi, XV. yüzyıl şairlerinden Mûsâ Abdi’ye aittir. Kaynaklarda hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmayan Abdi, II. Murad devri şairlerinden olup eserinde adını Mûsâ, mahlasını Abdi olarak vermektedir (vr. 4b-5a). Câmasbnâme’yi II. Murad’ın isteği üzerine kaleme aldığını söyleyen Abdi (vr. 5a, 118a), onu aynı adı taşıyan bir kitaptan nazmen tercüme ettiğini bildirmekte (vr. 16a), fakat eserin aslı ve dili hakkında bilgi vermemektedir. Muhtemelen Farsça mensur bir Câmâsbnâme’den tercüme edildiği belirtilen (Kocatürk, s. 219) Abdi’nin eseriyle Farsça Câmâsbnâme’ler konuları bakımından birbirinden oldukça farklıdır. Bu husus, Abdi’nin eserini başka bir kaynaktan faydalanarak kaleme almış olabileceğini düşündürmektedir. Nitekim Gibb, bunun Binbir Gece Masalları’ndaki “Yılanlar Kraliçesi” hikâyesinin manzum tercümesi olduğunu (HOP, I, 432), M. Mélikoff ise Taberî tarihinden alındığını ileri sürmektedir (JA, s. 453). Ancak Abdi, Tevrat kaynaklı olan ve sonradan İslâmî şekle sokulan Câmasbnâme’nin konusunu daha geniş bir biçimde nazma çekerken eserine pek çok telif unsuru da katmıştır.
Abdi Câmasbnâme’yi Bandırma’nın Aydıncık kasabasında bir yılda kaleme almış ve 833’te (1429-30) tamamlamıştır. 5122 beyitten meydana gelen mesnevi “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmıştır. Eserde ayrıca aruzun değişik kalıplarıyla yazılmış seksen sekiz beyit tutarında on dört gazel vardır. Câmasbnâme’de bundan başka mesnevi tarzında bir tevhid, bir na‘t, biri Sultan II. Murad, diğeri Sadrazam Hoca Mehmed Paşa için söylenmiş iki methiye ile gazel şeklinde bir de mersiye yer alır.
Dânyâl peygamberin oğlu Câmasb’ın başından geçenleri ve Şahmaran’ın (Şâh-ı Mârân) yanında geçirdiği günleri anlatan Câmasbnâme, iç içe girmiş birkaç hikâyeden meydana gelmektedir. Bunlar Bulkıya, Şah Sahre, Kafdağı, Cihan Şah, Mürg Şah, Şah Peri, Gevhernigîn Kalesi, Şems Bânû, Kigal Hindî ve Giriftâr-ı Şehrişah hikâyeleridir. Masal unsurlarının hâkim olduğu eserdeki ana hikâyenin konusu şöyledir: Dânyâl peygamber kâinatın bütün sırlarını bilen, her derde çare bulan hikmet sahibi bir kimsedir. Öleceğine yakın hikmet dolu kitabını, doğacak çocuğuna büyüdükten sonra vermesi için hanımına teslim eder. Dânyâl’in ölümünden sonra doğan oğluna Câmasb adı verilir. Câmasb yedi yaşına girince annesi onu mektebe gönderir; fakat Câmasb bir harf bile öğrenemez ve herhangi bir sanatta da başarı sağlayamaz. Bunun üzerine dağdan odun getirip satmaya başlar. Bir gün arkadaşlarıyla çıktıkları dağda yağmur dolayısıyla bir mağaraya sığınırlar ve burada bal dolu bir kuyu bulurlar. Kuyuya inen Câmasb’a arkadaşları ihanet ederek balı alırlar ve onu kuyu dibinde bırakıp giderler. Kuyuda açtığı bir delikten yerin altına giren Câmasb bir sarayla karşılaşır. Burası yılanlar ülkesidir. Ancak yılanların şahı Şahmaran kendisine iyi muamele eder ve ikramda bulunur. Câmasb başından geçenleri anlatır, Şahmaran da ona Bulkıya hikâyesini nakleder. Daha sonra Câmasb Şahmaran’dan kendisini yurduna göndermesini rica eder. Şahmaran, gördüklerinden hiç kimseye bahsetmemesi şartıyla onu bal kuyusundan dışarı çıkarır. Bu sırada ülkenin hükümdarı olan Keyhusrev çok hastadır. Hastalığına Şahmaran’ın etinden başka hiçbir şeyin çare olamayacağını öğrenen hükümdar Câmasb’dan Şahmaran’ın yerini söylemesini ister. O da öldürüleceği korkusu ile sırrını açıklar. Şahmaran tılsımla yakalanıp öldürülür ve etinden yapılan ilâçla hükümdar kurtulur. Bu arada Câmasb Şahmaran’dan öğrendiği ve babasının kendisine bıraktığı kitaptan edindiği bilgilerle bütün dünyanın sırlarına vâkıf büyük bir hakîm olur.
Câmasbnâme’nin yurt içi ve yurt dışı kütüphanelerinde pek çok yazma nüshası bulunmaktadır (Ankara Cebeci Halk Ktp., nr. 239 [başı ve sonu eksik, 2863 beyitlik bir nüsha]; TTK Ktp., nr. 429; Atatürk Üniversitesi Ktp., Seyfettin Özege, nr. 427; Koyunoğlu Müzesi Ktp., nr. 11.398; İstanbul Arkeoloji Müzesi Ktp., nr. 237; Millet Ktp., Ali Emîrî, Manzum, nr. 1202; İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 587; Biblioteca Apostolica, Barb. Orientale, nr. 103 [Mevlânâ Mahmud tarafından XV. yüzyılda istinsah edildiği anlaşılan bu nüsha mevcut yazmaların en eskisidir]; Bibliothèque Nationale, nr. 1363; British Museum, Add., 24.962; Oxford Bodleian Ktp., nr. 2086; Biblioteca Vaticana, Turco, nr. 52.156; Leiden Ktp., nr. 1558 vb.).
Sade ve akıcı bir üslûpla kaleme alınan, Arapça, Farsça kelimelere az yer verilen Câmasbnâme’de halk söyleyişine ve deyimlere oldukça sık rastlanır. Kelime hazinesi ve dil bilgisi bakımından Eski Anadolu Türkçesi’nin özelliklerini taşıyan eser üzerinde Şerif Ali Bozkaplan bir doktora çalışması yapmıştır (bk. bibl.).
Türkçe’de Dâî ve Abdi’nin Câmasbnâme’lerinden başka bir kısmı Abdi’nin eserinden faydalanılarak yazılmış, yer yer ondan alınmış bazı manzumeler ihtiva eden mensur Câmasbnâme’ler de vardır (İÜ Ktp., TY, nr. 9542 [1159/1746 tarihli]; İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 161). Bunlardan 1196’da (1780) Yazıcı Öksüz’ün kopya ettiği ve yalnız Cihan Şah’ın maceralarını ihtiva eden nüshada hikâye Abdi’ninkinden daha geniş biçimde anlatılmaktadır (Kocatürk, s. 219). 1911 yılında Ahmed adlı bir halk şairi tarafından derlenen Müntâzetü’l-emâsîl / Şahmaran Hikâyesi ise Abdi’nin mesnevisinden kısaltılmıştır (a.g.e., s. 219). Ayrıca halk arasında dolaşan ve “Şahmaran” adıyla bilinen hikâyeler de (S. Abdullah Himmetzâde, Şahmaran Hikâyesi, İstanbul 1333; Süleyman Tevfik, Şahmaran [Hikâyesi], İstanbul 1341) Câmasbnâme’den özetlenmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Abdi, Câmasbnâme, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 587.
Ferheng-i Fârsî, V, 419.
Nasîrüddîn-i Tûsî, Câmâsbnâme, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4795.
Ahmed-i Dâî, Câmasbnâme, İÜ Ed.Fak., Türk Dili ve Edebiyatı Seminer Kitaplığı, nr. 4028, s. 291-299.
Gibb, HOP, I, 431-440.
Gr.IPh., II, 110.
Ergun, Türk Şairleri, I, 183-186.
Köprülü, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 357.
a.mlf., “Anadolu’da Türk Dili ve Edebiyatının Tekâmülüne Umumi Bir Bakış”, YT, I/5 (1933), s. 379.
İsmail Hikmet Ertaylan, Ahmed-i Dâ’î: Hayatı ve Eserleri, İstanbul 1952, s. 73-79, 144-154.
Banarlı, RTET, I, 478-479.
Kocatürk, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 216-220.
Levend, Türk Edebiyatı Tarihi, s. 126.
Özege, Katalog, IV, 1623.
Rızâzâde-i Şafak, Târîḫ-i Edebiyyât-ı Îrân, Tahran 1352 hş., s. 53.
Âmil Çelebioğlu, Sultan II. Murad Devri Mesnevileri (doçentlik tezi, 1976), Erzurum Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi, s. 272-291.
Şerif Ali Bozkaplan, Cāmasb-nâme: Dil Özellikleri-Kısmî Transkripsiyon-Söz Dizini (doktora tezi, 1989), İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
a.mlf., “Abdî ve Câmasb-nâmesi”, Prof. Dr. Osman Nedim Tuna Armağanı, Malatya 1989, s. 11-20.
M. Mélikoff, “Sur Le Jamaspname”, JA, CCXLII (1954), s. 242-243, 453.
TA, I, 31; XXXII, 109.
TDEA, I, 9, 10.
DMF, I-II, 725.
Günay Kut, “Ahmed-i Dâî”, DİA, II, 57.