- 1/2Müellif: SEMAVİ EYİCEBölüme GitŞehzadebaşı’ndaki Külliye. Şehrin merkezinde Beyazıt ile Şehzadebaşı’nı bağlayan Şehzadebaşı caddesiyle bunu dikine kesen Dedeefendi caddesinin birleş...
- 2/2Müellif: SEMAVİ EYİCEBölüme GitBâbıâli’deki Külliye. Bâbıâli semtinin muhtelif yerlerinde inşa veya ihya edilerek vakfedilmiş medrese, cami, sıbyan mektebi, sebil ve hamamdan meydan...
https://islamansiklopedisi.org.tr/damad-ibrahim-pasa-kulliyesi--istanbul#1
Şehzadebaşı’ndaki Külliye. Şehrin merkezinde Beyazıt ile Şehzadebaşı’nı bağlayan Şehzadebaşı caddesiyle bunu dikine kesen Dedeefendi caddesinin birleştiği köşede inşa edilen cami, medrese, çeşme, sebil, kütüphane ve çarşıdan meydana gelen külliye, iki tarafından bu caddelere sınır olduğu gibi önündeki ana cadde boyunca da karşılıklı dükkânları sıralanıyordu. Bunların önlerinde yakın tarihlere gelinceye kadar sütunlara oturan kemerler olduğundan burası Direklerarası adıyla tanınmaktaydı. Külliyeye ait yapılar, Sultan III. Ahmed’in sadrazamı Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa tarafından 1718’den 1730’a kadar süren sadâreti sırasında yaptırılmıştır. Caminin kapısı üstündeki kitâbe, burasının aynı zamanda medrese (dârülhadis) olduğuna atıf yapılarak 1132 (1719-20) yılında inşa edilmiş olduğunu gösterir. Şair Nedîm’in divanında İbrâhim Paşa Sebili için yazılmış altı beyitlik tarihte de 1132 yılı verilmiştir. İbrâhim Paşa’nın külliyeye komşu olarak yaptırdığı çarşının on iki beyitlik tarihinin, “Nedîmâ böyle tahrîr eyledi târîh-i itmâmın / Yapan bu çârsûyu cûd-ı İbrâhîm Pâşâ’dır” şeklindeki son beyti 1141 (1728-29) tarihini gösterir. Böylece külliyenin tamamlanmasının uzun sürdüğü anlaşılır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki buna dair bir vakfiye sûreti de (VGMA, Defter, nr. 1959, s. 43, sıra nr. 27) 1141 yılı Şevval ayında (Mayıs 1729) tanzim edilmiş olup “... eşi Fatma Sultan ile birlikte Şehzadebaşı’nda mevcut mülk arsaları üzerinde yaptırdıkları on üç hücreli medrese, bunun dershanesiyle kütüphanesi ve sebil, şadırvanla çeşmesinden teşekkül eden külliyeye ait ...” kaydı bulunmaktadır. Fakat en azından cami ve medrese 1720’de bitmiş olmalıdır ki Silâhdar Mehmed Ağa’nın belirttiğine göre 14 Receb 1132’de (22 Mayıs 1720) büyük bir törenle açılışları yapılmıştır. Râşid Mehmed Efendi ise bu açılışın bir gün sonra olduğunu kaydeder (bk. Aktepe, s. 150). 1133 yılı Cemâziyelâhirinde (Nisan 1721) yazılan bir fermanda da Şehzadebaşı’nda Fatma Sultan ile Damad İbrâhim Paşa’nın yaptırdıkları kütüphane ve dârülhadisin evkafından olan Nakşa’da (Naksos) tarla ve bağlardan bahsedilmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü’ndeki vakfiye sûretinden anlaşıldığına göre ise Şehzadebaşı’ndaki külliyenin evkafı Aydın sancağında iki köy, Karlı-ili’nde bir köy, Paşa sancağında Manastır nahiyesinde mukātaalar, Ege adalarından Nakşa adasında tarla, bağ ve bahçelerdir. Bunlara ilâve olarak külliyenin önündeki cadde boyunca inşa edilen bir tarafta kırk beş, diğer tarafta otuz yedi dükkânın geliri de buraya tahsis edilmiştir.
Münir Aktepe tarafından yayımlanan vakfiye özetine göre (VGMA, Defter, nr. 1959, s. 43, sıra nr. 27) külliyede şu görevliler hizmet edecekti: Medrese şeyhülkurrâsı, dersiâm, dört kütüphane görevlisi, kütüphane ciltçisi, yazı hocası, mesnevîhan, ferâizci, onun halifesi, mescidin imamı, müezzini, kandilci, kayyım, buhurcu, temizlikçi, dârülhadis ve kütüphanenin kapıcıları, şadırvan ve avlu temizlikçisi, külliyenin çöpçüsü, dört sebilci, çeşmenin kepçe muhafızı, suyolcu, helâların temizlik ve bakımını yapacak kişi, basit tamirlere bakacak usta ile kurşuncu, lağımcı ve taşçı. Bu çok kalabalık kadro ayrıca vakfın zenginliği hakkında fikir vermektedir.
Uzun yıllar çok perişan halde kalan cami, şadırvan ve medrese, 1959-1960 yıllarında Vakıflar İdaresi tarafından restore edildikten sonra bazı müesseselere tahsis edilmiş, bu sırada revakların araları da camekânlarla kapatılmıştır.
Cami. Külliye dikdörtgen şeklinde bir alan içinde kurulmuş olup iki caddenin birleştiği köşesinde bir sebil ve yanında çeşme bulunur. Bunun arkasında ise cami yer almaktadır. Dedefendi caddesinden girilen caminin kıble duvarı ve yan cephesi önünde her biri aynalı tonozlu, yedi bölümlü iki revak vardır. Taş ve tuğla dizileri halinde karma malzeme ile yapılan cami kare biçimindedir ve üstünü yaklaşık 10 m. çapında bir kubbe örter. Kubbeye geçiş dilimli, altları mukarnaslı köşe trompları ile sağlanmıştır. Bugün görülen minare çok yeni olmakla beraber caminin sağ köşesinden girilen orijinal minaresinin de burada olduğu ve sebille çeşmenin arkasındaki masif bir kaideye oturduğu anlaşılmaktadır. Hadîkatü’l-cevâmi‘de bildirildiğine göre caminin minaresi ve minberi, kısa bir süre kaptan-ı deryâ olan, aynı soydan Küçük (Sinek) Mustafa Paşa (ö. 1177/1763-64) tarafından yaptırılmıştır.
Cami sade ve zarif biçimde tezyin edilmiştir. Dış revak sütun başlıkları baklavalı tiptedir. Revak aynalı tonozları kalem işi nakışlarla bezenmiştir. Kapının söveleri de kabartmalarla süslüdür. İçeride tromplar, pencere alınlıkları, mihrabın etrafı ve kubbe son tamirde tazelenen kalem işi nakışlarla bezenmiştir.
Kütüphane. Nedîm’in on dokuz beyitlik bir kasidesinden (Nedim Divanı, s. 135) kendisinin hâfız-ı kütüb tayin edildiği anlaşılan bu kütüphane, girişin sol tarafında ve camiye nazaran simetrik durumda, tamamen onun eşi ve her bakımdan benzeridir. İki cephesinin önünde, sütunlara oturan kemerlere dayanan aynalı tonozlu revaklar uzanır. Kare biçimli ana mekân ise cami gibi aynı büyüklükte bir kubbe ile örtülmüştür. Hünkâr imamı Arapzâde Abdurrahman Efendi tarafından yazılan kitâbesine göre kütüphane 1132 (1719-20) yılında tamamlanmıştır. Değerli yazmalardan meydana gelen kitaplar Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşındığından yakın bir geçmişte boşalan kütüphane binası başka işlere tahsis edilmiştir (ayrıca bk. DAMAD İBRÂHİM PAŞA KÜTÜPHANESİ).
Ana girişin sağında ve solunda yer alan cami ve kütüphanenin önlerinde geniş bir avlu yer alır. Bunun ortasındaki mermer havuzlu şadırvan son yıllarda tamir görmüş olmakla beraber havuz kısmının dış yüzlerindeki kabartma süslemeler eskidir.
Medrese (dârülhadis). Lağvedilmeden az önce düzenlenen 20 Ağustos 1330 (2 Eylül 1914) tarihli listede yer alan bilgilere göre medresenin üç muhdes baraka ile on yedi odası olup bunlar her ne kadar toprak seviyesinde ise de iyi yapıldıkları, ayrıca arka pencereleri bulunduğu için az rutubetlice ve tatminkâr bir durumdadırlar. Havalandırma ve güneşten istifade etme bakımından da iyi olan bu odalar ikişer kişi ikamet edebilir genişliktedir. Medrese, bazı ufak ıslahat ile yirmi beş kişinin oturacağı bir hale getirilebilir.
Avluyu iki taraftan medrese revakları ile arkalarındaki odalar çevirir. Revaklar gibi hücreler de kubbelidir. On üç kubbeli odadan sebilin sırasında olan üç tanesi dikdörtgen planlı ve üstleri aynalı tonozlarla örtülüdür. Bu odaların önlerinde revaklar yoktur ve iki tanesi aralarındaki kubbeli bir eyvanla bağlantılıdır. Bunların normal medrese hücresi olmayıp başka bir gayeye hizmet etmek üzere yapılmış olduklarına ihtimal verilebilir. Medresenin sol köşesindeki dar bir koridorun sonunda ise üç helâ bulunmaktadır.
Sebil ve Çeşme. Külliyenin iki cadde arasındaki köşesinde beş pencereli, geniş saçaklı sebili yer alır. Kaideden itibaren zengin biçimde kabartmalarla süslenmiş sebilin ayrıca pencerelerinin üstünde bir yazı kuşağı dolaşır. Tarih manzumesinin son beytinde, “Reşîdâ müjde edip teşnegâna söyle târîhin / Sebîl-i ayn-ı İbrâhîm Pâşâ’dır için sahha” denilmektedir. Dış kapının yanındaki çeşme ise Râşid ve Tâib tarafından yazılmış iki ayrı manzum kitâbeye sahiptir. Râşid Efendi’nin dört beyitlik kitâbesindeki, “Zebân-ı lülesi der teşneye târîh için Râşid / Su iç bu çeşme-i Dâmâd İbrâhîm Pâşâ’dan” beyti yapılış tarihini verir. Uzun bir tarih manzumesi halindeki ikinci kitâbede bulunan tarih beytinde ise, “Zülâl-i birr ü ihsânından İbrâhîm Pâşâ’nın / İçip şâd eylen ervâh-ı ıtâş-ı ehl-i îmânı” denilmektedir. Klasik çeşmeler tipinde bir sivri kemerli nişten ibaret olmakla beraber iki yanında burmalı sütunçeler üzerinde kabartma süsleme görülür. Fakat tarihî bir eserin varlığını hiçe sayarak yapılan yanlış bir sokak düzenlemesi yüzünden çeşmenin ayna taşı ve sebilin eteği yola gömülmüştür.
Hazîre. Sebilin yanında ve caminin yan duvarı önünde ana caddeye paralel geniş bir hazîre yer almaktadır. Cephede mukarnaslı başlıklara sahip sütunların üzerinde, içleri dökme şebekelerle kapatılmış sivri kemerler sıralanır. Hazîre, bir sütuna oturan çifte kemerle enine iki ayrı bölüme ayrılmıştır. Damad İbrâhim Paşa’nın parçalanan cesedinden toplanabildiği kadarı önce, Süleymaniye yakınında Nevruz Kadın Sıbyan Mektebi yanında kızı ile damadına ait konağın bahçesine gömülerek üzerine bir taş dikilmişti. Sonraları cami hazîresine onun adına yeni bir taş dikilmiştir. Aynı hazîrede oğlu Damad Mehmed Paşa ile aynı soydan Küçük Mustafa Paşa’nın da kabirleri bulunmaktadır.
Çarşı. Külliyeye gelir sağlamak için Şehzadebaşı caddesi üzerinde karşılıklı olarak iki sıra halinde inşa edilen bu dükkânlardan medreseye bitişik olanlar otuz yedi, karşı sırada ve yeniçerilerin Eski Odalar denilen kışlasına komşu olanlar ise kırk beş tane idi. Bunların, İlkçağ’da Akdeniz çevresindeki eski şehirlerin çoğunda olduğu gibi önlerinde direklere dayanan saçakları vardı. Böylece İbrâhim Paşa Çarşısı, antik direkli caddeler geleneğini Türk mimarisinde yaşatan bir eser olmuştur. Ancak karşı sıradaki dükkânlar ve önlerindeki sütunlar XIX. yüzyıl içlerinde yıkılıp kaldırılmış, İstanbul halkının hayatında çok büyük yeri olan ünlü Direklerarası kısmı XX. yüzyıl başlarına kadar durmuştur. Fakat caddeden tramvay hatları geçirilirken medreseye bitişik dükkânların önlerindeki bu kemer ve sütunlar da kaldırılmıştır. Bugün mimarileri çok bozulmuş bir halde bu tonozlu dükkânların bir kısmı mevcuttur. Araya bir çirkinlik âbidesi gibi sokuşturulmuş olan eski sinema, şimdiki iş hanları da külliyenin bütünlüğünü bozan bir unsurdur. Yıllar önce alınan, Direklerarası’nın hiç olmazsa bu tarafının ihya edilmesi yolundaki Anıtlar Yüksek Kurulu kararı da uygulanmamıştır.
Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’nın bu külliyesi, onu yaptıran kişinin tarih içindeki önemi kadar şehrin en işlek ana caddesi üzerinde bulunuşu ile de dikkatle korunması ve bütünlüğü bozulmaksızın yaşatılması gereken bir mimari eserdir. Ayrıca küçük külliyeler arasında Türk sanatının klasik döneminin son yapılarından biridir. Bunun yanında külliyenin cami, kütüphane, medrese, sebil ve çarşıdan meydana gelen plan düzenlemesi, başka bir benzerine rastlanmayan son derecede âhenkli ve başarılı bir örnektir.
BİBLİYOGRAFYA
VGMA, Defter, nr. 1959, s. 43, sıra nr. 27.
Nedim Divanı (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1972, s. 135, 145, 174.
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 41; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 75-76.
Ahmed Refik [Altınay], Hicrî On İkinci Asırda İstanbul Hayatı (1100-1200), İstanbul 1930, s. 72-73.
İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 33.
Tanışık, İstanbul Çeşmeleri, I, 328, nr. 365.
M. Münir Aktepe, “Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ya Âid İki Vakfiye”, TD, XI/15 (1960), s. 149-160.
Mübahat S. Kütükoğlu, “1869’da Faal İstanbul Medreseleri”, TED, sy. 7-8 (1977), s. 310, nr. 65.
a.mlf., “Dârü’l-hilâfeti’l-‘aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, İTED, VII/1-2 (1978), s. 77, nr. 60.
https://islamansiklopedisi.org.tr/damad-ibrahim-pasa-kulliyesi--istanbul#2-babialideki-kulliye
Bâbıâli’deki Külliye. Bâbıâli semtinin muhtelif yerlerinde inşa veya ihya edilerek vakfedilmiş medrese, cami, sıbyan mektebi, sebil ve hamamdan meydana gelen yapılar bir külliye özelliğine sahipti. Bugün hemen hemen bütünüyle yok olan bu yapılara dair aşağıda verilen bilgiler, bir tarih belgesi olarak şehrin bu bölgesine ait mimari özellikleri aksettirdiği için ehemmiyetlidir.
Sıbyan Mektebi ve Sebil. İbrâhim Paşa’nın vakıflarına dair kayıtlarda adı geçen sıbyan mektebi Büyük Postahane’nin arkasında, Âşir Efendi sokağı ile Hoca Kasım Köprü sokağı arasındaki köşebaşında bulunuyordu. Bugün hiçbir izi kalmayan bu sıbyan mektebi, Türk mimarisinde örneğine çok rastlandığı şekilde bir sebilin üstünde inşa edilmişti. Yan tarafındaki Hoca Kasım yokuşuna açılan girişinin üzerinde beş beyitlik manzum kitâbesindeki, “Kıldı ihlâs ile ihyâ bî-nazîr ü bî-adîl / Defter-i hayrâtına yazdı kirâmen kâtibîn / Mekteb-i zîbâ-yı İbrâhîm Pâşâ-yı celîl” mısralarından anlaşıldığına göre İbrâhim Paşa bu sıbyan mektebini 1138 (1725-26) yılında “ihyâ” suretiyle yaptırmıştı. Altındaki sebil de bina ile bir bütün teşkil ettiğine göre aynı tarihte yapılmış olmalıdır. Yapının, yıllar önce lağvedilmiş olan İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni’ndeki 723 sayılı dosyasında rastlanan, 10 Nisan 1944 tarihli Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yolladığı cevapta, “Nevşehirli İbrâhim Paşa ve zevcesi Fatma Sultan vakıflarına ait 38 numaralı Hazine Defteri’nin 21. sayfasına kayıtlı, Hoca Paşa nezdinde vakfı muallimhâne ve sebilhânenin” kadrosunun sûreti bulunmaktadır. Bu belgede 29 Şevval 1182 (7 Mart 1769), 14 Rebîülâhir 1195 (9 Nisan 1781), 29 Rebîülâhir 1205 (5 Ocak 1791), 21 Şâban 1212 (8 Şubat 1798), 17 Cemâziyelâhir 1227 (28 Haziran 1812), 10 Şâban 1228 (8 Ağustos 1813) tarihlerinde mektep ve sebil hizmetlilerinin adları ve kendilerine verilecek ücret bildirilmiştir.
Cumhuriyet dönemi başlarında Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 7 Nisan 1341 (1925) tarih ve 605 sayılı bütçe kanunu ile özel idareye devredilen mektepler arasında bu binanın yer almayarak vakıflarda kaldığı, İstanbul Eski Eserleri Koruma Encümeni’nin 1945 tarihli bir raporundan anlaşılmaktadır. 1923-1928 yılları arasında düzenlenen sıbyan mektepleri listesinde adına rastlanmadığına göre bu tarihlerde faal olmayan mektebin binası yakın tarihlere gelinceye kadar ayakta bulunuyordu.
Herhalde Büyük Postahane’nin yapıldığı sıralarda (1908), arka tarafındaki Âşirefendi sokağı da düzeltilirken buraya taşan sebilin üstü yıktırılarak temeli ve etek kısmı kalmıştır. Sebilin mermer üst aksamı, daha sonra yeniden kurulmak üzere, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Topkapı Sarayı’na bakan duvarının dibindeki hendeğin içine bırakılarak burada unutulmuştur. İstanbul Belediyesi 1945’te sıbyan mektebini yıktırmak üzere başvurunca önce direnen Eski Eserleri Koruma Encümeni sonunda razı olmuş ve bakanlığın izni istendiğinde ise red cevabı alınmıştır. Fakat 15 Şubat 1945’te Ankara’da yapılan bir toplantıda da İstanbul’daki kurtarılması gereken eserler arasında adı geçen İbrâhim Paşa Mektebi’nin bir yıl sonra bakanlık tarafından yıktırılmasına karar verilmiştir.
“Mâil-i inhidâm” olduğu iddiası ile daha 1943’te yıktırılmak istenen sıbyan mektebi, ancak 1968 yılı sonunda Vakıflar İdaresi tarafından yerine bir iş hanı yapılmak üzere yıktırılmaya başlanmış ve bu satırların yazarının devamlı mücadelesine rağmen eserin bütünü hiçbir iz kalmayacak şekilde yok edilmiştir. Halbuki ısrarla üzerinde durulan, hiç değilse sebilin, tarihî bir hâtıranın büsbütün silinmesini önlemek için yeni binanın köşesinde ihya edilmesi, Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nun 12 Nisan 1969 tarihli kararı ile uygun görülmüştü. Ancak bu şartla vakıflara iş hanı inşasına izin verilmesine rağmen Vakıflar İstanbul Bölgesi Başmimarı Ertuğrul Eğilmez sebili ihya etmemiştir.
Mektebin girişi yanındaki yokuştan olup buradaki kemerli kapının üstünde kitâbesi yer alıyordu. Mektebin altında ise bir bodrum vardı. Herhalde bütün benzerlerinde olduğu gibi içinde bir hademe odası ile bir de helâ olan bu tonozlu bodrumun caddeye bakan tarafında kemerli iki dükkân yer alıyordu. Kapının iç tarafında küçük bir avlu mevcuttu. Ayrıca mektebin yukarısında, eski planlarda görüldüğü üzere oldukça geniş bir de bahçesi bulunuyordu. Sıbyan mektebinin girişinde, ikisi yan duvarlara bitişik başlıkları mukarnaslı dört mermer sütunlu bir revak uzanıyordu. Üç bölümlü olan bu “hayat”ın bölümleri çapraz tonozlarla örtülmüştü. Hayatın kenarında yer alan mermer çerçeveli bir kapıdan mektebin cephesinde açılmış iki sıra pencerelerle bol ışık alan tek mekândan ibaret dershanesine geçilirdi. Ayrıca bir de ocağı bulunan üstü tuğladan büyük bir aynalı tonozla örtülmüş olup içeride giriş tarafında ahşap bir de asma kat bulunuyordu. Alttaki hademe odasına ve helâya revaktaki bir merdivenden iniliyordu.
Medrese. Bugün kısmen mevcut olmakla beraber etrafını saran binalar yüzünden hiçbir taraftan görülmesi mümkün olmayan medrese, Ankara (Bâbıâli) caddesiyle eski Acımusluk (şimdi Cemalnadir) sokağı arasında bulunmaktadır. Vakıflar İdaresi’nden bu medreseyi kendi mülkiyetine geçirmiş olan Hakkı Tarık Us burayı Vakit gazetesinin basımevi haline getirmiş, bu sırada iç mimarisi de tanınmaz bir biçime sokulmuştur.
Nedim Divanı’nda bu medrese için yazılmış beş beyitlik bir tarih manzumesi bulunmaktadır (s. 174). Yakınındaki sıbyan mektebi ve sebil ile bir yıl arayla inşa edildiğine göre bu tarih muhtemelen medreseye aitti. Manzumenin tarih beyti şöyledir: “Dedi itmâmına tahsîn birle târîhin Nedîm / Tarh-ı İbrâhîm Pâşâ pâk ü zîbâ medrese” (1139 [1726-27]).
Ayvansarâyî Hadîkatü’l-cevâmi‘de “Acımusluk Mescidi” maddesinde, bu ibadet yerine Maktul İbrâhim Paşa tarafından minber koydurulduğunu ve yakınında onun dârülhadisi ve bir de tek hamamı olduğunu bildirirken aldanmış veya burada “maktul” sıfatı ile Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa’yı kastetmiş olmalıdır. Damad İbrâhim Paşa vakfiyesinde, Acımusluk sokağındaki medrese (dârülhadis) ve hamamın, XVI. yüzyılın Maktul İbrâhim Paşa’sının değil Damad İbrâhim Paşa’nın eseri olduğu açıkça bellidir.
İstanbul medreselerine dair 20 Ağustos 1330 (2 Eylül 1914) tarihli kayıtta, on iki hücreli bu medresenin dokuz hücresinin kullanıldığı, üçünün bütünüyle harap halde olduğu, hava ve güneş ışığı almadığından talebe iskânına uygun bulunmadığı bildirilir. Ayrıca gusülhane, abdesthane ve şadırvanı tamir edilmişse de mecraları olmadığından içi kokmaktadır. Medrese onarılsa da mahalle arasında bulunduğundan talebenin barınması için uygun değildir. O sırada medresede on altı talebe barındıktan başka 19 Kânunuevvel 1334’te (19 Aralık 1918) iki odasında asker eşyası depolanmıştı; bazı hücrelerde ise yangın felâketzedesi üç kişi yaşamaktaydı. Medrese bu sıralarda kadro dışıdır.
Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nden elde edilen bir medrese planının Damad İbrâhim Paşa’nın bu ikinci dârülhadisine ait olabileceği söylenebilir. Buna göre medrese kare bir plana göre düzenlenmiş olup bazı hususlarda Şehzadebaşı’ndaki dârülhadise benziyordu. Acımusluk sokağında olan girişin sağında köşede büyük kubbeli dershanesi bulunuyor, ortadaki avluyu kubbeli ve mermer sütunlu revaklar dört taraftan çeviriyordu. Bugün bu sütunlardan bazıları medreseyi bölen duvarların aralarında görülebilir. Revakların arkasında ise kubbelerle örtülü on yedi hücre vardı. Medresenin sol tarafında biri büyük kubbeli, ikisi tonozlu üç mekânla mahiyetleri anlaşılamayan bazı bölümler yer alıyordu. Bunların üstünde de önünde çifte kubbeli bir revakı olan, aynalı tonozlu bir sıbyan mektebi bulunuyordu.
Cami. Esasında Sahaf Süleyman Efendi tarafından yapılmışken Damad İbrâhim Paşa’nın ihya ederek evkafına kattığı, külliyenin camii haline getirilen Acımusluk Mescidi çok yıl önce satılarak özel mülkiyete geçmişti ve depo olarak kullanılıyordu. 1986 yılında burada bazı inşaatlar yapılmış, medresenin sağ tarafında olması gereken Acımusluk Mescidi’nin arsası üzerinde bir iş hanı inşa edilmiş ve bu yeni binanın üst katında da bir mescid mekânına yer ayrılmıştır.
Hamam. Damad İbrâhim Paşa tarafından yaptırılan İstanbul’daki tek hamam, aynı sokakta medresenin karşısında bulunuyordu. Girişin iki yanında bir çift mekân olan hamamın büyük kubbeli soyunma yerini ortada kubbeli, yanlarda tonozlu bir ılıklık bölümü takip ediyordu. Sıcaklık kısmı ise dört köşesinde halvet hücreleri olan dört eyvanlı tipteydi. Evvelce satılmış olan hamam da 1986 yılında bir iş hanına dönüştürülmüş ve sadece büyük kubbeli soyunma yeri yeni binanın içinde muhafaza edilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Nedim Divanı (nşr. Abdülbâki Gölpınarlı), İstanbul 1972, s. 174.
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 52; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, I, 85, nr. 66.
İzzet Kumbaracılar, İstanbul Sebilleri, İstanbul 1938, s. 31, rs. 38.
Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Birinci Danışma Komisyonu Çalışmaları, Ankara 1945, s. 22, md. 5.
Türkiye Tarihi Anıtları (Öntasarı) (nşr. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü), İstanbul 1946.
Ekrem Hakkı Ayverdi, 19. Asırda İstanbul Haritası, İstanbul 1958, pafta B4 (sıbyan mektebi, hamam ile medresenin yerleri).
Eminönü Camileri (nşr. Eminönü Müftülüğü), İstanbul 1987, s. 11-12.
İ. Hakkı Konyalı, “İbrahim Paşa Mektebinin Bugünkü Acıklı Hâli”, Tan, yıl 4, nr. 1105, İstanbul 28 Mayıs 1938, s. 5.
TTOK Belleteni, sy. 39 (1945), s. 6, sy. 40 (1945), s. 4.
M. Münir Aktepe, “Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’ya Âid İki Vakfiye”, TD, XI/15 (1960), s. 150.
a.mlf., “Damad İbrahim Paşa Evkafına Dair Vesikalar”, a.e., XIII/17-18 (1963), s. 18-19 vd.
Mübahat S. Kütükoğlu, “1869’da Faal İstanbul Medreseleri”, TED, sy. 7-8 (1977), s. 290, nr. 86.
a.mlf., “Dârü’l-hilâfeti’l-‘aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, İTED, VII/1-2 (1978), s. 41-42, nr. 14.
Semavi Eyice, “İstanbul’un Ortadan Kalkan Bazı Tarihî Eserleri”, TED, sy. 10-11 (1981), s. 212-221, rs. 1729 (sıbyan mektebi ile sebil için yapılan mücadelenin yazışmaları ve fotoğrafları ile mektebin planı).
R. Ekrem Koçu, “Acımusluk Hamamı”, İst.A, I, 194.
a.mlf., “Acımusluk Mescidi”, a.e., I, 195.