https://islamansiklopedisi.org.tr/devati-mustafa-efendi
Divit imalâtıyla meşgul olduğu veya bu işi meslek edinen bir ailede yetiştiği için “Devâtî” ya da “Divitçi” lakabıyla meşhur olmuştur. Gençliğinde Üsküdar Hüdâyî Âsitânesi’nde Aziz Mahmud Hüdâyî’nin yerine geçen halifesi Muk‘ad Ahmed Efendi’ye intisap etti. Gayreti ve kabiliyetiyle tarikatta kısa sürede ilerledi ve şeyhi tarafından irşad için Kastamonu’ya gönderildi. Ardından İstanbul’a şeyhini ziyarete geldi, seyrüsülûkünü tamamlayıp hilâfet aldı. İrşad faaliyetine başlamadan önce ilme yönelerek bir âlimin yanında mülâzım oldu. Yedi yıl sonra imtihanı kazanıp 40 akçe maaşla bir medreseye müderris tayin edildi. 1061 (1651) yılında Molla Kestel Medresesi’nde müderrisliğe başladı. Bir yıl kadar bu göreve devam etti. 1062-1067 (1652-1657) yılları arasında Üsküdar’daki Vâlide Sultan Dârülhadisi’nde Vanî Ali Efendi’nin yerine müderrislik yaptı. 1067’de medrese hayatını terkedip Üsküdar’da Arslan Ağazâde Mustafa Bey tarafından inşa edilen (1651), bugün kendisinin adıyla yahut Şeyh Camii diye anılan camiyi tekkeye dönüştürerek irşad faaliyetine başladı. Burada üç yıl irşadla meşgul olduktan sonra vefat etti ve tekkenin bahçesindeki türbesine defnedildi. Kendisinden sonra irşad hizmetini halifeleri Abdülbâki Dede ve Fidancı Mehmed Efendi devam ettirmiştir. Devâtî’nin oğlu Divitçizâde Mehmed Tâlib Efendi, babasının ölümünün ardından Fidancı Mehmed Efendi’nin yanında tasavvufî terbiyesini tamamlayıp şeyh olmuştur.
Mustafa Devâtî’nin bilinen tek eseri Tuhfetü’s-sûfiyyîn’dir (bk. bibl.). Müellif tasavvuf yolunda nâil olduğu keşifleri ve rüyalarını anlattığı bu eserde zaman zaman hayatıyla ilgili bazı kesitlere de yer vermiştir. Eser Necdet Tosun tarafından sadeleştirilerek bir incelemeyle birlikte yayımlanmıştır (bk. bibl.). Mustafa Devâtî tasavvuf yolunda ilerlemenin kolay, ancak kemal noktasında sürekli kalmanın zor olduğunu belirtir. Vahdetin sırlarına erebilmek için halvetin şart kabul edildiğini, halk içinde Hak ile bulunmanın çok güç olduğunu düşünür. Âşıklar, zâhidler ve avam arasındaki derece farkına işaret eden Devâtî âşıkların üzüm, zâhidlerin kavun, avamın ise erik gibi sayıldığını, üzümün lezzetinin herkesçe bilinmesi gibi âşıkların da kıyamet gününde tanınacağını, kavunun lezzeti kesilmedikçe bilinemeyeceği gibi zâhidlerin de ancak ehlince bilinebileceğini, öte yandan eriğin ekşi olduğunun herkes tarafından bilindiğini söyler (Tuhfetü’s-sûfiyyîn, vr. 40a).
BİBLİYOGRAFYA
Mustafa Devâtî, Tuhfetü’s-sûfiyyîn, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Belediye, nr. 438, vr. 32b-48b.
Uşşâkīzâde İbrâhim, Zeyl-i Şekāik (nşr. H. J. Kissling), Wiesbaden 1965, s. 561.
Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, I, 575.
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 198.
Sicill-i Osmânî, IV, 393.
Hüseyin Vassâf, Sefîne, III, 13-14, 19.
Şeyh Mustafa Devâtî Kuddise Sirruhû ve Tuhfetü’s-sûfiyyîn (s.nşr. Necdet Tosun), İstanbul 1997.
Ahmed Tahir Nur, “Kitabeleriyle Üsküdar’da Bir Celveti Tekkesi: Şeyh Mustafa Devâtî Efendi Cami-Tevhidhanesi”, Toplumsal Tarih, sy. 248, İstanbul 2014, s. 78-84.