https://islamansiklopedisi.org.tr/ebu-bekir-et-tamestani
İran’ın Tamestân şehrinde doğdu. İlk tahsilini burada yaptıktan sonra tasavvufa yöneldi. İran’ın birçok şehrini dolaştı, karşılaştığı sûfîlerden istifade etti. Dönemin meşhur sûfîsi Ebû Bekir eş-Şiblî ve Şîrazlı İbrâhim ed-Debbâğ’ın sohbetlerine katıldı. Attâr’ın Teẕkiretü’l-evliyâʾsında yanlışlıkla Ebû Bekir es-Saydelânî olarak tanıtılan Tamestânî Nîşâbur’da vefat etti. Kuzey Irak’ın Hîre şehrinde medfun olduğuna dair bir rivayet de vardır (Kuşeyrî, s. 371).
Ebû Bekir et-Tamestânî, tasavvufun kuruluş döneminde görüş ve tesbitleriyle bu disipline önemli katkılarda bulunan sûfîlerden biridir. Sohbet, hicret, nefis, ilim, zühd, tasavvuf, tarikat, riyâzet gibi terimlere getirdiği yorumlar tasavvufî çevrelerde kabul görmüş ve yaygınlık kazanmıştır. Allah’a giden yolların insanların sayısı kadar çok olduğunu söyleyen ilk sûfî odur (Sülemî, s. 472). Ebû Bekir bu tesbitiyle, bir yandan psikolojik ve pedagojik bir gerçeğe işaret ederken öte yandan özellikle Hallâc-ı Mansûr’un idamıyla birlikte ortaya çıkan olumsuz atmosferi yumuşatmayı hedeflemişti. Ona göre insanların en iyisi, kendi tuttuğu yolu tek doğru yol kabul etmeyen, dolayısıyla kendi kusurlarını görebilen kimsedir (a.e., s. 472).
Nefehât Tercümesi’nde (s. 238), Ebû Bekir’in sekr ve muhabbet ağırlıklı bir tasavvufî anlayışı benimsediği söyleniyorsa da kendisinden nakledilen sözlerde bu husus pek görülmemektedir. Bunun sebebi Melâmî tavrı olabileceği gibi Hallâc’ın idamına sebebiyet veren ortamdan çekinmesi de olabilir. Hallâc gibi coşkun bir sûfî olan Ebû Bekir eş-Şiblî’nin Tamestânî’ye büyük saygı duyması da meşrebi konusunda dikkate alınması gereken bir husustur. Tevhid kavramını “tevhid, tevhid eden ve tevhid edilen” şeklinde üçe ayırması da “enelhak” olarak ortaya çıkan ve daha sonraki asırlarda vahdet-i vücûdun temelini oluşturan tasavvufî tevhid anlayışına farklı bir yaklaşım biçiminde değerlendirilebilir.
Ebû Bekir et-Tamestânî’ye göre esas eğitim metodu sohbettir. Tamestânî, “sahâbe” kelimesinin “sohbet” kökünden geldiğine dikkat çekerek ashabın “sâbikūn” (en önde gidenler) şeklinde nitelendirilmesinin temel sebebini Hz. Peygamber’le sohbet etmiş olmalarıyla açıklar. Esas olan Allah ile sohbet edebilmektir; bunu yapamayanlar öncelikle Allah ile sohbet edebilenlerle sohbet etmeli, onlardan faydalanmalıdır (Sülemî, s. 473). Sohbetin vazgeçilmez şartı hicrettir. Hicret nefsin arzularını öldürmek, gönül eğitiminin önündeki engelleri kaldırmak, bâtıldan hakka, yanlıştan doğruya göç etmektir. Hicretin en önemli unsuru zühd ve riyâzet, az yemek, az uyumak, az konuşmak ve yalnız yaşamaktır. Ashabın üstünlüğü, zâhirî planda Hz. Peygamber’in sohbetlerine katılmış olmalarından, bâtınî planda ise Allah’a hicret etmelerinden ileri gelir (a.e., s. 473).
Allah ile kul arasındaki en kesif hicabın nefis olduğunu söyleyen ve nefsânî arzuların öldürülmesi konusuna ayrı bir önem veren Ebû Bekir, bu konunun titizlikle takip edilmesi gerektiği kanaatindedir. Çünkü bazı nefsânî arzular sönerken başka arzular yeniden alevlenebilir. Ona göre ilim de böyledir; zira bir yandan cehaleti ortadan kaldırırken öte yandan nefsin arzularına alet olmasıyla mânen küçülmeye ve çöküntüye sebep olabilir. Bunun en belirgin tezahürlerinden biri, nefis terbiyesini gerçekleştiremeyen ilim adamlarının birtakım te’villere başvurarak kendilerini savunmaya kalkışmalarıdır. Tamestânî ayrıca zihinden geçen bir kötülüğün kalpte yarattığı huzursuzluğa bu kötülüğün cezası olarak bakmış, bu cezayı da fikirde kalmayıp fiile dönüşmesi halinde verilecek daha ağır cezaya karşı bir uyarı olarak değerlendirmiştir.
Sûfîler arasında tartışma konusu olan, kul ile Allah arasındaki mânevî yolun kuldan Allah’a doğru mu gittiği, yoksa Allah’tan kula doğru mu geldiği meselesine Ebû Bekir, “Yol O’nundur, bunun için O’nsuz O’na yol yoktur” tesbitiyle açıklık getirmiştir. Bu tesbitiyle de kişinin kâmil insan olmasında kendi gayret ve çabasının rolü olmakla birlikte esas unsurun Allah’ın lutuf ve ihsanı olduğuna işaret etmiştir.
Ebû Bekir et-Tamestânî’nin, “Ölüm âhiretin kapısıdır ve oradan girmeden vuslat gerçekleşmez” sözü, sonraki yüzyıllarda Mevlânâ’da “şeb-i arûs” tabirinde ifadesini bulacak olan anlayışın temelini teşkil etmiştir. Nefsini öldürerek gerçeği bulan kişi, dünyada hayatının sona ermesiyle gerçek sevgilisine kavuşacaktır. Onun için Tamestânî, “Kalbin hayatı nefsin ölümündedir” demiştir (Sülemî, s. 471, 472).
Onun, “Tasavvuf bir harekettir, sükûnun olduğu yerde tasavvuf yoktur” şeklindeki tarifi bütün tasavvuf klasiklerinde yer almıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 471-474.
Ebû Nuaym, Ḥilye, X, 382.
Kuşeyrî, Risâle (Uludağ), s. 133, 247, 371, 413, 418.
Attâr, Teẕkiretü’l-evliyâʾ (nşr. R. A. Nicholson), Leiden 1905-1907, II, 257.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, IV, 41.
İbnü’l-Mülakkın, Ṭabaḳātü’l-evliyâʾ, s. 353-354.
Câmî, Nefeḥât, s. 190.
Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 237-238.
Şa‘rânî, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 121-122.
Münâvî, el-Kevâkib, II, 16-17.
Herevî, Ṭabaḳāt, s. 514.
Mustafa el-Arûsî, Netâʾicü’l-efkâri’l-ḳudsiyye (nşr. Abdülvekîl ed-Derûbî – Yâsin Arafe), Dımaşk, ts., II, 8-9.