https://islamansiklopedisi.org.tr/elvan-celebi
Büyük bir ihtimalle Kırşehir’de doğdu. XIII. yüzyılın ilk yarısında Moğol istilâsından kaçarak Orta Anadolu’ya yerleşen, devrin siyasî, sosyal ve dinî birtakım hareketleri içinde yer almış olan büyük bir Türkmen şeyh ailesine mensuptur. Babası, XIV. yüzyıl Anadolu Türk tasavvuf hayatının ünlü simalarından Âşık Paşa, dedesi Karamanoğulları Beyliği’nin kuruluşuna adı karışan Muhlis Paşa, büyük dedesi, Babaî isyanı (1240) diye bilinen dinî-sosyal hareketin başı olan Baba İlyâs-ı Horasânî’dir. Elvan Çelebi’nin hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi yoktur. Kendisi de ailesinin tarihi hakkında kaleme aldığı yarı menkıbevî nitelikteki otobiyografik eseri Menâkıbü’l-kudsiyye’de bilinenler dışında fazla bir şey söylemez.
Süleyman (Selman) ve Can adlı iki erkek kardeşi olan Elvan Çelebi hayatının büyük bir kısmını, bugün Çorum-Mecitözü arasında bulunan ve kendi adıyla anılan köyde inşa ettirdiği zâviyesinde geçirmiştir. Mecdî’ye göre buraya babasının Mısır’a gidişinden (727/1326) hemen sonra gelmiş ve bir daha da hiç ayrılmamıştır. Mustafa Vâzıh el-Amâsî, söz konusu köye Elvan Çelebi’den önce dedesi Muhlis Paşa’nın yerleştiğini söyler. Ona göre Muhlis Paşa Baba İlyas’ın mezarının bulunduğu Ellez (eski Çat, bugünkü İlyas) köyüne gelerek mezarın üstüne bir türbe yaptırmış, oradan da adı geçen köye (Elvançelebi) dervişleriyle yerleşerek evler inşa edip çiftçilikle meşgul olmuş ve ölünce buraya gömülmüştür. Elvan Çelebi de dedesinin izini takip ederek babası Âşık Paşa’dan müsaade alıp ailesiyle birlikte buraya yerleşmiştir. Hüseyin Hüsâmeddin söz konusu binaların 753 (1352) tarihinde yaptırıldığını, Eretna Bey’in veziri Alâeddin Ali Şâh-ı Rûmî’nin zamanında Elvan Çelebi’ye zengin vakıfların tahsis edildiğini, hatta köyün etrafındaki araziyle birlikte kendisine bağışlandığını kaydeder.
Elvan Çelebi’nin ölüm tarihi kesin olarak belli değildir. Ancak Menâkıbü’l-kudsiyye’nin sonunda bulunan ve eserin bitiş tarihini gösteren beyitteki 760 (1358-59) kaydına bakılarak onun bu tarihten birkaç yıl sonra vefat ettiği söylenebilir. Mezarı Elvançelebi köyündeki zâviyesinin içinde yer alan türbede bulunmaktadır. Türbe o çevredeki halk arasında hâlâ önemli bir ziyaretgâh olarak kabul edilmekte, çeşitli hastalıklara şifa bulmak, özellikle de çocuğu olmayanların ve delilerin ailelerinin dileklerini gerçekleştirmek amacıyla adak ve kurbanlara sahne olmaktadır.
Elvan Çelebi’nin, zamanında epeyce tanınmış bir sûfî olduğu, hakkında bilgi veren kaynakların ifadelerinden anlaşılmaktadır. XV. yüzyılın sûfî şairlerinden Hatiboğlu, 817’de (1414) yazdığı Letâyifnâme adlı eserinde kendisine üstat kabul ettiği sûfî şairler arasında Elvan Çelebi’yi de zikreder. XV-XVI. yüzyılda yaşamış bir başka sûfî şair olan Muhyiddin Çelebi Hızırnâme diye de anılan divanında, Anadolu’nun kendi dönemine kadar yaşamış büyük evliyası arasında Elvan Çelebi’yi Elhen Paşa adıyla anar. Bu kayıtlara bakarak onun, vefatından iki yüzyıl sonra bile şöhretini sürdürdüğünü söylemek gerekir. Nitekim XV. yüzyılda Türkler’e esir düşen Macar Georg’un Latince eserinde Elvan Çelebi (Alwan Passa) çok ünlü bir velî olarak tanıtılır. Hatta XVII. yüzyılda Türkler’e dair birkaç eser yazan Fransız Michel Baudier’nin ifadelerinden, Elvan Çelebi’nin (Van Passa) o devirde dahi büyük bir velî olarak hürmetle anıldığı, zâviyesinin büyük felâketlere uğramış kişilerin sığınağı olarak görüldüğü anlaşılmaktadır. Halkın inancına göre Elvan Çelebi kendisinden yardım isteyenlere, uzun boylu mütenâsip endamlı bir delikanlı yahut nur yüzlü, saygıdeğer bir ihtiyar kılığında gelerek yardım etmektedir. Kaynakların bu ifadelerinden hareketle Elvan Çelebi’nin daha sağlığında veya büyük bir ihtimalle vefatından hemen sonra halk tarafından bir velî, mübarek bir zat olarak kabul edildiğini ve adı etrafında birtakım menkıbelerin teşekküle başladığını söylemek mümkündür.
M. Fuad Köprülü, Elvan Çelebi’nin babası Âşık Paşa’nın iyi tahsil görmüş Sünnî bir mutasavvıf olduğunu belirtir. Köprülü bu kanaatini şüphesiz Garibnâme’ye dayandırmaktadır. Elvan Çelebi de Menâkıbü’l-kudsiyye’de tasavvuf terbiyesini babası Âşık Paşa’nın yakın halifelerinden Şeyhülislâm Fahreddin’den aldığını, babasının vefatından sonra halifelerinin yerine kendisini seçtiklerini bildirir. Bu durumda Elvan Çelebi’nin de Sünnî olduğu rahatlıkla söylenebilir. Ancak bugüne kadar sadece dil özellikleri bakımından inceleme konusu yapılan Garibnâme bu meseleye yönelik olarak bir tahlile tâbi tutulmamıştır. Böyle bir tahlil yapılacak olursa bu Sünnîliğin, o dönemde henüz gayri Sünnî unsurlardan tam anlamıyla kurtulmamış olduğunun ortaya çıkacağı tahmin edilebilir; zira Elvan Çelebi’nin Menâkıbü’l-kudsiyye’si bu gibi unsurları bol bol ihtiva etmektedir. Esasen gayri Sünnî bir niteliğe sahip olan Vefâîliğin başında bulunan Baba İlyâs-ı Horasânî’nin soyundan gelen bu şeyh ailesinin birdenbire Sünnîleştiğini düşünmek çok güçtür. Âşık Paşa’dan itibaren, dedesinin ve babasının adı etrafında meydana gelmiş olayları unutturabilmek ve sülâleyi daha önceki hadiselerin şaibesinden kurtarabilmek maksadıyla, bizzat Elvan Çelebi’nin yaptığı gibi zamanın yönetim çevreleriyle yakın ilişkilere girilmesi etkili olmuş, böylece Sünnîleşme süreci tamamlanmıştır. Elvan Çelebi’nin önemli bir özelliği de bu gayri Sünnî Türkmen şeyh ailesinin Sünnîleşme sürecini tamamlamak üzere olduğu bir dönemi temsil etmiş olmasıdır.
Elvan Çelebi’nin mensup olduğu tarikat hakkında kaynaklarda herhangi bir kayda rastlanmadığı gibi kendisi de Menâkıbü’l-kudsiyye’sinde bu konuda bir şey söylemez. Ancak onun Baba İlyas’ın torunu olduğu, Baba İlyas, Muhlis Paşa, Âşık Paşa sırasını takip ederek aynı aile içinde şeyhlik makamına geçtiği, Anadolu’da büyük dedesi Baba İlyas tarafından temsil edilen Vefâiyye tarikatına mensup bulunduğu tahmin edilebilir.
Elvan Çelebi, devrinde önemli ve meşhur bir sûfî olmasına karşılık bir şair olarak fazla tanınmamıştır. Sehî Bey, Latîfî ve Âşık Çelebi gibi tezkirecilerin hiçbiri eserlerinde Elvan Çelebi’ye yer vermemiştir. Bunda, yetenekli bir şair olmamasının yanında fazla sayıda eser bırakmamasının da rolü olmalıdır. Nitekim kaynaklarda kendisine atfedilen birtakım eserlerinin bugüne kadar izine rastlanmamıştır. Günümüze ancak Câmiu’n-nezâir’deki birkaç şiiriyle Şeyhoğlu’nun Kenzü’l-küberâ’sında naklettiği üç beyit ve Millet Kütüphanesi’ndeki (Ali Emîrî, nr. 543) nazîre mecmuasında bulunan bir gazel ulaşmıştır. Elvan Çelebi’nin zamanımıza kadar gelebilen yegâne eseri bir aile tarihi, hatta bir aile müdafaanâmesi niteliğini taşıyan Menâkıbü’l-kudsiyye’dir. Bugüne kadar başka bir nüshası ele geçmediğine göre pek fazla tanınma imkânı bulamayan eser İsmail E. Erünsal ve Ahmet Yaşar Ocak tarafından geniş bir inceleme yazısıyla birlikte yayımlanmıştır (İstanbul 1984).
Elvan Çelebi’nin zâviyesi, XIII. yüzyıl Anadolu’sunda olduğu kadar Osmanlı Devleti’nin kuruluşu sırasında oynadığı rolle Türkiye din tarihinde de önemli bir yeri olan Vefâîlik tarikatının, Baba İlyas’ın Amasya’nın İlyas köyündeki zâviyesinden sonraki en önemli merkezi olmuştur. Bu zâviyede yine Baba İlyas soyuna mensup olan ünlü tarihçi Âşıkpaşazâde de yaşamış ve II. Murad ile Düzmece Mustafa arasındaki saltanat mücadelesinde II. Murad’a buradan destek sağlamıştır. Zâviye aynı zamanda işlek ticaret yollarından biri üzerinde bulunduğundan uzun zaman Avrupalı seyyahların da uğrak yerlerinden biri haline gelmiştir. Nitekim XVI. yüzyıl ortalarında burada misafir kalan Alman seyyahları H. Dernschwam ve O. G. Busbecq zâviye hakkındaki müşâhedelerini nakletmişlerdir. H. Dernschwam, zâviyeye mensup dervişlerin civardaki kerpiç kulübelerde oturduklarını, kaba saba, cahil ve perişan kılıklı meczup kimseler olup dilencilik yaptıklarını, bu durumlarına rağmen halk tarafından çok sevilip saygı gördüklerini belirtir. Bu müşahedeler, zâviyenin XVI. yüzyılda Kalenderî dervişlerinin elinde bulunduğunu göstermektedir. Michel Baudier, Evliya Çelebi ve Kâtib Çelebi’nin kayıtlarından, burasının XVII. yüzyılda da hâlâ önemini koruyan büyük bir zâviye olduğu anlaşılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Elvan Çelebi, Menâkıbü’l-kudsiyye fî menâsıbi’l-ünsiyye (nşr. İsmail E. Erünsal – A. Yaşar Ocak), İstanbul 1984.
Hatiboğlu, Letâyifnâme, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3326, vr. 123a.
Muhyiddin Çelebi, Hızırnâme, İÜ Ktp., TY, nr. 9495, vr. 27a.
Âşıkpaşazâde, Târih, s. 1.
Nişancı Mehmed Paşa, Târih, İstanbul 1290, s. 98.
Mecdî, Şekāik Tercümesi, İstanbul 1269, s. 22.
H. Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü (trc. Yaşar Önen), Ankara 1987, s. 269-275.
O. G. de Busbecq, Türk Mektupları (trc. Hüseyin Cahit Yalçın), İstanbul 1939, s. 76-77.
M. Baudier, Histoire générale de la religion des Turcs, Paris 1625, s. 210.
Kâtib Çelebi, Cihannümâ, s. 625.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, II, 407.
Mustafa Vâzıh, el-Belâbilü’r-râsiyye fî riyâzi mesâili’l-Amâsiyye, İsmail E. Erünsal özel kütüphanesindeki nüsha, vr. 51b-52a.
Amasya Târihi, I, 394-395.
Neşet Köseoğlu, “Elvan Çelebi”, Çorumlu, sy. 44-48, Çorum 1944.
F. Taeschner, “Das Heiligtum des Elvan Çelebi in Anatolien”, WZKM, sy. 56 (1960), s. 227-231.
Semavi Eyice, “Çorum’un Mecidözü’nde Âşık Paşa-oğlu Elvan Çelebi Zâviyesi”, TM, XV (1969), s. 217 vd.
M. Fuad Köprülü, “Âşık Paşa”, İA, I, 701-704.
Ahmet Yaşar Ocak, “Âşık Paşa”, DİA, IV, 3.