https://islamansiklopedisi.org.tr/emin--muhammed
Emîn sözlükte “kendisine güvenilen, hıyanet etmeyen, sözünde duran, vefalı; başkalarından korkmayan kimse” anlamına gelir. Kaynaklarda belirtildiğine göre Hz. Muhammed, Cenâb-ı Hakk’ın himayesi sebebiyle Câhiliye devrinin yaygın kötülüklerinden hiçbirine bulaşmadan tertemiz büyüdü. Çevresinde en mert, en iyi huylu, en asil, komşuluk haklarını en iyi gözeten, en uysal, en doğru sözlü ve en güvenilir kimse olarak tanındı. Allah Teâlâ bütün bu iyi sıfatları onda bir arada topladığı için “Muhammedü’l-emîn” lakabı ile meşhur oldu. Bunun bir delili, Hz. Muhammed’in gençlik yıllarına rastlayan Kâbe’nin tamiri ve Hacerülesved’in yerine konulması olayındaki rolü ve gördüğü kabuldür. Her kabilenin bu şerefli işte pay sahibi olmayı istemesi üzerine ihtilâf çıkmış, problemin çözümü ertesi gün Kâbe’nin önünde görülecek ilk şahsa bırakılmıştı. Yolu beklenen bu zatın Hz. Muhammed olduğu görülünce herkes, “el-Emîn geliyor” diye memnuniyetini belirtmişti (Müsned, III, 425). Bu olay onun eskiden beri emîn sıfatıyla tanındığını göstermektedir. Yine İslâmiyet’ten önce, haksızlığa uğrayanların hakkını korumak üzere Mekke’de kurulan Hilfü’l-fudûl cemiyetine aktif bir üye sıfatıyla katılmıştır. İslâm’dan önce Kureyş’ten bazı kişilerin kıymetli eşyalarını Hz. Muhammed’e emanet ettikleri de bilinmektedir.
Resûl-i Ekrem ilk vahyi müteakip evine geldiğinde Hz. Hatice kendisine, “Korkma! Allah’a yemin ederim ki O hiçbir zaman seni utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten âciz olanların işlerini görürsün; fakire yardım eder, misafiri ağırlarsın; hak yolunda ortaya çıkan meselelerde halka yardım edersin” (Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 3) diye teselli verirken onun emîn sıfatını dile getirmekteydi. Hz. Peygamber’in damadı Ebü’l-Âs, henüz müslüman olmadan önce karısı Zeyneb hakkında söylediği bir şiirde ondan “el-emînin kızı” diye söz etmiş (Süyûtî, s. 116), Resûlullah’ın şairi Kâ‘b b. Mâlik de onu methederken “el-emîn” ifadesini kullanmıştır (a.g.e., s. 115).
İlâhî vahyi aynen tebliğ etmesi, vazifesini gereği gibi yapması itibariyle Hz. Peygamber bu unvanını İslâmî dönemde de devam ettirmiştir. Hayatı bütün yönleriyle incelendiği zaman Resûl-i Ekrem’in her bakımdan emîn olduğu; ayrıca onun iş hayatında, komşuluk ilişkilerinde ve diğer alanlarda müminlerin de bu vasfa sahip olmaları için büyük gayret sarfettiği görülür.
“Birine emniyet edip güvenen” anlamındaki emîn kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de Resûl-i Ekrem hakkında, “O Allah’a inanır, müminlere güvenir” (et-Tevbe 9/61) ifadesi içinde geçmektedir. Yemen’den gelen bir malın taksimi sırasında, “Allah’tan kork yâ Muhammed!” diyen birine Hz. Peygamber, “Yoksa siz bana güvenmiyor musunuz? Ben göktekilerin bile emîniyim” demiş (Buhârî, “Meġāzî”, 61); diğer bir rivayete göre ise, “Bana siz güvenmezseniz yeryüzündeki insanlar hakkında hiç Allah güvenir mi?” karşılığını vermiştir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 6, “Tevḥîd” 23; Müslim, “Zekât”, 143, 144). Gönlü İslâm’a tam mânasıyla ısınmamış bazı kimselerin itirazları bir yana bütün sahâbîler Resûl-i Ekrem’i emîn olarak tanımış ve ona bağlanmışlardır.
Güvenilir olma hasleti bütün peygamberlerin başta gelen vasıfları arasındadır. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Nûh, Hûd, Sâlih, Lût ve Şuayb kıssaları anlatılırken her birinin “kavimlerine gönderilmiş emîn elçiler” olduğu belirtilmektedir (eş-Şuarâ 26/107, 125, 143, 162, 178). Hz. Mûsâ da Firavun ve adamlarına hitaben, “Ey Allah’ın kulları! Bana gelin, doğrusu ben size gönderilmiş emîn bir elçiyim” (ed-Duhân 44/18) demiştir. Diğer taraftan Mısır hükümdarı Hz. Yûsuf’u yüksek bir mevkiye getirmek isterken ona, “Bugün sen yanımızda yüksek makam sahibi ve emîn birisin” (Yûsuf 12/54) diye güvenini belirtmiştir.
Vahyi ulaştırmakla görevli bir melek olan Cebrâil’e İslâmî literatürde “Rûhulemîn” denilir. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, “O (Kur’an) şüphesiz değerli, güçlü, arşın sahibi (Allah’ın) katında itibarlı bir elçinin (Cebrâil’in) getirdiği sözdür. O orada sayılan, güvenilen bir elçidir” (et-Tekvîr 81/19-21) denilmekte ve böylece Cebrâil hakkında da emîn kelimesi kullanılmaktadır. Kādî İyâz, bu âyetteki emîn kelimesiyle Hz. Peygamber’in kastedildiğini ileri sürer.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “emn” md.
Müsned, III, 425.
Buhârî, “Bedʾü’l-vaḥy”, 3, “Îmân”, 4, 24, “Meġāzî”, 61, “Enbiyâʾ”, 6, “Tevḥîd”, 23.
Müslim, “Zekât”, 143, 144.
İbn Fâris, Esmâʾü Resûlillâh ve meʿânîhâ (nşr. Mâcid ez-Zehebî), Küveyt 1409/1989, s. 39.
Kādî İyâz, eş-Şifâʾ (nşr. Muhammed Emîn Kara Ali v.dğr.), Dımaşk, ts. (Dârü’l-Vefâ), I, 470.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, II, 45.
Tecrid Tercemesi, I, 8, 10, 14, 28, 29.
Halebî, İnsânü’l-ʿuyûn, I, 136 vd.
Süyûtî, er-Riyâżü’l-enîḳa fî şerḥi esmâʾi ḫayri’l-ḫalîḳa (nşr. Ebû Hâcir Muhammed Saîd), Beyrut 1405/1985, s. 114-117.
M. İzzet Derveze, Sîretü’r-Resûl, Kahire 1384/1965, I, 24-76.
Hamîdullah, İslâm Peygamberi (Mutlu), I, 33-34, 67.
M. Âsım Köksal, İslâm Tarihi: Hz. Muhammed (a.s.) ve İslâmiyet, Mekke Devri, İstanbul 1980, I, 84-96, 101-105, 133.
Ebü’l-Hasan en-Nedvî, es-Sîretü’n-nebeviyye, Cidde 1401/1981, s. 93.
Hüseyin Algül, İslâm Tarihi, İstanbul 1986, I, 129, 132, 163, 166.
el-Ḳāmûsü’l-İslâmî, I, 189.
Cl. Cahen, “Amīn”, EI2 (Fr.), I, 449.