https://islamansiklopedisi.org.tr/faslul-hitab
Arapça fasl (ayırmak, ayırt etmek) ve hitâb (karşılıklı konuşmak; söylenen söz ve yapılan konuşma) kelimelerinden meydana gelen bir isim tamlamasıdır. Fasl masdar olarak “karşılıklı konuşmayı kesmek, kavgayı ayırmak; davayı çözüme kavuşturan kesin hüküm”; ism-i fâili olan fâsıl ise “hakkı bâtıldan ayırt eden söz; sözü dua kısmından ayıran ‘emmâ ba‘dü’ ifadesi” anlamına gelir.
Faslü’l-hitâb Kur’ân-ı Kerîm’de (Sâd 38/20), Hz. Dâvûd’a verilen bir nimet ve üstün yeteneği belirten bir tabir olarak geçmektedir. Bazı tefsir âlimleri bunu, sözü dua kısmından ayıran “emmâ ba‘dü” (bundan sonrasına gelince) ifadesi olarak yorumlamaktadır. Ancak Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî, Hz. Dâvûd’un ana dilinin Arapça olmadığını, ayrıca bu ifadenin kayda değer bir nimet ve yetenek sayılamayacağını ileri sürerek tabirin bu mânaya hasredilmesini doğru bulmamakta ve bunu takip eden, “Ey Muhammed! Sana davacıların haberi ulaştı mı?” (Sâd 38/21) meâlindeki âyete dayanarak faslü’l-hitâbın “kavgayı ayırma, davayı kökünden çözecek isabetli bir hüküm verme” anlamına geldiğini söylemektedir (Rûḥu’l-meʿânî, XXIII, 177-178). Bu tabiri, ilk defa Hz. Dâvûd’un muhakemede bir ilke olarak ortaya koyduğu, “Davacıya delil, davalıya yemin gerekir” sözü ile yorumlayanlar da olmuştur.
Konuşma ve yazışmalarda ilk defa Hz. Dâvûd, Hz. Muhammed, Kâ‘b b. Lüey (ö. m. 454), Kus b. Sâide (ö. m. 600 [?]) ve Ya‘rub b. Kahtân tarafından kullanıldığı rivayet edilen (Lisânü’l-ʿArab, “bʿad” md.; İsferâyînî, II, 259) emmâ ba‘dü ifadesinin İslâm öncesi döneme ve putperest Kâ‘b b. Lüeyy’e de nisbet edilmesi sebebiyle, zarfın tamlayanının dua olarak kabul edilmesi daha uygun olduğundan terkibi “emmâ ba‘de du‘âî leke (sana duamdan sonrasına gelince) şeklinde düşünmek gerekir. Bu ibare İslâmî edebiyatta konuşmalarda, hutbelerde, yazışmalarda ve eserlerin mukaddimelerinde besmele, hamdele ve salveleden sonra asıl söze geçme, asıl konuya girme ifadesi olarak kullanılır. Eski eserlerde bazan kısa, bazan da uzun olabilen dua ve selâm kısmı günlük konuşma ve yazışmalarda söylenmiş ve yazılmış farzedilerek söze “ve ba‘dü” (imdi) tabiriyle başlanır.
Emmâ ba‘dü ifadesi belâgat kitaplarında, şiirde ve nesirde ayrı konulardaki iki sözün birinden diğerine uygun bir münasebet düşürerek geçme anlamındaki “tehallus”a yakın görülmekte ve bunun zıddı olup ilgi kurmadan doğrudan geçiş yapma mânasına gelen “iktidâb”ın bir türü sayılmaktadır. Çünkü bu tabir sözün dua kısmını asıl maksada bağlarken ayrı konulardaki iki sözü de birbirinden ayırmaktadır (Teftâzânî, el-Muṭavvel, s. 440-441; İsferâyînî, II, 258-259; Desûkī, II, 664-665).
Faslü’l-hitâb tabiri ayrıca “doğruyu yanlıştan ayıran söz, açık ve kesin hüküm” anlamında çeşitli ilimlere dair bazı eserlere unvan olmuştur. Halefân b. Cümeyyil es-Seyâbî’nin Faṣlü’l-ḫiṭâb fi’l-mesʾele ve’l-cevâb (Uman 1404/1984), Ebû İshak el-Huveynî’nin Faṣlü’l-ḫiṭâb bi-naḳdi Kitâbi’l-Muġnî ʿani’l-ḥıfẓ ve’l-kitâb (Beyrut 1405/1985) ve Muhammed Sâlih Ahmed el-Garsî’nin Faṣlü’l-ḫiṭâb fî mevâḳıfi’l-aṣḥâb (Beyrut 1411/1990) adlı kitapları bunlar arasında sayılabilir.
BİBLİYOGRAFYA
Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “bʿad” md.
Lisânü’l-ʿArab, “bʿad” md.
Tehânevî, Keşşâf, II, 1165, 1862.
Tâcü’l-ʿarûs, “bʿad” md.
İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir, Kahire 1381/1962, II, 244.
Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, II, 597-598.
İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâʾidü’l-müşevviḳ ilâ ʿulûmi’l-Ḳurʾân, Beyrut 1402/1982, s. 210-213.
İbn Hişâm, Muġni’l-lebîb (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire, ts. (Matbaatü’l-Medenî), I, 56-59.
Zerkeşî, el-Burhân, IV, 242-244.
Teftâzânî, el-Muṭavvel, İstanbul 1286, s. 437-441.
a.mlf., Muḫtaṣarü’l-meʿânî, İstanbul 1307, s. 458-461.
İsferâyînî, el-Aṭvel, İstanbul 1284, II, 258-259.
Desûkī, Ḥâşiye ʿalâ Muḫtaṣari’l-meʿânî, İstanbul 1290, II, 664-665.
Seyyid Ahmed el-Hâşimî, Cevâhirü’l-belâġa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 421.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XXIII, 177-178.