https://islamansiklopedisi.org.tr/ferkadan
İslâm astronomi metinlerinde “ed-dübbü’l-asgar” adıyla da geçen “benâtü na‘şi’s-suğrâ” (küçük ayı, ursa minor) takım yıldızı, büyük ayının tertibinde olduğu gibi “na‘ş” adı verilen ve dört yıldızdan oluşan bir dörtgen ile “benât” denilen ve üç yıldızdan oluşan bir kuyruktan meydana gelir (bk. BENÂTÜ NA‘Ş). Kuyruğun ucunda yer alan ve kıble yönünü gösteren parlak yıldıza Cüdey, dörtgendeki yıldızlardan ön planda görünen ve parlak (neyyir) olan ikisine de ferkadân (tekili ferkad “buzağı”) denilmektedir; bunların kutup noktasına daha yakın duranı “en-necmü’l-kutbî” (kutup yıldızı) adıyla da bilinir. Ayrıca Cüdey’i dörtgenin köşesindeki ferkada bağlayan yayda yer alan yıldızlar benâtü na‘şi’s-suğrâ ile birlikte düşünüldüğünde burada başı kutup noktasına yakın olan ferkaddan, kuyruğu ise Cüdey’den meydana gelen bir balık şekli tasavvur edilmiştir. Abdurrahman es-Sûfî’nin takım yıldızlar hakkında yazdığı Kitâbü Ṣuveri’l-kevâkibi’s̱-s̱âbite adlı resimli eserde, ferkadânın (ferâkıd da denir) belirtilen bu konumu küçük ayı takım yıldızının şekli üzerinde gösterilmektedir (bk. s. 34-37; İbnü’l-Ecdâbî, s. 65-67, Kazvînî, s. 33). Ferkadlar aynı yerden doğup battıkları, yani gökyüzünde sabit oldukları için eski Araplar’ın gece yol bulmada faydalandıkları yıldızlar (hüdât) arasında sayılmışlardır. Bu iki yıldıza Farsça’da “dü birâderân”, Türkçe’de ise “iki kardeş” denilir (Latince’de “gemini”, Arapça’da “cevzâ” adıyla bilinen İkizler burcu ile karıştırılmamalıdır); ancak bazı şiirlerde birbirlerine yakınlıklarından dolayı tekil olarak da anılmışlardır (Kāmus Tercümesi, I, 1238-1239).
Ferkadân divan edebiyatında sıkça kullanılan bir mazmundur ve bu durum hiç şüphesiz bu iki yıldızın eski Araplar’dan beri kazandığı tanım ve anlamlar sebebiyledir. Arap hükümdarlarından Cezîme el-Ebraş’ın, ne zaman bir kadeh şarap içse iki kadeh de ferkadân için doldurup havaya serptiği rivayet edilir (Tercüme-i Kitâb-ı İbn-i Zeydûn, s. 76). Aynı şekilde Moğollar’ın da güneşe, aya, yıldızlara, dağlara ve ırmaklara taptıklarından onların şerefine içtikleri zaman içkilerinin bir kısmını havaya, bir kısmını da yere saçtıkları bilinmektedir (Dulaurier, II [1928], s. 173). Necâtî’nin, “Sakf-ı feleğe germ olıcak cür‘a saçarız / Kâşâne-i mihnette şu ayyaşlarız biz” beytiyle Sâmî’nin, “Sâgar be-kef-i meykede-i aşk-ı Hudâyız / Fark-ı feleğe cür‘a-feşan turfa gedâyız” beyti bu davranışlara birer telmihtir. Ferkadlar kutba olan yakınlıklarından dolayı gökyüzünün en yüksek yıldızlarından sayılmıştır. Aşağıdaki beyitlerde de bu husus teşbih konusudur. “Tâk-ı mînâ-yı sarâyı tâk-ı gerdûn ile cüft / Küngür-i eyvânının farkına tev’em ferkadân” (Nev‘î) beytinde övülen kişiye ait sarayın “küngür-i eyvân”ının yüksekliğine ferkadânın eş olduğu, Bâkî’nin “Gubâr-ı na‘l-i esbi tâc-ı fark-ı ferkadân üzre / Dilerse akıtır âb-ı revânı hâk-i Tebrîz’e” beytinde yine övülen kişinin bindiği atın ayak tozunun ferkadânın yüksek tacından daha yukarı çıktığı ve, “Ol zıll-i Hudâ ki hâk-i pâyi / Pîrâye-i fark-ı ferkadân” (Nev‘î) beytinde de övülen kişinin bastığı toprağın ferkadânın yüksekliği üzerine süs (daha yüksek) olduğu ifade edilmektedir. Sâdâbâd’da bulunan Nevpeydâ adlı köprünün üzerindeki iki köşke ferkadân adının verilmesi ise Nef‘î’nin, “Olsun erkânı müretteb ol saâdethânenin / Kopmasın bir taşı ger kopsa yerinden ferkadân” beytinde de dile getirildiği gibi ferkadânın sabit yıldızlardan olmasına dayanmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Kāmus Tercümesi, I, 1238-1239.
Abdurrahman es-Sûfî, Kitâbü Ṣuveri’l-kevâkibi’s̱-s̱âbite (nşr. Fuat Sezgin), Frankfurt am Main 1986, s. 34-37.
İbnü’l-Ecdâbî, el-Ezmine ve’l-envâʾ (nşr. İzzet Hasan), Dımaşk 1964, s. 65-67.
Zekeriyyâ b. Muhammed el-Kazvînî, ʿAcâʾibü’l-maḫlûḳāt, Beyrut, ts., s. 33.
Tercüme-i Kitâb-ı İbn-i Zeydûn, İstanbul 1257, s. 76.
Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (haz. Cemâl Kurnaz), Ankara 1992, s. 169.
Nejat Sefercioğlu, Nev’î Divânı’nın Tahlîli, Ankara 1992, s. 317, 335.
E. Dulaurier, “Ermeni Müverrihlerine Nazaran Moğollar” (trc. Mahmud Kemâl), TM, II (1928), s. 173.
Cemal Kurnaz, “Benâtü Na‘ş”, DİA, V, 430-431.