https://islamansiklopedisi.org.tr/hududname
Osmanlılar’da komşu memleketlerle olan sınırlarla il, köy, vakıf ve mülk statüsündeki toprakların sınırlarını belirlemek üzere kaleme alınan ve resmî bir özellik taşıyan bu belgelere aynı zamanda sınırnâme de denmektedir. Bu tür belgeler, ileriki tarihlerde haritalara atıf yapılmakla beraber çizim değil çok tafsilâtlı yön tarifleri ihtiva eder. Devletler arası hududu belirleyenler birer ahidnâmeye bağlı olarak yapılır ve tıpkı ahidnâmelerde olduğu gibi iki taraf murahhaslarının bir araya gelmesi ve çizilecek hat boyunca dolaşarak eski sınırların bahis konusu olduğu yerlerde bölgeyi iyi tanıyanların bilgilerinden de faydalanmak suretiyle hududu tesbit etmeleri esasına dayanır. Hududnâmelerin tanzimi için ahidnâme tasdiknâmelerinin teâtisinden itibaren belli bir süre konur. Tayin edilen hudut için bir temessük hazırlanır. Asıl hududnâme bu temessük esas alınarak İstanbul’da düzenlenir (Muâhedât Mecmuası, III, 246).
Hududnâmeye esas olan temessüklerin bazısı “Sebeb-i tahrîr-i kitâb-ı hudûd budur ki” veya “Sebeb-i tahrîr-i asl-ı kitâb ve mûcib-i takrîr-i fasl-ı hitâb budur ki” gibi bir ifadeyle başlar. Genellikle baş tarafında bir mukaddime bulunur. Burada devletler arası bir sınır çiziliyorsa Osmanlı Devleti ve padişahı ile sınır çizimine konu olan devlet ve hükümdarının adları ve sıfatları zikredilir. Daha sonra hududun çizilmesine vesile olan olaydan bahsedilir. Bu çok defa iki devlet arasındaki harbi müteakip akdedilen sulh ve onun ardından verilen ahidnâme sonrasında ve ahidnâme gereği sınırın yeniden çizilmesi şeklindedir. Hududu teşkil eden hattın tafsilinden önce belgenin ne sebeple düzenlendiği ve taraflardan sınır tayini için tesbit edilen murahhasların sıfat ve vazifeleri de açıklanmak üzere isimlerine yer verilir. Eğer sınır çizilmesinde üçüncü bir devletin elçisi rol oynamışsa bu da belirtilir. Sıhhatli bir sınır çizilmesi için hudut hattı üzerindeki belli başlı noktalar belirtilir. Bunlar günümüzde de olduğu gibi nehir, dağ, tepe gibi savunulabilir yerler, köy ve varoş gibi yerleşme yerleriyle palankalar, toprak ve taşla yapılan hudut alâmet/işaretleridir. Adı geçen her yer ve işaretten sonra sınır çizgisinin hangi istikamette devam ettiği “kıble tarafında” veya “şark tarafına doğru” şeklinde kaydedilir. İki nokta arasındaki uzaklık bazan saat olarak da belirtilir (BA, TD, nr. 805, s. 379). Uzun bir sınır çizilirken hat boylarının bölge bölge ayrılması yoluna da gidilir. Meselâ 1699 Karlofça Antlaşması’ndan sonra düzenlenen hududnâmede “Hudûd-ı Vilâyet-i Sirem Tâbi-i Belgrad”, “Hudûd-ı Vilâyet-i Bosna an Cânib-i Hırvatlık”, “Beyân-ı Nehr-i Una”, “Beyân-ı Nizâ-ı Arâzî-i Novi”, “Beyân-ı Bujin Kal‘ası Arazileri Hududu” gibi başlıklar konmuştur. Hudut tariflerine başlanırken bölgede nehir veya nehirler varsa bunların birbirine karıştıkları veya belli bir noktada geçildikleri yer anlatılır, sonra bazan doğru bir hat çizilerek bir varoş yakınına gelinir. Gelinen yerin varoşa veya belli bir noktaya uzaklığına işaret edilir. İki nokta arasındaki sınırın kesinlik kazanması için araya işaretler konduğu belirtilir; hatta bunların sayısı da zikredilebilir (BA, MAD, nr. 4157, s. 6, 25). Tuna gibi bir nehrin sınır olarak alınması halinde hat nehrin ortasından geçer. Nehir üzerindeki adaların nasıl paylaşılacağı zikredildiği gibi avlanmanın veya nehirde aşağıya doğru yedeklemenin nasıl yapılacağı da belirtilir. Nehrin belli bir noktadan itibaren sınır teşkil etmesi halinde “... ırmağı takib ederek” yahut “hatt-ı mecrâsını mansaba kadar takib ederek” gibi bir ifade kullanılır (25 Cemâziyelâhir 1298 [25 Mayıs 1881] tarihli Yunan sınırına dair mukavele: BA, Muahedeler, nr. 105). Eski sınırın değişmemesi veya belli bir tarihteki sınıra dönülmesi halinde uzun tafsilâta girişmek yerine hangi tarihteki sınırın geçerli olduğuna birkaç madde halinde işaret edilmekle yetinilir (1152/1739 tarihli Rus hududnâmesi, Muâhedât Mecmuası, III, 251).
Savaş sırasında harap olan, fakat taraflar arasında niza konusu olmakta devam ettiği için imarı uygun bulunmayan mahaller varsa bunların harap durumda muhafaza edileceği, ancak dış kısımlarında yerleşilip ziraat ve sanat icra edilebileceği hususuna da temas edilir. İki devlet arasında bazı bölgelerin boş bırakılması veya bazı binaların tamamen yıkılması, kesilmesi mümkün olan ağaçların kesilmesi hususları veya sınırdaki bazı yerlerin silâhtan arındırılması da kararlaştırılabilir. Belirlenen sınıra daha da açıklık kazandırmak için ne tarafının hangi devlete ait olduğu da meselâ, “Vech-i meşrûh üzere ...’dan ...’ya gelince sol tarafı Devlet-i Aliyye ve sağ tarafı Çasar zabtında olmak üzere bi-lutfillâhi teâlâ tamam olmuştur” veya, “Kal‘alarının karşısı olan yaylalar hududları mahall-i mezbûrda tamam olmuştur” şeklinde açıklık getirilir.
Bir savaş sonrasında iki devlet arasındaki sınırın çizilmesi kısa bir zamanda bitmeyebilir. Sınır tesbitleri farklı zamanlarda yapıldığı takdirde tesbitin bitirildiği tarih Arapça olarak konur (Karlofça Antlaşması sonrası hududnâmesinde böyle farklı tarihler tesbit edilmektedir, BA, MAD, nr. 4157, s. 6, 25). Bu arada bazı sebeplerle tahdîd-i hudud komisyonunun toplantıları kesintiye uğrayabilir. Böyle bir durum yine düzenlenen belgede belirtilir (Rebîülevvel 1154 [Haziran 1741] tarihli Avusturya hududunu tesbit eden temessük: BA, Cevdet-Hariciye, nr. 6243).
Hududnâmelerin zaman içinde kısmen muhteva, daha çok da şekil bakımından değişiklik gösterdiği anlaşılmaktadır. Artık muahede mukaveleleri gibi bunların maddeleri de iki dilde yazılmaya başlanmış, sınırı gösteren bir harita eklenmiş ve bu haritadaki numaralama suretiyle yapılan işaretlere atıfta bulunularak izahat verilmiştir (İngiltere ile yapılan Aden hudut mukavelesi: Public Record Office, FO, nr. 94/953).
Osmanlı toprakları dahilinde il ve köy sınırları, vakıf topraklar ve mülk arazilerin sınırları da dikkatle çizilirdi. Sınırların doğru olarak tesbitinin yapılmaması halinde köylüler, timar sahipleri vb. arasında çıkan ihtilâfların halli çok güçleşirdi. Arazi tahrirlerinden sonra çıkan sınır ihtilâfları kadılar tarafından mahallinde incelenir ve ilgililere sınırnâmeler verilirdi. Bunlar daha sonra merkeze gönderilerek defterhânede ilgili sancağın defterine işlenirdi. Sınırın çizilmesinde yine o bölgede yaşayan “bî-garaz” ve “ehl-i vukūf” kimselerden faydalanılırdı. Bu sınırnâmelerde bilgilerine başvurulanların isimleri tek tek zikredildikten sonra sınırın çizilmesine geçilir. Burada da yön değişiklikleri belirtilir; “...’a gider yolu kat‘ edip” yahut “yukarı araba yolun sıyırtıp”, “şarka teveccüh edip”, “şimal cânibinde” gibi ifadeler kullanılır. Bu hududnâmeler de önce hüccet şeklinde mahallinde hazırlanır, daha sonra İstanbul’da “hududnâme-i hümâyun”lar (sınırnâme-i hümâyun) düzenlenirdi (990 [1582] tarihli Yeni-il hududnâmesi: BA, TD, nr. 604, s. 345).
BİBLİYOGRAFYA
BA, TD, nr. 262, s. 67-69, nr. 341, s. 30-334 (Sultan Bayezid Medresesi vakıflarından Ferecik kazası köyleri hududnâmesi), nr. 580, s. 410-412 (Vezîriâzam Mehmed Paşa’ya temlik edilen topraklara ait hududnâme), nr. 604, s. 344-345 (Yeni-il kazası hududnâmeleri), nr. 805, s. 378-383 (Podolya hududnâmesi).
BA, Muahedeler, nr. 105 (Türkçe), 204 (Fransızca) (Yunan tahdîd-i hudûduna dair mukavele).
BA, Cevdet-Hariciye, nr. 6243 (Rebîülevvel 1154 tarihli Avusturya hududnâmesi hücceti).
BA, MAD, nr. 4157, s. 2 vd. (Karlofça’dan sonra Avusturya ile yapılan hududnâme).
Public Record Office, FO, nr. 94/953 (1905 tarihli Aden hududnâmesi).
Sûret-i Defter-i Sancak-i Arnavid: Hicrî 835 Tarihli (nşr. Halil İnalcık), Ankara 1954, s. XXVIII.
Derviş Paşa [Mehmed Emin], Tahdîd-i Hudûd-i Îrâniyye, İstanbul 1286.
Muâhedât Mecmuası, İstanbul 1297, III, 246, 251-252.
Ömer Lutfi Barkan, Türkiye’de Toprak Meselesi, İstanbul 1980, s. 265-266.
Bekir Kütükoğlu, Osmanlı-İran Siyâsî Münâsebetleri: 1578-1612, İstanbul 1993, s. 202-204.
“Sınır”, TA, XXVIII, 527-528.
Pakalın, I, 852.