https://islamansiklopedisi.org.tr/huseyin-ayvansarayi
Hayatı hakkında yeterli bilgi yoktur. Nisbesinden anlaşıldığına göre İstanbul’un Haliç kıyısındaki Ayvansaray semtindendir. Burada surların dışında, günümüzde Hasköy Köprüsü’nün ayağının olduğu yerde, IV. Mehmed’in kızı Hatice Sultan’ın J. Melling’in bir gravüründe resmi görülen sahilsarayı bulunuyordu. Hüseyin Efendi’nin babası Hacı İsmâil Ağa’nın Hatice Sultan’ın teberdarlarının kethüdâsı olduğu, 8 Şâban 1165’te (21 Haziran 1752) vefat ederek Ayvansaray’da, Toklu İbrâhim Dede Mescidi’nin karşısında surların iç tarafında sahâbeden Ebû Şeybe el-Hudrî Türbesi hazîresine defnedildiği bilinmektedir. Burada günümüze kadar gelebilen kabirler arasında onun mezar taşı da mevcuttur. Hüseyin Ayvansarâyî, eserlerindeki temellük kayıtlarında kendisini “hâfız” diye gösterip Ayvansaray’da Toklu Dede mahallesinden Dergâh-ı Âlî yeniçerileri sekbanlarının on beşinci ortasına mensup olarak tanıtır. Ayrıca yine Ayvansaray’daki Toklu İbrâhim Dede Mescidi imamı olup 1167’de (1753-54) ölen Şeyhülkurrâ Halil Efendi’den “üstadım” şeklinde bahsetmesi hâfızlık sıfatına açıklık getirmekte, hatta onun tarafından yetiştirildiğini düşündürmektedir. Yeniçeri Sekban Ocağı’na nasıl girdiği ise bilinmemektedir. Muhtemelen hayatının büyük kısmını eserlerini telif etmekle geçirmiştir. Nitekim Hadîkatü’l-cevâmi‘i bütün İstanbul cami ve mescidlerini tek tek dolaşarak meydana getirdiği, bu arada başka eserler üzerinde de çalıştığı bilinmektedir. 1201 yılı Ramazanı ortasında (Temmuz 1787) akrabasından Kızıl Mescid imamına misafir gidip dönüşünde Eyüp’te Zal Mahmud Paşa Camii’nde teravih namazını kıldıktan ve Ayvansaray’daki evine döndükten az sonra vefat etmiştir. Belli başlı bütün yayınlar, birbirlerinden naklen onun Zal Mahmud Paşa Camii hazîresinde yattığını kaydederse de burada kabrine rastlanmamıştır. Evinin Toklu Dede mahallesinde olması, hocası Halil Efendi ile babasının mezarlarının Toklu İbrâhim Dede hazîresinde bulunması onun da burada gömülmüş olabileceğini hatıra getirmektedir. Ancak uzun yıllar bakımsız kalan bu hazîre yakın tarihlerde temizlenerek bir dereceye kadar düzenlenmişse de Hüseyin Efendi’ye ait bir mezar taşına tesadüf edilmemiştir. Onun İstanbul ve çevresini günlerce dolaşacak, çeşitli kaynaklardan faydalanabilecek durumda olduğuna göre geçim sıkıntısı çekmediği, rahat bir hayat sürdüğü ve hatta varlıklı olduğu tahmin edilebilir.
Eserleri. 1. Hadîkatü’l-cevâmi‘. 1182 (1768-69) yılında yazılmaya başlanmış, 1193’te (1779) temize çekilip 1195’te (1781) tamamlanmıştır. Topografik bir sıra ile önce sur içi İstanbul’undaki cami ve mescidleri dolaşan müellif daha sonra sur dışında kalanları incelemiş, ardından Eyüp, Galata, Boğaz’ın iki yakası, Üsküdar, Kadıköy cami ve mescidlerini ele almıştır. Sur içi İstanbul’undaki eserleri anlatırken önce selâtin camileri üzerinde durmuş, bunun arkasından alfabetik sıraya göre diğer ibadet yerlerini anlatmıştır. Her maddede eserin adını verdikten sonra eğer kiliseden çevrilmişse bu hususu belirterek yaptıran kişinin adını kaydetmiş ve şayet biliniyorsa mezarının nerede olduğu, ihya edilmişse ikinci bânisi, sebil, çeşme, mektep, medrese gibi yanında yer alan ek tesisler, bazı durumlarda hazîresinde yatan kişilerle bu hayır eserine ait evkafa dair kısa bilgiler vermiştir. Müellif oldukça sade bir dille kaleme aldığı eserinde fazla ayrıntıya girmemiş, ele aldığı binanın mimarisi ve iç süslemesine dair herhangi bir açıklama yapmamıştır. Hüseyin Efendi ve eserlerine dair bir monografi yazan Günay Kut ile Turgut Kut Hadîka’nın yirmi üç nüshasını tesbit etmişlerdir. Bunların on sekizi Türkiye’de, geri kalanlardan ikisi Almanya’da (Marburg, Tübingen), birer tanesi de Fransa’da (Paris), İsveç’te (Uppsala) ve Avusturya’dadır (Viyana). Medine kadılarından Mahmud Efendi’nin oğlu Ali Satı Efendi Hadîka’nın metnini yeniden işleyerek 1253 (1838) yılı sonuna kadar getirmiş, zeyli hazırlarken çıkarmalar ve ilâveler yaptığı gibi bilhassa İstanbul’un sur dışındaki cami ve mescidlerine dair geniş ölçüde tamamlayıcı bilgiler vermiştir. Hadîka’da adları geçen sur içindeki cami ve mescidlerin yerlerini gösteren bir şehir planı Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyun’da hazırlanıp taş basması olarak 1264’te (1848) yayımlanmıştır. Tek eksiği sokak adlarının yazılmayışı olan bu plan esere büyük ölçüde yardımcı bir kılavuz niteliğindedir. Hadîka, Ali Satı Efendi’nin ilâveleriyle birlikte iki cilt halinde Matbaa-i Âmire’de basılmıştır (1281). Bu baskıda kendisi ve ailesi hakkında bilgi veren Satı Efendi (II, 242-246), bazı maddelerde eserin ölçü düzenini bozmuş ve bazı camileri tekrarlamak suretiyle hatalar yapmıştır. Bu baskıya dair bir tanıtma yazısı O. M. von Schlechta-Wssehrd tarafından yayımlanmıştır (ZDMG, XX [1866], s. 452). Ali Satı Efendi’nin arkasından Süleyman Besim adında bir kişi Hadîka metnini 1276 (1859-60) yılına kadar getiren bir zeyil daha hazırlamışsa da bu eser henüz yayımlanmamıştır. Hacı İsmâil Beyzâde Osman Bey de 1304’te (1887) Mecmûa-i Cevâmi‘ adıyla küçük boyda iki cilt halinde bir kitap neşretmiştir. İçinde camilerden başka şeylerden de bahsedilen bu kitabın metni cami ve mescidler hususunda Hadîka’nın sadece başlıklarından ibarettir. J. von Hammer-Purgstall Osmanlı tarihinin sonunda, İstanbul’da Avusturya elçiliğinde bulunduğu sırada Hadîka’dan haberi olmadığını, fakat eserini yazdıktan sonra İstanbul’daki bir Türk dostunun kendisine el yazması bir nüshasını gönderdiğini bildirir. Wien Nationalbibliothek’teki nüsha (nr. 1284) Hammer’e gönderilen nüsha olup 5 Cemâziyelevvel 1245 (2 Kasım 1829) tarihinde istinsah edilmiştir. Hammer, bu “mükemmel” kitaptan yalnız eserler ve topografya bakımından değil tarihî kaynak olarak da geniş ölçüde faydalanma imkânı bulunduğunu belirterek kitabı çok geç elde edebildiğinden dolayı üzüntüsünü dile getirir. Hammer Hadîka’yı kısaltarak Almanca’ya çevirmiş (Geschichte des Osmanischen Reiches, Pesth 1833, IX, 47-144), bu çeviri daha sonra Osmanlı tarihinin J. J. Hellert tarafından yapılan Fransızca tercümesine de girmiştir (Histoire de l’Empire Ottoman, Paris 1841, XVIII, 1-109). Türkçe bilmeyen yabancı uzmanlar hâlâ bu tercümeyi kullanırlar. Selim Nüzhet Gerçek Hadîka’nın basılı nüshası için 1928’de bir indeks yayımlamıştır. Hadîkatü’l-cevâmi‘ Nâm Eserin Elifbâî Fihristidir başlıklı bu broşürde bir baskı hatası yüzünden sıra karışmıştır. İstanbul’da camiye çevrilen eski Bizans kiliselerine dair bir araştırma yapan İstanbullu Rum hekim A. G. Paspatis de (ö. 1891) kendisine kılavuz olarak Hadîka’yı kullanmış, ancak bunun yazarını Hüseyin Ayvansarâyî değil Ali Satı olarak göstermiştir (Byzantinai Meletai, İstanbul 1877, s. 277-409). Halil Ethem (Eldem), İstanbul camileri hakkındaki küçük kitabının giriş kısmında çok faydalandığı ve Hadîka’ya ve müellifine dair bilgi vermeye özen göstermiştir (Camilerimiz, İstanbul 1933; Fr. trc. E. Mamboury, Nos Mosquées de Stamboul, İstanbul 1934, bu baskı öncekinden biraz daha ayrıntılıdır). Tahsin Öz İstanbul Camileri adlı iki ciltlik kitabında (Ankara 1962-1965) Ayvansarâyî’nin eserini esas almış, buna bazı yeni camileri eklemiş, fakat matbu nüshaya dayandığından ondaki bazı yanlışları tekrarlamaktan kurtulamadığı gibi yaşlılığı sebebiyle adları geçen yapıların son durumlarını inceleme imkânı olmadığı için de bazı hatalara düşmüştür. Bu hususta Eminönü Müftülüğü tarafından yayımlanan kitapla (Eminönü Camileri, İstanbul 1987) Fatih Müftülüğü’nce hazırlanan kitap (Fâtih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler, İstanbul 1991) son yıllardaki duruma göre sur içindeki Eminönü ve Fâtih camilerini resimleriyle takdim etmektedir. Eyüp camilerine dair Nermi Haskan’ın eseri (Eyüp Tarihi, İstanbul 1993), Galata için A. M. Schneider ve Miltiadis Isaak Nomidis’in kitabı ile (Galata, topographisch-archäologischer Plan mit erläuterndem Text, İstanbul 1944, s. 28-34) Semavi Eyice’nin bu eserde yer alan makalesi (bk. Galata, Türk Devri Eserleri, XIII, s. 307-313) Hadîka’yı tamamlar. İhsan Erzi, Hadîka’yı kısmen sadeleştirerek Latin harfleriyle yeniden yayımlamaya başlamış, fakat sadece ilk cildini iki fasikül halinde bastırabilmiştir (İstanbul 1987). Burada değişik yazmalardaki bazı farklara işaret edilmekle beraber bu baskı da ilmî bir yayın değildir.
2. Mecmûa-i Tevârih. Eserin bilinen tek nüshası müellif hattıyla olup Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Hazine, nr. 1565). Bu yazmanın başında, “Sâhip ve mâlik Hâfız Hüseyin bin el-Hâc İsmâil Ayvansarâyî be-mahalle-i Toklu Dede yeniçeriyân-ı Dergâh-ı âlî on beş sekbanlar, sene 1179” kaydından müellifin 1765-66’da yazdığı bu nüshanın kendi özel kütüphanesinden çıktığı anlaşılmaktadır. Günay Kut ile Turgut Kut’un tesbit ettikleri Deniz Müzesi Kütüphanesi’ndeki (nr. 55) ikinci nüsha ise eski bir yazma olmayıp Şeref Ergenekon tarafından Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki nüshadan 1959 yılında kopya edilmiştir. Bu yazmada müstensih eserin sonuna bir de indeks eklemiştir. Hüseyin Ayvansarâyî, ölümünden pek az öncesine, 1200 (1786) yılına kadar topladığı notlarını derlediği bu eserinde düzensiz olarak tarih manzumelerinin bazan tamamını, bazan da sadece son beyit veya mısralarını bir araya getirmiştir. Eserde bazı kişilerin ölümüyle ilgili tarihlerden başka cami, çeşme, mezar ve köprü kitâbelerine de yer verilmiştir. Kitapta ayrıca bazı ülkeler, şehir, kasaba ve kalelerin fetihleri, saraylar, şehzadelerin doğumu, türbeler, camilerin tamiri, sebiller, 1070 (1660) yangınına dair tarih manzumeleri de bulunmaktadır. Kitap, Fahri Ç. Derin ile Vâhid Çabuk tarafından Latin harflerine çevrilip resimlendirilerek yayımlanmıştır (İstanbul 1985). Mecmûa-i Tevârih, yok olmuş pek çok eserin tarihini bildirmek suretiyle İstanbul ile Osmanlı dönemi Türk tarihine büyük ölçüde yardımcı olmaktadır.
3. Vefeyât. Eserin İstanbul Üniversitesi (TY, nr. 2539), Süleymaniye (Esad Efendi, nr. 1375; Uşşâkī Tekkesi, nr. 365/1) ve İstanbul Arkeoloji (nr. 1107) kütüphanelerinde olmak üzere dört yazma nüshası bilinmektedir. İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlı olan bir diğer nüshası ise (TY, nr. 2464) bugün kayıptır. Bu eserin de Fahri Ç. Derin tarafından hazırlanan yeni harfli bir baskısı vardır (Vefeyât-ı Selâtîn ve Meşâhîr-i Ricâl, İstanbul 1978).Vefeyât, düzenli bir sıralama ile önce padişahların doğum, tahta cülûs ve ölüm tarihlerini, arkasından da Osmanlı tarihinde yer alan ricâlin ölümleri için söylenmiş tarihleri verir. Bu arada çok kısa olarak o kişinin biyografisine de temas eder. Padişahlara dair ilk bölümü takip eden ikinci bölümde İstanbul ve yöresinde medfun ricâl yazılmış, bunda da topografik bir sıra takip edilerek “Medîne-i Hazret-i Eyyûb”, “Yedikule’ye Varınca”, “Kasaba-i Kasımpaşa” ve “Üsküdar” olmak üzere ölümler üç ayrı bölüm halinde ele alınmıştır. İkinci ana bölümde hayratı İstanbul’da, mezarı başka yerde olan ricâl üzerinde durulur. Üçüncü bölüm ise hayratı ve mezarı İstanbul dışında olan ricâle dairdir. Bir ansiklopedi niteliğinde olan eser bazı kişilerin manzum uzun ölüm tarihlerini de vermektedir. Hadîka’daki bazı yanlışlar burada düzeltildiğine göre eser Ayvansarâyî’nin son kitaplarından olmalıdır.
4. Eş‘ârnâme-i Müstezâd. Müellifin çeşitli divanlardan derlenen anlamlı beyitlere birer manzum parça katmak suretiyle meydana getirdiği bir antoloji olup eserin müellif hattıyla olan tek yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (nr. 5466). Derlenmesine 1181’de (1767-68) başlanmış ve 1194’te (1780) bitirilmiştir.
5. Âşık Ömer Divanı. Müellif hattıyla olan nüshası Konya’da Mevlânâ Müzesi yazmaları arasındadır (nr. 99). Âşık Ömer’in şiirlerini bir araya getiren Ayvansarâyî’nin kendi kütüphanesi için hazırladığı bu nüsha 1195 (1781) tarihlidir. Divan geniş bir önsözle birlikte Sadettin Nüzhet Ergun tarafından yayımlanmıştır (Âşık Ömer: Hayatı ve Şiirleri, İstanbul, ts.). Eserin Süleymaniye Kütüphanesi’nde iki nüshasının daha bulunduğuna (Uşşakî Tekkesi, nr. 67, 69) Günay Kut ve Turgut Kut işaret ederler.
BİBLİYOGRAFYA
Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, I, 142-146.
Sicill-i Osmânî, II, 215.
Osmanlı Müellifleri, III, 48-49.
Babinger, GOW, s. 344-345; a.e. (Üçok), s. 344-345.
Günay Kut – Turgut Kut, “Ayvansarayî Hâfız Hüseyin b. İsmail ve Eserleri”, TD, XXXIII (1982), s. 402-439.