https://islamansiklopedisi.org.tr/ibrahim-efendi-haydarizade
Musul’un Erbil kazasında doğdu. Ulemâdan Haydarîzâde Âsım Efendi’nin oğludur. Burada medresede okudu ve ayrıca özel ders gördü. Adliye Nezâreti’nde bir heyet huzurunda verdiği imtihanda her çeşit mahkeme reisliğinde bulunabilecek liyakatte olduğunu ispat ederek 20 Haziran 1884’te mertebe-i sâniye diploması aldı.
19 Ağustos 1886’dan 21 Nisan 1890 tarihine kadar Zaho nâibliğinde bulundu ve 9 Şubat 1891’de Cizre nâibliğine getirildi. Buradaki görev süresi sona ermeden Mardin’e gitti, ardından da görevine dönemeyeceğini bildirdiğinden yerine başkası gönderildi. Cizre’de iken üç ay kadar kaymakam vekilliği yaptı. 29 Temmuz 1894’te Cide Bidâyet Mahkemesi reisliğine getirildi. Bu görevden 13 Aralık 1895’te istifa etti ve on beş gün sonra Musul Vilâyeti Merkez Bidâyet Mahkemesi müddeiumumi muavinliğine tayin edildi. Ancak hakkındaki şikâyetler sebebiyle 29 Mart 1899’da görevinden uzaklaştırıldı. 21 Mart 1901’de Meclis-i Maârif üyesi oldu ve aynı yıl içinde kendisine İzmir ve Haremeyn pâyeleri verildiği gibi ardından üçüncü rütbeden Mecîdî nişanı ile ödüllendirildi (22 Kasım 1901). Meclis-i Maârif üyeliğine ilâve olarak 21 Ağustos 1904’te Dârülhayr-i Âlî Mektebi müdürlüğüne tayin edildi.
Kendisine bir müddet sonra İstanbul pâyesi tevcih edilen ve rütbesi ikinci dereceye çıkarılan İbrâhim Efendi, 21 Ağustos 1908 tarihinde yapılan tensîkatta Meclis-i Maârif üyeliğinden kadro dışı kaldığı gibi 25 Ağustos’ta bulunduğu mektep müdürlüğünden de azledildi. On gün sonra Diyarbekir Merkez Nâibliği’ne getirildiyse de Merkez Tensîkat Komisyonu’nca yerine başkası tayin edildiğinden bu görevinden ayrıldı (14 Aralık 1909). Vilâyet İdare Meclisi’nin kendisinin memuriyet yapamayacağı kanaatine varması üzerine kadro dışı bırakılarak mâzuliyet maaşı bağlandı. Ancak 10 Temmuz 1910’da Defter-i Hâkānî Nezâreti Umûr-ı Şer‘iyye memurluğuna tayin edildi. 30 Eylül 1911’de bu memuriyetle birlikte aynı nezârete bağlı Kadastro Mektebi Hukuk kısmına Mecelle muallimi oldu. 23 Ekim 1916’da Medresetü’l-vâizîn’de mezâhib ve turuk-ı İslâmiyye tarihi dersi muallimliğine getirildi.
İbrâhim Efendi, 5 Ağustos 1918 tarihli irâde-i seniyye ile Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye üyeliğine tayin edildi. Kısa bir müddet sonra Ahmed İzzet Paşa’nın istifası ile Tevfik Paşa tarafından, Mütareke’nin ve İtilâf devletleri donanmalarının İstanbul önlerine doğru ilerlediği sıkıntılı günlerde kurulan ve İttihatçılar’a karşı olduğu gibi bir Hürriyet ve İtilâf hükümeti de sayılmayan ve daha ziyade “Padişah kabinesi” diye nitelendirilen kabineye şeyhülislâm olarak tayin edildi (11 Kasım 1918). İki gün sonra kurulan ikinci Tevfik Paşa kabinesinde tekrar meşihat makamına getirildi. Kabine içinde 24 Şubat 1919 tarihinde yapılan büyük değişiklikte yine makamını korudu.
Tevfik Paşa’nın 3 Mart 1919’da istifası üzerine İbrâhim Efendi görevinden ayrıldı. Damad Ferid Paşa tarafından kurulan yeni kabinede yeri Mustafa Sabri Efendi’ye verilmekle beraber memleketin içinde bulunduğu durumdan ötürü kamuoyunun tatmin edilmesi zarureti hâsıl olup bazı “namuslu ve tanınmış zevatın” sandalyesiz nâzır olarak tayinine karar verildiği için Ahmed İzzet Paşa ve Tevfik Paşa’nın da yer aldığı diğer bazı kişilerle birlikte Meclis-i Vükelâ’ya memur edildi (24 Mayıs 1919). Bu meclis üyeleri, kabinenin müzakere ve kararlarında ağırlıklarını duyurabilmekle beraber alınan kararlarda etkileri olamamaktaydı. Ferid Paşa hükümetinin Kürt Teâlî Cemiyeti’nin faaliyetleriyle ilgili olarak oluşturduğu komisyon içinde Abuk Ahmed Bey ve Avni Paşa ile beraber yer alarak Kürt heyetleriyle görüşmelerde bulunan İbrâhim Efendi bu görevini Ferid Paşa’nın istifasına kadar sürdürdü (20 Temmuz 1919). Ferid Paşa’nın istifasından sonra sadârete getirilen Ali Rızâ Paşa kabinesinde şeyhülislâm oldu (2 Ekim 1919). Bir ay kadar devam eden Ali Rızâ Paşa hükümetinin istifası üzerine Sâlih Paşa tarafından kurulan kabinede tekrar şeyhülislâm olarak tayin edildi (8 Mart 1920). Bu dördüncü ve son meşihatı ancak yirmi beş gün sürdü ve Sâlih Paşa’nın istifası üzerine hükümetten ayrıldı. Haydarîzâde daha sonra Türkiye’den ayrıldı ve Medine’de vefat etti.
Döneminin oldukça karışık siyasî çalkantıları içinde İbrâhim Efendi hakkında devrin siyaset adamları farklı görüşler ileri sürmüştür. İttihatçılar’ın eski Mâliye nâzırı Cavid Bey’e göre Tevfik Paşa’nın kurduğu ilk kabinede yer alan Haydarîzâde, aynı kabinedeki Mâliye Nâzırı Abdurrahman ve Evkaf Nâzırı (Kambur) Ahmed İzzet beyler gibi hem değersiz bir şahsiyetti hem de bir “intikam adamı” idi (Akşin, s. 79). Hükümeti kurma görevi Tevfik Paşa’ya verildiğinde uygun bir şeyhülislâm bulunmasında zorluk çekilmiş, Tevfik Paşa meşihata eski Mısır kadısı Yahyâ Reşid Efendi’yi getirmek istemiş, ancak bu zatın iki yıl önce vefat ettiği anlaşılmıştı. Şeyhülislâm adayı olarak Hazîne-i Hâssa umum müdürü Refik Bey’in aracılığı ile saraya davet edilen Encümen-i Teftiş ve Muayene eski üyelerinden Esad Efendi’nin de bunamış olduğu haberi alınınca Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye üyesi olan İbrâhim Efendi’ye şeyhülislâmlık yolu açılmıştı. Kendisi henüz meşihat makamına gelebilecek nitelikte olmadığı gibi fukahadan da değildi. Doğu edebiyatına ve İslâm tarihine vâkıf, “cerbeze-i lisâna mâlik” olarak nitelendirilmekteydi (Türkgeldi, s. 163). Nitekim başka bir münasebetle kendisine kızan Vahdeddin, “Hiçten bir adam iken iki defa meşihata getirdik” demiştir (a.g.e., s. 255). Aynı kabinede yer alan Kürt İzzet Bey’in Evkaf Nezâreti’ne tayinini hemşerilik alâkasıyla desteklemiştir. İzzet Bey, Kürtler nezdinde itibarı ve arkasında 5000 Kürt olduğu mülahazasıyla kabineye alınmıştır (a.g.e., s. 164-165). Kürt Teâlî Cemiyeti’nin faaliyetlerini ele alan hükümet Van, Diyarbekir ve Bitlis’te meydana gelen olayların İngilizler’e işgal bahanesi verebileceğinden çekinmekteydi. Bu konuda tavsiyelerde bulunmak ve Kürt cemiyetlerinin gereksizliğini anlatmak amacıyla bölgeye memurlar gönderilmesinin gereği üzerinde durulmuş ve bölgeye asker ve para yollanmasının zorluğu görüldüğünden cemiyetle irtibata geçilmesine karar verilmişti. Haydarîzâde’nin bu iş için kurulan heyete bu kimliğinden istifade edilmek üzere tayin edildiği anlaşılmaktadır (a.g.e., s. 383-384). Bu durum, kendisinin âniden şeyhülislâmlığa yükseltilerek diğer hemşerileri yanında kabineye girmesinin pek tesadüfî olmadığı hususuna başka bir açıdan açıklık getirmektedir. Tevfik Paşa hükümetinin istifaya zorlanması ve İtilâfçılar’ın katılacağı yeni bir kabineyle ilgili olarak İzzet Paşa’nın sürdürdüğü faaliyetlere karşı İngilizler’in gösterdiği tepki Haydarîzâde tarafından Tevfik Paşa’ya iletilmiştir (İbnülemin, XI, 1723). Ardından meydana gelen hükümet değişikliği bu müdahalelerin bir sonucu olmuş ve Haydarîzâde meşihatta bırakılarak geniş bir kabine değişikliğine gidilmiştir. Ancak bu yeni hükümetin ömrü sadece bir hafta sürmüştür.
Tevfik Paşa’nın son istifasından sonra Haydarîzâde’nin Meclis-i Vükelâ’ya adaylığı bizzat Ahmed İzzet Paşa tarafından yapılmıştır. “Erdem ve kültürüyle gerçekten gözleri ve gönülleri dolduran Haydarîzâde’nin konuşmaları teselli verici idi” kayıtları, paşanın olumlu izlenimleri arasında yer almakla beraber (Feryadım, II, 124-125) İslâm âlemiyle irtibatın canlandırılması ve Ankara hükümetiyle uzlaşmaya aracılık etmesi, dolayısıyla hilâfetin korunmasını sağlayacak teşebbüslerde bulunulması hususunda kendisinden umduğu yardımları göremediğine dair olan hayal kırıklığını da dile getirmiştir (a.g.e., II, 226).
Damad Ferid Paşa hükümetlerinin Anadolu’daki milliyetçi harekâta karşı olan icraatını özellikle padişahın şahsının sakınılması noktasında tenkit ettiği anlaşılan Haydarîzâde, huzurda bulunduğu bir sırada İstanbul’daki askerle Anadolu’daki askerin birleşmiş olduğunu ifade ederek eski sadrazamların padişah uğruna kendilerini feda ettiklerini, şimdiki padişahın ise sadrazam uğruna kendisini feda etmekte olduğunu söylemekten çekinmemiştir (İbnülemin, XIII, 2071). Ferid Paşa’nın ayrılması üzerine kurulan ve Kuvâ-yi Milliye ile uzlaşmaya önem vererek Ankara hükümetiyle irtibata geçecek olan Ali Rızâ Paşa kabinesinde meşihat makamını tekrar elde etmesi bu yoldaki siyasî davranışının bir sonucu olmalıdır.
Sâlih Paşa’nın kuracağı hükümette meşihat makamının kimin tarafından doldurulacağı hususu bir müddet askıda kalmış ve Haydarîzâde’nin adaylığı başlangıçta Vahdeddin’in kendisine infiali sebebiyle söz konusu olmamıştır. Bu infialin, Haydarîzâde’nin telif ettiği Mezâhib ve Turuk-ı İslâmiyye Târihi adlı eserini Ali Rızâ Paşa hükümetinde şeyhülislâm iken, padişah ve veliahda takdim ettiği nüshaların bir yanlışlık eseri olarak değişmesinden ve veliahda takdim edilen nüshanın Vahdeddin’in eline geçmiş olmasından, bu nüshadaki ithaf cümlelerinde padişahlara mahsus tâbirlerin kullanılmasından ve veliahdın tahta çıkacağı günü, devlet ve milleti selâmete erdirecek mutlu bir gün olarak telakki ettiğine dair kayıtlarından kaynaklandığı anlaşılmaktadır (Türkgeldi, s. 255-256). Haydarîzâde, Mâbeyn’e birçok defa telefon açıp adaylığının âkıbetini sormakla geçen sıkıntılı bekleyişleri neticesinde, “Aramızda bir macera oldu” diyen ve şahsî infialini siyasî işlere karıştırmak istemediğini beyan eden Vahdeddin’in izin vermesiyle Sâlih Paşa kabinesine dahil olabilmişti.
Arapça ve Farsça bilen Haydarîzâde’nin, dinî meselelerden ziyade siyasetle ilgilenilen son dönemin ağır gelişmeleri içinde şeyhülislâm olarak katıldığı hükümetlerde belirli bir kesimin kimliğini taşıyarak ağırlığını hissettirdiği, olup bitenlere “ümmü’l-havâdis” (a.g.e., s. 262) unvanıyla anılacak kadar vâkıf olduğu anlaşılmaktadır.
Amerika’daki içki yasağı dolayısıyla bu hususta İslâm dininin emirlerini anlamak için gelen Amerikalı bir gazetecinin İbrâhim Efendi ile yaptığı mülâkatın tercümesi Cerîde-i İlmiyye’de neşredilmiştir ([Rebîülevvel 1338], s. 1619-1622). Mezâhib ve Turuk-ı İslâmiyye Târihi adlı küçük eseri ise Evkāf-ı İslâmiyye Matbaası’nda basılmış (İstanbul 1335), ayrıca Rekin Ertem tarafından sadeleştirilerek İslâm Mezhepleri ve Tarikatları Tarihi adıyla yayımlanmıştır (İstanbul 1981). İslâm’da itikadî ve fıkhî mezhepler, bunların ortaya çıkış sebepleri, nübüvvet ve bid‘at konularının ele alındığı eser, müellifin Medresetü’l-vâizîn’de bu isim altında okuttuğu ders notları mahiyetindedir. Hilâfetin Osmanlı hânedanı elinde olmasının şer‘an sıhhatinin her türlü şüphe ve tereddütten uzak olduğuna dair ortaya koyduğu kanaat (s. 31-32) ve bunun Osmanlı Devleti’nin dağılması sürecinin etkili bir silâhı olarak kullanılmaya çalışıldığı devrin güncel gelişmeleri esnasında dile getirilmekte olması, buhranlı yıllarda mezhep tefrikalarının sakıncalarını vurgulaması ve özellikle Osmanlı hilâfetini bu anlamda takviye etme amacını gütmesi fikrî dünyasının mahiyetini göstermesi bakımından dikkat çekicidir.
Haydarîzâde’nin Rüyâ (İstanbul 1329), Terkîb-i Bend (İstanbul 1330) ve Irak Ordusuna Hitab (İstanbul 1335) adlarını taşıyan küçük hacimli manzum eserleri basılmıştır. Rüyâ’da, son yüzyılda büyük gelişme gösteren Batı dünyası karşısında gerileyen İslâm âleminin içinde bulunduğu zafiyeti anlatan ve aynı konuyu Terkîb-i Bend’de de ele alan Haydarîzâde, Irak Ordusuna Hitab adlı eserinde Bağdat’ın eski ihtişamına, bir Osmanlı eyaleti olarak Irak’ın gösterdiği parlak gelişmeye ve bölgenin İngiliz işgaline uğramasına temas ettikten sonra Osmanlı halifesinin Irak halkına ve Osmanlı ordusuna yaptığı hitabını duygulu mısralarla ifade eder.
BİBLİYOGRAFYA
İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Ulemâ Sicil Dosyaları, nr. 2029.
İstanbul Müftülüğü Meşihat Arşivi, Ulemâ Sicil Defterleri, I, 404.
İbnülemin, Son Sadrıazamlar, XI, 1717, 1721, 1723, 1727; XIII, 2041, 2071; XIV, 2111, 2123.
Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim, Ankara 1951, s. 163-165, 180, 249, 255-258, 262.
Danişmend, Kronoloji2, s. 163-164, nr. 176, 177, 181, 182.
Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İstanbul 1980, II, 169-172.
Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, İstanbul 1993, II, 45, 63, 124-125, 129, 226, 319.
Metin Ayışığı, Mareşal Ahmed İzzet Paşa. Askerî ve Siyâsî Hayatı, Ankara 1997, s. 199.
Sina Akşin, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, Ankara 1998, I, 78-79, 145, 148, 172, 301-302, 383-384, 537; II, 173, 217, 297, 353, 381, 436.
“Şeyhülislâm Efendi Hazretleriyle Mühim Bir Mülâkât”, Cerîde-i İlmiyye, V/51, İstanbul 1338, s. 1619-1623.
“İbrahim Efendi, Haydarîzâde”, TA, XIX, 505.