https://islamansiklopedisi.org.tr/idmac
Sözlükte “dümûc” (bir şeyin içine girip gizlenmek) kökünden if‘âl kalıbında masdar olan idmâc “bir şeyi diğer bir şeyin içine sokup gizlemek, bir şeyi giysi içine sokup dürmek ve saklamak” anlamlarına gelir. Bedî‘ ilminde ise mânaya güzellik katan sanatlardan olup bir sözün açık (sarih) ve kapalı (zımnî, işârî) olmak üzere iki anlam içermesidir. Bu anlamlardan biri asıl, diğeri onun tamamlayıcısı durumundadır. Mütenebbî, ”أقلّب فيه أجفاني كأنّي أعدّ بها على الدهر الذنوبا“ (O gece göz kapaklarımı açıp kapayıp durdum; sanki onlarla zamanın bana yaptığı kötülükleri sayıyor gibi idim) dizesinde asıl amaç olarak gözüne uyku girmediğini tasvirle söze başlamış, ancak bunu örneklemek amacıyla getirdiği teşbih cümlesine zamandan ve zamane insanlarından şikâyet temasını dahil ederek idmâc sanatı yapmıştır.
Konuyu ilk defa inceleyen Ebû Hilâl el-Askerî (ö. 400/1009’dan sonra) bu sanata “muzâafe” adını vermiş ve bunu, “Bir sözün sarih ve işârî olmak üzere iki anlam içermesidir” şeklinde tanımlamıştır (eṣ-Ṣınâʿateyn, s. 477). Ancak belâgat âlimlerinin çoğu konuyu idmâc adı altında ele almışlardır. İbn Reşîḳ el-Kayrevânî ise idmâcı bir istitrat çeşidi olarak görmüştür (el-ʿUmde, II, 41). Üsâme b. Münkız ta‘lik ve idmâc adını verdiği türü, “Bir övgü öğesini diğer övgü öğesiyle, bir yergi unsurunu diğer yergi unsuruyla, bir mânayı diğer mâna ile irtibatlandırmaktır” şeklinde tanımlamıştır (el-Bedîʿ, s. 58). Ta‘lik ile idmâc sanatı arasında fark gören İbn Ebü’l-İsba‘, ta‘likte iki anlamın birbiriyle kaynaşmışçasına irtibatlı, ikisinin de sarih olarak ifade edilmiş ve asıl amaç durumunda olduğunu söyler (Bedîʿu’l-Ḳurʾân, s. 173; Taḥrîrü’t-Taḥbîr, s. 451). Meselâ bir insanı cömertlikle överken bunu yiğitliğini de ifade eden bir başka övgü unsuruyla kaynaştırmak ta‘liktir. Aşağıdaki âyette birer övgü unsuru olarak tevazu ile izzet kaynaştığından burada ta‘lik vardır: ”أَذِلَّةٍ عَلَى الْمُؤْمِنِينَ أَعِزَّةٍ عَلَى الْكَافِرِينَ“ (Onlar müminlere karşı tevazu, kâfirlere karşı ise izzet sahibidirler, el-Mâide 5/54). Âyetin ilk kısmında söz konusu edilen kimseler müminlere karşı mütevazi olmaları ile övüldükten sonra bu tevazuun zillet ve zayıflıktan kaynaklanabileceği izlenimini ortadan kaldırmak için tamamlayıcı bir unsur olarak gelen ikinci kısımda izzet, vakar, güç ve kudret sahibi olmakla methedilmişlerdir. İdmâcda ise ikinci anlam asıl amaç olmayıp dolaylı ve zımnî bir mânadır. Şu iki idmâc örneğinde ikinci anlam, birincinin örneği (teşbih) ve hal cümlesi tarzında gelmiştir. Bir şairin, ramazan bayramı hilâlini gördüğüne dair şahitliğini kabul etmeyen kadı hakkında söylediği şu mısrada iki yergi öğesi (bayram hırsızlığı ve yetim malı hırsızlığı) teşbih sayesinde kaynaştırılıp irtibatlandırılmıştır: ”سرق العيد كأن العيد أموال اليتامى“ (Bayramı çaldı; sanki bayram yetim malıdır). Şu mısrada ise iki yergi unsurundan ikincisi birinciye hal şeklinde getirilerek kaynaştırılmıştır: ”مغرى بقذف المحصنات وليس من أبنائهنّ“ (Namuslu kadınlara iftira atmaya pek düşkündür; halbuki kendisi namuslu kadın evlâdı değildir).
Bedreddin İbn Mâlik (İbnü’n-Nâzım) idmâcı sarih ve zımnî anlamların ya övgü, yergi, gazel, tasvir gibi şiir türleri veya mübalağa, tıbâk, cinas gibi bedîî sanatlar arasında olmak üzere iki kategoriye ayırmıştır (el-Miṣbâḥ, s. 122-123). Ebû Hilâl el-Askerî, “Onlardan seni dinleyenler vardır. Fakat sağırlara -üstelik akıllarını da kullanmıyorlarsa- sen mi duyuracaksın? Onlardan sana bakan da vardır. Fakat -hele gerçeği göremiyorlarsa- körleri sen mi doğru yola ileteceksin!” meâlindeki âyette (Yûnus 10/42, 43) sarih ve işârî iki anlam arasında idmâcın bulunduğunu söylemiştir. Âyette bu zâhir anlama ilâve olarak işitme duyusunun görme duyusundan daha üstün olduğuna işaret edilmiştir. Çünkü sağırlıkla akılsızlık, körlükle görmezlik birlikte zikredilmiştir (eṣ-Ṣınâʿateyn, s. 477).
Şerefeddîn et-Tîbî, ”وَعَلَى الْمَوْلُودِ لَهُ رِزْقُهُنَّ“ (Annelerin iâşe ve bakımı çocuğun ait olduğu kimse üzerine düşer, el-Bakara 2/233) âyetinde, annelerin bakım ve nafakasının tesbitine dair olan asıl konu içerisinde çocuğun nesebinin babaya ait bulunduğu zımnen ve işareten ifade edildiğini; ”وَحَمْلُهُ وَفِصَالُهُ ثَلَاثُونَ شَهْرًا“ (Çocuğun anne karnında taşınması ve sütten kesilmesi otuz aydır, el-Ahkāf 46/15) âyetinde ise annenin çocuk üzerindeki haklarına dair olan asıl konu içerisinde hamilelik süresinin en az altı ay olduğunun açıklandığını belirtir (et-Tibyân fî ʿilmi’l-meʿânî, s. 390-391). ”لَهُ الْحَمْدُ فِي الْأُولَى وَالْآخِرَةِ“ (Önünde de sonunda da hamd O’nundur, el-Kasas 28/70) âyetinde önünde-sonunda (dünyada-âhirette) ifadesinde zıtlar birleştirildiğinden tıbâk sanatı vardır. Âhirette Allah’tan başkasına hamdin bulunmaması cihetiyle de tıbâk sanatının içine mübalağa sanatı dercedilmiştir (İbn Ebü’l-İsba‘, Bedîʿu’l-Ḳurʾân, s. 172; a.mlf., Taḥrîrü’t-Taḥbîr, s. 449).
İdmâc birbirine tâbi, bağlı ve iç içe iki övgü unsuru arasında olursa “istitbâ‘” adını alır. Bazı belâgat âlimleri idmâc ile istitbâı ayrı türler olarak ele almışlardır. Konuya ilk temas eden Ebû Hilâl el-Askerî, idmâc ve istitbâı “muzâafe” adıyla bir başlık altında incelemiştir (eṣ-Ṣınâʿateyn, s. 477-479). İstitbâa “iki yönlü övgü” anlamında “medh müvecceh” adını veren Seâlibî onu iki yüzlü elbiseye benzetir (Yetîmetü’d-dehr, I, 200). Seâlibî’den etkilenen Râdûyânî ile Reşîdüddin Vatvât, Fahreddin er-Râzî ve İzzeddin ez-Zencânî istitbâı “müvecceh” adı altında incelemişlerdir. Sekkâkî ve ona uyanlar istitbâ‘ terimini kullanırken İbn Münkız ve İbn Şîs gibi diğer bazı belâgat âlimleri “ta‘lik” terimini tercih etmişlerdir. Mütenebbî’nin Seyfüddevle el-Hamdânî hakkındaki şu mısraı bu konuda verilen en yaygın örnektir: ”نهبت من الأعمار ما لو حويته لهنّئت الدنيا بأنك خالد“ (Nice düşmanı yağmalarcasına kırdın. Onların ömürlerine sahip olsaydın dünya ölümsüzlüğünün bayramını kutlardı). Burada asıl tema olarak Seyfüddevle, savaşlarda sayısız düşmanı yenip öldürmüş bir yiğit olarak övülmüştür. Bu tema içinde kaynaşmış vaziyette dünyanın onun ölümsüzlüğüne bayram etmesi ifadesiyle dünyanın ıslahı ve düzeni için çalıştığı ve sadece onun düzenini bozanları öldüren âdil bir yiğit olduğu şeklinde ikinci bir övgü sıfatına işaret edilmiştir.
Ayrıca aruz ilminde idmâc bir kelimenin baş tarafının beytin ilk satırı sonunda, son tarafının da ikinci satır başında olması durumuna denir. Buna “idrâc” ve “tedvîr” adları da verilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Tehânevî, Keşşâf, I, 464-465.
Ebû Hilâl el-Askerî, eṣ-Ṣınâʿateyn (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, s. 477-479.
Seâlibî, Yetîmetü’d-dehr (M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1375/1956, I, 200.
İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1374/1955, II, 41.
Râdûyânî, Tercümânü’l-belâġa (nşr. Ahmet Ateş), İstanbul 1949, s. 76-77.
Reşîdüddin Vatvât, Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳı’ş-şiʿr (nşr. Abbas İkbâl-i Âştiyânî), Tahran 1308 hş., s. 35-36.
İbn Münkız, el-Bedîʿ fî naḳdi’ş-şiʿr (nşr. Ahmed Ahmed Bedevî – Hâmid Abdülmecîd), Kahire 1380/1960, s. 58.
Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz (nşr. Bekrî Şeyh Emin), Beyrut 1985, s. 292.
İbn Ebü’l-İsba‘, Bedîʿu’l-Ḳurʾân (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1377/1957, s. 172-173.
a.mlf., Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 449-451.
İbnü’n-Nâzım, el-Miṣbâḥ fî ʿilmi’l-meʿânî ve’l-beyân ve’l-bedîʿ, Kahire 1341, s. 122-123.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, VII, 164, 181.
Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 526-528.
Tîbî, et-Tibyân fî ʿilmi’l-meʿânî ve’l-bedîʿ ve’l-beyân (nşr. Hâdî Atıyye Matar el-Hilâlî), Beyrut 1407/1987, s. 390-391.
Teftâzânî, Muḫtaṣarü’l-meʿânî, İstanbul 1307, s. 416-417.
a.mlf., el-Muṭavvel ʿale’t-Telḫîṣ, İstanbul 1309, s. 442-443.
İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 457-458.
İsâmüddin el-İsferâyînî, el-Aṭvel, İstanbul 1284, II, 217-219.
Abdünnâfi İffet, en-Nef‘u’l-muavvel, İstanbul 1290, II, 190-191.
Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥât, Bağdad 1402/1983, I, 83-86, 103-105; II, 295-298; III, 266, 324-325.
Şürûḥu’t-Telḫîṣ, Beyrut, ts. (Dârü’s-sürûr), IV, 397-400.
Besyûnî Abdülfettâh Besyûnî, ʿİlmü’l-bedîʿ, Kahire 1407/1987, s. 135-137.