İ‘LÂMÜ’l-MUVAKKIÎN - TDV İslâm Ansiklopedisi

İ‘LÂMÜ’l-MUVAKKIÎN

إعلام الموقّعين
Müellif: H. YUNUS APAYDIN
İ‘LÂMÜ’l-MUVAKKIÎN
Müellif: H. YUNUS APAYDIN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2000
Erişim Tarihi: 05.11.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/ilamul-muvakkiin
H. YUNUS APAYDIN, "İ‘LÂMÜ’l-MUVAKKIÎN", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/ilamul-muvakkiin (05.11.2024).
Kopyalama metni

Müellif, çoğu eserinde olduğu gibi bu eserinin de önsözünde isminden söz etmez. Çağdaş yazarların büyük bir kısmı kitabın adını İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn ʿan rabbi’l-ʿâlemîn, bazısı da Aʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn ʿan rabbi’l-ʿâlemîn şeklinde okur. Eserde fetvanın mahiyetine dair birçok defa tekrarlanan “et-teblîğ anillâh ve resûlih” ve “el-fehm anillâh ve resûlih” (I, 10, 207) gibi ifadeler, adının “i‘lâm” olarak okunmasının mümkün olduğunu gösterirken yine kitabın muhtevasının Allah ve resulünden bildirimde bulunacak, onlar adına söz söyleyecek kişilerin özellik ve niteliklerine dair olması ve bilhassa Selef âlimlerinin görüşlerine yer verilmesi de “a‘lâm” şeklindeki okuyuşa imkân vermektedir. Özellikle Suriye bölgesinde fetvanın genelde “tevkī‘ anillâh” olarak tanımlandığı dikkate alınırsa (İbn Kayyim el-Cevziyye, et-Tibyân, s. 129; İbnü’s-Salâh, I, 7) “muvakkı‘” sözünün müftü yerine kullanıldığı söylenebilir. Bu durumda birinci okuyuşa göre anlam “müftülerin Allah adına bildirimde bulunması”, ikinci okuyuşa göre de “Allah adına fetva verenlerin özellikleri” veya “Allah adına fetva verenlerin ileri gelenleri” olur (eserin ismine ilişkin bir değerlendirme için bk. Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, s. 209-217). Birinci şekil okuyuş daha yaygın olsa da İbn Kayyim’in “mansıbü’t-tevkī‘ anillâh” ve “ellezî intesabe li’t-tevkī‘ anillâh” gibi ifadeleri (İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, I, 10, 11; II, 249), ayrıca öğrencisi Safedî’nin eserin ismini Meʿâlimü’l-muvaḳḳıʿîn olarak vermesi (el-Vâfî, II, 271) ve kendisinin de bazı eserlerinde bu kitabına Meʿâlim diye atıfta bulunması (İġās̱etü’l-lehfân, I, 29; et-Tibyân, s. 145; el-Fevâʾid, s. 16) kitabın adının “a‘lâm” şeklinde okunmasını desteklemektedir.

Müellifin üstadı İbn Teymiyye’den bahsederken “rahimehullah, kaddesellāhu rûhahû” gibi ifadeler kullanmasından hareketle (İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, IV, 207, 232, 238) onun ölümünden (728/1328) sonra yazıldığı anlaşılan kitap Hz. Peygamber’e uymanın, onu sevmenin gerekliliğini, Allah’a ve cennete ulaşan tek yolun bundan ibaret bulunduğunu belirten bir mukaddime ile başlar. Ardından en şerefli ilmin tevhid ilmi, en yararlı ilmin de fıkıh olduğu ve bu iki ilmin sadece Resûl-i Ekrem’den alınacağı belirtilir. Kitabın geri kalan kısmı da büyük ölçüde Hz. Peygamber’den ilim alma işinin keyfiyet ve şartlarına dairdir.

İbn Kayyim, Resûlullah’tan bilgi almanın doğrudan ve aracı kanalıyla olmak üzere iki usulünün bulunduğundan söz ederek Hz. Peygamber’den doğrudan alan ve ümmetin en fakihleri olan sahâbîlerin senedinin “an nebiyyihim an Cibrîl an rabbi’l-âlemîn” şeklindeki âlî ve sahih bir sened olduğunu, bunların aldıkları bilgileri tâbiîlere aktardıklarını, tâbiînin de aynı şekilde davrandığını ve IV. (X.) asra (nesil) kadar işin böylece devam ettiğini belirtir. Daha sonra gelenler hakkında Kur’an’ın yahudilere ve diğer din mensuplarına yönelttiği eleştiriyi (el-En‘âm 6/159; er-Rûm 30/32) hatırlatır tarzda şu değerlendirmeyi yapar: “Dördüncü asırdan sonra gelenler dinlerini bölüp parçalara ayırdılar ve mezhep taassubunu, davranışlarını kendisine göre belirledikleri diyanetleri ve ticaret yaptıkları sermayeleri haline getirdiler. Bunların ardından gelenler ise sırf taklidle yetindiler” (a.g.e., I, 5-8).

Müellif eserinde hadis hâfızlarının Resûl-i Ekrem’in söylediği lafızları, fakihlerin ise bu lafızların anlamını tebliğ ettiğini belirttikten sonra Allah ve resulünden tebliğde bulunanlarda mevcut olması gereken şartlar üzerinde durur. Allah’tan ilk tebliğde bulunanın Hz. Peygamber, ardından sahâbe ve tâbiîn müftüleri olduğunu ifade eden İbn Kayyim bölgelere göre bunlardan ilim alan kişilerin isimlerini zikreder; daha sonra da Ehl-i sünnet’in imamı diye nitelediği Ahmed b. Hanbel’in fetvalarının dayandığı esasları anlatır (I, 29-32). Kıyasın zaruret durumuna hasredilmesini gerekçelendirme sadedinde Selef’in fetva vermekten kaçınmasına dair örnekler verip iftâ ve kazâ arasındaki farklara temas eder ve re’y konusunda geniş açıklamalar yapar (I, 47-85). Kitabın buraya kadar olan kısmı büyük ölçüde sahâbe, tâbiîn ve müctehid imamların tavrını ortaya koyarak mezheplerin oluşup taklidin yerleşmesine kadar uzanan sürecin tasvirine dairdir. Hz. Ömer’in Ebû Mûsâ’ya yazdığı, yargılama konusunda ilk ve en önemli yazılı belge sayılan mektubun metnini nakledip şerhetmesi de (I, 86; II, 183) övülen re’yi örneklendirme ve kıyas bahsine açıklık getirme amacını taşır. Bu arada kıyas çeşitlerinin arkasından Kur’an’da mesel konusunda verdiği bilgiler (I, 150-190), Saîd b. Muhammed Nemîr el-Hatîb’in el-Ems̱âl fi’l-Ḳurʾân adıyla tahkik edip İbn Kayyim’e ait bir eser olarak neşrettiği (Beyrut 1983) kitabın muhtevasıyla aynıdır. Nâşirin el-Ems̱âl’in ayrı bir kitap olduğuna dair açıklaması doğru kabul edilirse eserin muhtevasının müellif tarafından buraya sonradan dercedildiği sonucu çıkar. İbn Kayyim’in kıyasa dair verdiği bilgiler, “lafızcılar” diye nitelediği Zâhirîler’le “anlamcılar” diye nitelediği ehl-i re’ye yönelttiği eleştiriler, kitabının en önemli fasılları olarak tanıttığı kıyas-nas ilişkisi (I, 350-383) ve şer‘in bütün naslarının kıyasa uygunluğu tezi (II, 3-184) onun ve hocası İbn Teymiyye’nin bu konudaki teorisinin özeti mahiyetindedir. II. cildin baş tarafında (s. 3-57) verdiği bilgiler ve örnekler, İbn Teymiyye’nin Risâle fi’l-ḳıyâs adıyla neşredilen (Beyrut 1975) kitabının muhtevasıyla aynıdır. Esasen İbn Kayyim buradaki bilgilerin, kıyasa aykırı şekilde hükmün sabit olup olmayacağına dair İbn Teymiyye’ye sorduğu sorulara onun verdiği cevapların yine kendisinin söz ve yazısıyla aktarılmış şekli olduğunu belirtmektedir. Bunun ardından aynı konuya ilişkin olarak verdiği örnekler de İbn Teymiyye’nin kitabıyla birlikte Fuṣûl fi’l-ḳıyâs adıyla ayrıca basılmıştır.

Eserde Hz. Ömer’in mektubunun açıklamasından sonra “bilgisiz fetva vermenin haramlığı” başlığı altında taklid konusu ele alınır, bazı hallerde taklidin câiz hatta vâcip olabileceği belirtilip taklidin kural olarak câiz görülmediği vurgulanır, taklid ve taassubun eleştirisi yapılır ve nas merkezli bir düşünce önerilir (II, 184-425). Eserin bu kısmı Risâletü’t-taḳlîd adıyla ayrıca neşredilmiştir (nşr. Muhammed Afîfî, Riyad 1983).

III. ciltte müellif “zaman, mekân, ahvâl, niyet ve âdetlerin değişmesiyle fetvanın değişeceği” başlığı altında dinî ahkâmın, kulların dünya ve âhiret maslahatlarına dayalı olmasından hareketle önceki fetvaların bu esasa göre değişmesi gerektiği üzerinde durur. Ardından Leys b. Sa‘d’ın İmam Mâlik’e mektubunu zikrederek (III, 83-88) kasıt-lafız ilişkisi konusunu ele alır ve aralarında gözettiği bağlantı sebebiyle sedd-i zerîaya temas eder (III, 94-159); buradan da “Allah’ı kandırmaya çalışmak” olarak nitelediği hiyel konusuna geçer (III, 159-403; IV, 3-117). Çağdaş müelliflerden M. Saîd Ramazan el-Bûtî, İbn Kayyim’i genel olarak yazdığı konularda yeterince titiz davranmamakla itham etmesinin yanı sıra gerek kasıt ve niyetin akid ve amellere etkisinde gerekse hiyel konusundaki görüşlerinde çelişkili ve tutarsız olduğunu ileri sürmektedir (Ḍavâbiṭü’l-maṣlaḥa, s. 295, 301, 302, 303, 321).

Son olarak İbn Kayyim, Selefî eserler ve sahâbe fetvalarıyla fetva vermenin câizliği konusuna temas eder (IV, 118-156); fetvanın şartlarına ve mahiyetine ilişkin bilgiler verir (IV, 157-266); bu arada te’vilin zararlarından söz eder (IV, 245-254). Müellif kitabını Hz. Peygamber’in fetvalarından örneklerle bitirir. Resûl-i Ekrem’in fetvalarına dair bu kısım (IV, 266-414), Mustafa Âşûr (Kahire 1980) ve Süleyman Selîm el-Bevvâb (Dımaşk-Beyrut 1984) tarafından Fetâvâ Resûlillâh, Abdülkādir el-Arnaût tarafından Fetâvâ İmâmi’l-müftîn ve Resûli rabbi’l-ʿâlemîn (Riyad 1418/1997) adıyla müstakil olarak da yayımlanmıştır.

Kitap, belirgin bir şekilde re’y ve ictihad karşısında muhafazakâr davranıp nassı aşmamaya itina gösteren Hanbelî usul anlayışını, bu mezhebin tatbikatından ve özellikle Ahmed b. Hanbel’in fetvalarından birçok örnekle destekleyerek takdim etmesi bakımından genel hatlarıyla Hanbelî mezhebinin usuldeki temayülünü temsil etmekle birlikte bir Hanbelî usulü olmadığı bir yana teknik anlamda bir fıkıh usulü kitabı olduğunu söylemek bile zordur. İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn’in fetva âdâbına dair bir eser olduğu görüşü de (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî, neşredenin girişi, I, 9) isabetli değildir. Kitabın, yeterince sistematik olmayan “mezhepler üstü” ya da “Selefî” diye nitelenebilecek bir metodoloji denemesi veya metodolojik yaklaşımın dayanacağı genel prensipler (Selefî metodolojinin esasları) üzerinde duran bir eser olarak değerlendirilmesi daha uygundur. Kitapta rüya tabiri, sıfat meselesi, kader meselesi, kabir ahvâli ve te’vil gibi doğrudan usulle ilgili olmayan birçok konuya yer verilerek bunların Selef’in bakış açısı doğrultusunda ele alınması, yine bir kavramın Selef’in dilindeki kullanımıyla sonradan kavuştuğu terim anlamındaki kullanımı arasındaki farka dikkat etmemenin ve Kur’an’ı sonraki terminolojiye göre anlamanın doğurduğu sakıncalar üzerinde durulması bu tesbiti desteklemektedir.

Kitap, sistematik bütünlük ve mantıkî tutarlılık açısından tenkide açık bir görünüm arzetmekte, bu da eserin belli bir süre içinde yazılmayıp âdeta değişik zamanlarda kaleme alınan parçaların birleştirilmesiyle meydana gelmiş bir derleme olduğu izlenimini vermektedir. Bu durum biraz da kitabın istitrat usulüyle yazılmış olmasından kaynaklanmaktadır.

İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn önce Delhi’de (I-II, 1298, 1313-1314) ve Kahire’de (I-III, 1325/1907, Ḥâdi’l-ervâḥ ile birlikte) basılmış, Selefî-Hanbelî düşünceye karşı ilginin arttığı ve bu yönde resmî politikaların hız kazandığı yakın dönemde de dört cilt halinde birçok yeni neşri ve bunların müteaddit baskıları gerçekleştirilmiştir (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd, Kahire 1374/1955; nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d, Kahire 1968; Beyrut 1973; nşr. Abdurrahman el-Vekîl, Kahire 1389/1969; nşr. Abdülkerîm İbrâhim el-Garbâvî, Kahire 1970; nşr. Muhammed Abdüsselâm İbrâhim, Beyrut 1411/1991, 1414/1993; nşr. İsâmüddin es-Sabâbatî, Kahire 1414/1993; nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî, Beyrut 1416/1995, 1418/1998). Yine bu sürecin sonucu olarak kitabın değişik bölümlerinin müstakil eserler halinde neşrinin yanı sıra (yk.bk.) Muhammed b. Sâlih el-Useymîn’in Muḫtârât min Aʿlâmi’l-muvaḳḳıʿîn adlı çalışmasında olduğu gibi (Riyad 1412/1992) eserden seçmeler de yapılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn (nşr. Tâhâ Abdürraûf Sa‘d), Beyrut 1968, I-IV; a.e. (nşr. Muhammed el-Mu‘tasım-Billâh el-Bağdâdî), Beyrut 1418/1998, neşredenin girişi, I, 5-12.

a.mlf., İġās̱etü’l-lehfân (nşr. Muhammed Seyyid Kîlânî), Kahire 1381/1961, I, 29.

a.mlf., et-Tibyân fî aḳsâmi’l-Ḳurʾân (nşr. Tâhâ Yûsuf Şâhin), Beyrut 1402/1982, s. 129, 145.

a.mlf., el-Fevâʾid, Beyrut 1406/1986, s. 16.

İbnü’s-Salâh, Edebü’l-müftî ve’l-müsteftî (Fetâvâ ve mesâʾilü İbni’ṣ-Ṣalâḥ içinde, nşr. Abdülmu‘tî Emîn Kal‘acî), Beyrut 1406/1986, I, 7.

, II, 271.

, I, 223.

, II, 126.

Bûtî, Ḍavâbiṭü’l-maṣlaḥa fi’ş-şerîʿati’l-İslâmiyye, Dımaşk 1386-87/1966-67, s. 295, 301, 302, 303, 321.

Bekir b. Abdullah Ebû Zeyd, İbn Ḳayyim el-Cevziyye, Riyad 1416, s. 209-217.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 73-75 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER