https://islamansiklopedisi.org.tr/islahi-emin-ahsen
Hindistan’ın A‘zamgarh şehrine bağlı Bumhor köyünde doğdu. İlk öğrenimini burada tamamladı. 1914’te aynı şehre bağlı Sarây-ı Mîr’de Medresetü’l-ıslâh’a kaydoldu ve bu okuldan 1922’de mezun oldu. Zekâsı, güzel konuşma ve güzel yazı yazma kabiliyetiyle dikkat çeken Islâhî, hocası Abdurrahman Niğrâmî tarafından tahsilini devam ettirmesi yönünde teşvik edildi. Uttar Pradeş eyaletinde yayımlanan Medîne ve Saç gibi bazı dergilerde üç yıl kadar yöneticilik yaptı ve yazılar yazdı. 1925’te dönemin meşhur âlimlerinden Hamîdüddin Ferâhî’nin Sarây-ı Mîr’de başlattığı derslerine devam ederek tefsir, fıkıh, felsefe ve siyaset okudu; vefatına kadar (1930) onun yanında bulundu. Bir yandan da Medresetü’l-ıslâh’ta hocalık yaptı. Sünenü’t-Tirmiẕî şerhi Tuḥfetü’l-aḥveẕî’nin müellifi olan Mübârekpûrî’den hadis ve hadis usulü okuyarak icâzet aldı. Daha sonra A‘zamgarh’a dönüp el-Iṣlâḥ adıyla bir dergi çıkardı (1936-1939).
Islâhî, 1941 yılında Mevdûdî’nin önderliğinde kurulan Cemâat-i İslâmî adlı teşkilâtın kurucuları arasında yer aldı. Teşkilâtta başkan yardımcısı ve Meclis-i Şûrâ üyesi oldu. 1943’te Sarây-ı Mîr’den Doğu Pencap’taki Patankot’a (Pathankod) bağlı Dârülislâm’a giderek faaliyetlerini burada sürdürdü. Pakistan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasından sonra Cemâat-i İslâmî’nin merkeziyle birlikte kendisi de Lahor’a taşındı. Pakistan’da İslâm’a zarar verdikleri gerekçesiyle Kādiyânîler’e karşı 1953’te başlatılan harekette önemli rol oynadı. Ancak ülkede kamu düzenini bozdukları gerekçesiyle bu harekete katılan pek çok âlim ve fikir adamıyla birlikte Islâhî de yargılandı ve bir buçuk yıl hapse mahkûm oldu. Hapisten çıktıktan sonra Cemâat-i İslâmî’deki görevine döndü. Teşkilâtın hangi faaliyetlere öncelik vermesi gerektiği hususunda hareketin liderleri arasında çıkan ihtilâfta Islâhî daha ziyade toplumun ıslahı için mücadele verilmesini, Mevdûdî ise siyasî faaliyet gösterilmesini savunuyordu. Cemâat-i İslâmî’nin bütün üyelerinin katılımıyla yapılan toplantıda alınan kararları benimsemeyen Islâhî, Ocak 1958’de bazı arkadaşlarıyla birlikte Cemâat-i İslâmî’den ayrıldı. Aynı yıl hacca gitti.
Islâhî Cemâat-i İslâmî’den ayrıldıktan sonra tamamen ilmî ve fikrî çalışmalara yöneldi. Bu arada Tanzîm-i İslâmî adıyla siyasî faaliyetlere yer vermeyen bir teşkilât kurdu (1958). Tefsire dair eserini yazmaya ve özel dersler vermeye başladı. Kurduğu derneğin yayın organı olarak Haziran 1959’dan itibaren Mîs̱âḳ dergisini çıkardı. Derginin ilk sayılarında Mevdûdî’nin siyaset anlayışını eleştirdi (Maḳālât-ı Iṣlâḥî, I, 79-120). Tanınmış bir gazeteci olan oğlu Ebû Sâlih’in Mısır’da uçak kazasında ölmesi üzerine dersleri tatil etti (1965). Tanzîm-i İslâm’ın ve derginin yönetimini Dr. İsrâr Ahmed’e bıraktı (1966). Bütün mesaisini tefsir çalışmalarına tahsis edebilmek için 1973 yılı başında Lahor’dan ayrılıp Şeyhopûr’a bağlı Rahmânâbâd köyüne yerleşti. 1979’da ise Lahor’a geri döndü ve 1980’de tefsirini tamamladı. Bu defa hadis üzerinde çalışmaya ağırlık verdi. Bu amaçla Kasım 1980’de İdâre-i Tedebbür-i Kur’ân u Hadîs adlı bir merkez kurdu ve bu merkezin yayın organı olarak Tedebbür dergisini çıkarmaya başladı (1981). Bir yandan da yetişkin öğrencilere hadis dersleri veriyordu. 1993’ten itibaren sağlığı bozulduğu için derslerine son vermek zorunda kaldı. Islâhî 15 Aralık 1997’de Lahor’da vefat etti.
Toplumun ıslahı ve müslümanların fikrî seviyesinin yükseltilmesi Islâhî’nin değişmez amacı olmuş, bu sebeple aktif siyasetin dışında kalmaya çalışmıştır. Cemâat-i İslâmî’nin itibarlı bir üyesi olarak faaliyet gösterdiği dönemde kaleme aldığı Daʿvet-i Dîn aor Us ka Ṭarîḳ-i Kâr, İslâmî Riyâset meyn Fıḳhî İḫtilâfât ka Ḥal ve İslâmî Muʿâşere meyn ʿAvrat ka Maḳām gibi eserlerinde fert ve toplumun ıslahıyla ilgili meselelerin çözümünde uyulacak İslâmî kuralları göstermiş, özellikle İslâm’ın şûra anlayışının önemini vurgulamıştır. Islâhî, gerek Eyyûb Han gerek Zülfikar Ali Butto ve gerekse Ziyâülhak’tan gelen çeşitli teklif ve ödülleri kabul etmemiş, bölge âlimlerinin pek çoğunun içine düştüğü ifrat ve tefritten özenle kaçınmıştır. Kur’an’ın anlaşılması konusuna önem veren Islâhî, Mebâdi-i Tedebbür-i Ḳurʾân adlı kitabında Kur’an’ın tefsiriyle ilgili düşüncelerini açıklamış, yazdığı tefsirinde bunları uygulamıştır. Bu eserinde Islâhî iyi niyetli olmayı, Kur’an’ı yüce bir kelâm olarak kabullenmeyi, onun getirdiği prensiplere göre değişimi benimsemeyi, üzerinde derinliğine düşünmeyi ve Allah’a teslimiyeti Kur’an’ı anlayabilmenin ön şartları olarak ileri sürerken Kur’an’ın kendi kendisini tefsir etmesinden, dilinden ve nazmından yararlanmayı onu anlamanın dâhilî vasıtaları; mütevâtir ve meşhur sünneti, diğer hadisleri, sahâbe sözlerini, sebeb-i nüzûlü, tefsirleri, semavî kitapları ve İslâm öncesi Arap tarihini bilmeyi de hâricî vasıtaları arasında saymıştır. Islâhî, hocası Hamîdüddin Ferâhî gibi nazım prensibi üzerinde fazlaca durmuş ve bunu daha da geliştirerek tefsirinde uygulamıştır. Buna göre eserinde âyetler arası münasebeti gösterdikten başka birbirini muhtelif açılardan tamamladığını ileri sürdüğü sûreleri önce kendi aralarında ikişer ikişer eşleştirmiş, daha sonra bu ikili grupları bir araya getirerek bütün Kur’an’ı kapsayacak şekilde yedi ana gruba ayırmıştır. Bu gruplardan her biri bir veya daha fazla Mekkî sûre ile başlamakta ve en az bir Medenî sûre ile sona ermektedir. Ancak Kur’an’ın dört sûresi (el-Fâtiha, en-Nûr, el-Ahzâb, el-Hucurât) yedi gruptan hiçbirinde yer almaz. Çünkü Fâtiha sûresi Kur’an için bir önsöz mahiyetinde iken diğerleri öteki grup ve sûrelerin tamamlayıcısı durumundadır. Islâhî, sûrelerin kendi aralarında gruplar oluşturması düşüncesine delil olarak Hicr (15/87) ve Zümer (39/23) sûrelerindeki âyetleri göstermiş olup bu âyetlerde yer alan “mesânî” kelimesi “ikişer” anlamına gelen “mesnâ” kelimesinin çoğuludur ve âyetlerin meâlleri buna göre düzenlendiğinde ikili ve yedili sistem kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu sistem ilim çevrelerinde ilgi uyandırmış, Müstansır Mîr, Tedebbür-i Ḳurʾân’daki nazm prensibi üzerine Michigan Üniversitesi’nde hazırladığı doktora çalışmasında (1983) bir faraziye de olsa Islâhî’nin bu prensibi uygulamada büyük ölçüde başarılı olduğunu ifade etmiştir (Coherence in the Qur’ān, s. 102).
Hadis ilminin önemi üzerinde duran Islâhî, kabul-red ve dinde hüccet olma bakımından sünnetle hadisin birbirinden farklı olduğunu ileri sürer. Ona göre hadis Resûlullah’ın söz, fiil ve takrirlerinin rivayeti, sünnet ise onun yaşayarak veya söyleyerek insanlara öğrettiği İslâm’ın yine yaşanarak günümüze kadar gelen şeklidir. Tarihin bir döneminde sünnetin yazılı hale gelmiş olması onun yaşanarak intikal eden özelliğini değiştirmez. Islâhî, bir konuda sünnetin birden fazla olabileceğini ve bunun için Resûl-i Ekrem’in hayatında pek çok örneğin bulunduğunu söyler. Ona göre Kur’an’ı yeterli görüp sünneti inkâr edenler aslında çelişkiye düşerek Kur’an’ı da inkâr etmektedirler. Çünkü sünnet de Kur’an gibi aynı kişilerin rivayetiyle bize kadar gelmiştir (Mebâdi-i Tedebbür-i Ḥadîs̱, s. 15, 24-32).
Islâhî, Pakistan’da İslâm hukukunun kamu yönetimi esaslarının belirlenmesi ve bunların kanunlaştırılması amacıyla yapılan çalışmalara önemli katkılarda bulunmuştur. Anayasanın ilkelerini belirlemek için 1956’da oluşturulan İslâm Hukuku Komisyonu’na (Islamic Law Commission) üye olarak alınmış ve burada iki yıl görev yapmıştır. Ziyâülhak da kendisinden, İslâm hukukunun kanunlaştırılması çalışmalarını yürütmek için kurulan İslâm Düşüncesi Konseyi’ne (Council of Islamic Ideology) üye olmasını istemiş, ancak sağlık durumunu gerekçe göstererek bunu kabul etmemiştir (Islamic Law, s. VIII). İslâm devletinde kanunların hazırlanmasında mezhep farklılığının doğuracağı problemlerin tartışılması ve bazı zorluklar ileri sürülerek devletin laik olmasının istenmesi üzerine İslâmî Riyâset ve İslâmî Riyâset meyn Fıḳhî İḫtilâfât ka Ḥal adlı eserlerinde bu konunun çözümünün mümkün olduğunu ileri sürmüş, İslâmî Ḳānûn ki Tedvîn adlı eserinde meseleyi ele alarak ilginç görüşler ortaya koymuştur (a.g.e., s. VIII-XII).
Islâhî, tasavvufî yapılanma içerisinde bulunduğunu iddia ettiği İslâm dışı unsurların tesiriyle oluşan nefis tezkiyesi usullerine karşı çıkmış, Kur’an ve Sünnet’e dayalı, fert ve toplumu hareketli unsurlar olarak dikkate alan bir usul önermiştir. Ona göre mutasavvıflar kişiyi toplum ve çevresinden soyutlayıp köşesine çekilmiş olarak düşünmekte ve bu çerçevede bir nefis tezkiyesi önermektedir. Halbuki insan, gerek ferdî gerekse içtimaî hayatında vazifelerini ihmal etmeksizin nefsini tezkiye edip, kendini yetiştirebilir (Tezkiye-i Nefs, I, 10-14; II, 9-10).
Islâhî’nin diğer bir ilgi alanı da felsefedir. Öğrencilik yıllarından itibaren bu konudaki belli başlı eserleri incelemiş, Batı felsefesi ve onun kendi ülkesindeki uzantıları üzerinde düşünmüştür. Ona göre felsefe müslüman âlimlerin önem vermesi gereken bir ilim dalıdır. Sonradan kitap halinde yayımlanan konuşma ve makalelerinde Tanrı, insan, hayır ve şer, cebir ve ihtiyar, âhiret, vahiy ve peygamberlik konularında eski ve yeni felsefecilerin görüşlerini ele alarak İslâm’la çatışan yönlerine işaret etmiştir. Kur’an, sünnet, hadis, tasavvuf ve mezhepler konusundaki düşünceleri bir bütün olarak değerlendirildiğinde onun gelenekçilerle modernistler arasında bir yerde, fakat gelenekçilere daha yakın konumda bir ilim adamı olduğu görülür.
Eserleri. 1. Tedebbür-i Ḳurʾân (I-VIII, Lahor 1967-1980). Islâhî’nin 1940’lı yıllarda yazmayı tasarladığı, telif plan ve ilkelerini 1953’te ortaya koyduğu, yazımını 1958-1980 yılları arasında gerçekleştirdiği tefsiridir. Ona göre bu eser kendisinin kırk, hocası Hamîdüddin Ferâhî’nin ise otuz-otuz beş yıllık emeğinin ürünüdür. Tefsirde âyetler, sûreler ve sûre grupları arasındaki ilgi gösterilirken söz uzatılmamış, daha önce açıklanan bir konuya gönderme yapılarak tekrarlardan kaçınılmış ve üslûbun akıcı olmasına özen gösterilmiştir. İlmî bir tefsir olmasına rağmen Pakistan ve Hindistan’da halk arasında büyük ilgi uyandıran eserden Tefhîmü’l-Ḳurʾân adlı tefsirin yazarı Mevdûdî gibi pek çok âlim etkilenmiştir (Birışık, s. 267). Eserin Lahor’da gerçekleştirilen sekiz ciltlik ilk iki baskısının ardından üçüncü (Lahor 1983) ve daha sonraki baskıları dokuz cilt halinde neşredilmiştir. Tefsir üzerinde üç yüksek lisans, bir doktora çalışması yapılmış, doktora tezinde ağırlıklı olarak nazım prensibi incelenmiştir (a.g.e., s. 268).
2. Mebâdi-i Tedebbür-i Ḳurʾân (Lahor 1969). Islâhî’nin 1936-1939 yılları arasında el-Iṣlâḥ dergisinde yazdığı makalelerden ve bunlara eklenen bazı yeni yazılardan oluşan eserde Kur’an’ın anlaşılması ve tefsir edilmesi için gereken şartlar ve metotlar açıklanmıştır. Hindistan’da yapılan ilk baskısından sonra kitap gözden geçirilerek yeniden yayımlanmış (Lahor 1991), İngilizce’ye de tercüme edilmiştir.
3. Mebâdi-i Tedebbür-i Ḥadîs̱ (Lahor 1989).
4. Ḥaḳīḳat-ı Şirk ü Tevḥîd (Lahor 1973, 1989, 1991). Kelâmcıların İslâm dininin temel inanç konularını açıklarken Yunan mantık ve ilâhiyatına dayanmasına tepki olarak kaleme alındığı anlaşılan, risâlet ve meâd konularının da ele alınacağı bir serinin ilk kitabı olan eserde şirk ve tevhid bahisleri genişçe işlenmiş, aykırı görüşler tenkit edilmiştir. Serinin diğer kitapları yazılamamıştır.
5. Felsefey key Bünyâdî Mesâʾil Ḳurʾân-ı Ḥakîm ki Rôşnî meyn (Lahor 1991). Din ve felsefenin ortak ilgi alanına giren konuların Kur’ân-ı Kerîm’in ışığında tahlil edildiği bir çalışma olup İngilizce’ye de çevrilmiştir (Lahor 1992).
6. Tezkiye-i Nefs. Kur’an ve Sünnet’e göre nefis tezkiyesinin yollarını gösteren kitabın önce ilk cildi yayımlanmış (Lahor 1957, 1961, 1989), daha sonra II. cildi neşredilmiştir (Lahor 1989, 1991). Eser İngilizce’ye de tercüme edilmiştir.
7. Daʿvet-i Dîn aor Us ka Ṭarîḳ-i Kâr (Lahor 1951, 1991 [3. bs.]). Cemâat-i İslâmî’nin kuruluşunun ardından yazılan eserde peygamberlerin davet şekilleri ve davet esnasında karşılaştıkları problemleri nasıl aştıkları gibi konular işlenmiştir.
8. Tefhîm-i Dîn (Lahor 1992). 1959 yılından itibaren Mîs̱âḳ dergisinde yayımlanan makalelerden ve okuyucu mektuplarına verilen cevaplardan oluşan eser Kur’an, hadis, dinin anlamı, İslâm toplum düzeni ve millî konularla ilgili beş bölümden meydana gelmektedir.
9. İslâmî Ḳānûn ki Tedvîn (Lahor 1976 [2. bs.], 1991). Pakistan’da İslâm hukukunun kanunlaştırılmasının tartışıldığı günlerde çeşitli yerlerde verilen konferans ve seminer notlarından oluşan bir eserdir. Kitap S. A. Rauf tarafından Islamic Law: Concept and Codification adıyla İngilizce’ye çevrilerek yayımlanmıştır (Lahore 1979).
10. İslâmî Riyâset meyn Fıḳhî İḫtilâfât ka Ḥal (Lahor 1982, 1991). İslâm devletinde ortaya çıkan hukukî ihtilâfların çözümü konusundaki tarihî bilgilerin değerlendirildiği, geleceğe yönelik önerileri de ihtiva eden eser İngilizce’ye de tercüme edilmiştir.
11. İslâmî Muʿâşere meyn ʿAvrat ka Maḳām (Lahor 1950, 1988, 1992). Müellifin hapiste iken kaleme aldığı eserde kadınların ferdî, içtimaî ve siyasî hayatta başarılı olabilmeleri için uyulması gereken kurallar ele alınmaktadır.
12. Maḳālât-ı Iṣlâḥî (Lahor 1991). Müellifin Cemâat-i İslâmî’den ayrıldıktan sonra yazdığı makalelerden oluşan kitap dört bölümden meydana gelmekte olup birinci bölümde Resûlullah’ın “üsve-i hasene” olmasının anlamı açıklanmış, ikinci ve üçüncü bölümlerde Cemâat-i İslâmî’den ayrılmasının sebepleri, dinde basîretli davranmanın önemi ve toplumun ıslahında uygulanacak metotlar işlenmiş, dördüncü bölümde Batı medeniyetinin geliştirdiği bilim ve felsefeye karşı tedirginlik duymanın tesirleri üzerinde durulmuştur.
Islâhî’nin diğer eserleri şunlardır: Ḥaḳīḳat-ı Namâz (Aligarh 1985; Lahor 1989); Ḥaḳīḳat-ı Taḳvâ (Lahor [?]); İslâmî Riyâset (Lahor [?]); Ḳurʾân meyn Purdey key Aḥkâm (Lahor 1982, 1991); Tenḳīdât (Lahor [?]); Tavżîḥât (Lahor[?]). Islâhî ayrıca hocası Hamîdüddin Ferâhî’nin on dört sûreyi içeren tefsiri Niẓâmü’l-Ḳurʾân’ı (Lahor 1985, 1991; A‘zamgarh 1990) ve diğer iki eserini Urduca’ya tercüme ederek yayımlamıştır (DİA, XV, 478). Cemâat-i İslâmî tarafından sekiz cilt olarak yayımlanan zabıtlarda Islâhî’ye ait çok sayıda konuşma ve yazı yer almakta olup bunların ancak bir kısmı kitaplarına yansımıştır. Onun notlar biçiminde Tedebbür dergisinde yayımlanan (1998) el-Muvaṭṭaʾ ve Ṣaḥîḥ-i Buḫârî şerhleri ise henüz kitap halinde neşredilmemiştir.
BİBLİYOGRAFYA
Amīn Ahsan Islāhī, Islamic Law: Concept and Codification (trc. S. A. Rauf), Lahore 1979, s. VIII-XII.
a.mlf., Mebâdi-i Tedebbür-i Ḥadîs̱, Lahor 1989, s. 13-15, 24-32.
a.mlf., Tezkiye-i Nefs, Lahor 1989-91, I, 10-14; II, 9-10.
a.mlf., Tedebbür-i Ḳurʾân, Lahor 1991-93; I, 7-42; V, 355; VI, 179; VII, 479.
a.mlf., “Cemâʿat-i İslâmî sey Alahadgi ki Bünyâdeyn”, Maḳālât-ı Iṣlâḥî, Lahor 1991, I, 51-249.
a.mlf., “Fehm-i Ḳurʾân key liye Çend Bünyâdî Uṣûl”, Tedebbür, sy. 2, Lahor 1981, s. 17-24; sy. 3 (1982), s. 13-18; sy. 4 (1983), s. 13-16; sy. 5 (1983), s. 13-16; sy. 6 (1983), s. 12-19.
M. Manzûr Nu‘mânî, Mevlânâ Mevdûdî key sâth Meyrî Refâḳat ki Sergüzeşt aor Ab Meyrâ Mevḳıf, Karaçi, ts. (Meclis-i Neşriyyât-ı İslâm), s. 46-49.
Mustansir Mir, Coherence in the Qur’ān: A Study of Islahī’s Concept of Nazm in Tadabbur-i Qur’ān, Indianapolis 1986, s. 8, 102.
a.mlf., “Islahi’s Concept of Sura-Pairs”, MW, LXXIII/1 (1983), s. 22-32.
a.mlf., “Comparative Study of a Few Verses in Islāhī and Other Scholars”, HI, VII/1 (1984), s. 25-36.
Abdülhamit Birışık, Hind Alt Kıtasında Urduca Tefsirler ve Ehl-i Kur’ân Ekolü (doktora tezi, 1996), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 265-281.
İsrâr Ahmed, “ʿAllâme Şiblî, Mevlânâ Ebü’l-Kelâm Âzâd, İmâm Ḥamîdüddin Ferâḥî aor Mevlânâ Emîn Aḥsen Iṣlâḥî-Ek Şaḫṣiyâtî Muvâzene”, Mîs̱âḳ, XXI/3, Lahor 1974, s. 23-26.
Hâlid Mes‘ûd, “İdâre-i Tedebbür-i Ḳurʾân u Ḥadîs̱”, Tedebbür, sy. 1, Lahor 1981, s. 3-11.
a.mlf., “İdâre ki Pîş Reft”, a.e., sy. 3 (1982), s. 3-4.
a.mlf., “Tedebbür-i Ḳurʾân ka Ek Kâbil-i Ḳadr Muṭâlaʿa”, a.e., sy. 8 (1983), s. 3-6.
a.mlf., “İdâre key Pânç Sâl”, a.e., sy. 15 (1985), s. 3-7.
a.mlf., “Çettey Ġurûb ki Sûretôn ka Naẓm”, a.e., sy. 18 (1986), s. 18-28.
a.mlf., “ʿİlm u ʿİrfân key Mâh-ı Kâmil ka Ġurûb”, a.e., sy. 59 (1998), s. 2-25.
Abdüllatîf A‘zâmî, “Urdu ki Ek Neî Tefsîr Tedebbür-i Ḳurʾân”, İslâm aor ʿAṣr-ı Cedîd, XIV/3, New Delhi 1982, s. 24-32.
Ubeydullah Ferâhî, “Teʿâruf u Tabṣıra: Thematic and Structural Coherence in the Qur’ān”, ʿUlûmü’l-Ḳurʾân, IV/2, Aligarh 1989, s. 120-131.
Atâürrahmân, “Mevlânâ Ferâḥî aor Mevlânâ Iṣlâḥî key Fikr-i Ḳurʾânî per Ek Naẓar”, Tedebbür, sy. 23, Lahor 1987, s. 42-48.
Ziyâeddin Islâhî, “Ḥikmet-i Ḳurʾân ka Şâriḥ”, a.e. (Emîn Ahsen Islâhî özel sayısı), sy. 60 (1998), s. 6-15.
Zaferü’l-İslâm Islâhî, “Câmiʿ-i Kemâlât Şaḫṣiyet”, a.e., sy. 60 (1998), s. 16-23.
Selim Kiyânî, “Fikr-i Ḳurʾânî ka Râzdân”, a.e., sy. 60 (1998), s. 24-30.
Mahbûb Sübhânî, “Dîde-i Bînâ”, a.e., sy. 60 (1998), s. 31-38.
Mansûrü’l-Hamîd, “Cemâʿat-i İslâmî sey Vaṣl u Faṣl ka Esbâb”, a.e., sy. 60 (1998), s. 45-58.
Khurshid Ahmad Nadeem, “Mawlānā Amīn Aḥsan Iṣlāhī: 1904-1997”, IS, XXXVII/1 (1998), s. 144-146.