https://islamansiklopedisi.org.tr/kiraat--namaz
Sözlükte “okumak” anlamına gelen ve Kur’an kelimesiyle kök birliğine sahip bulunan kırâat kelimesi, dinî ilimlerin değişik dallarında farklı terim anlamları kazanmış olsa bile genelde “Kur’an okuma” mânasında kullanılır. Bu yönüyle kıraat tilâvet ile eşanlamlıdır. Fıkıhta kıraat kelimesi, sözlükte ve dinî terminolojideki yaygın anlamlarıyla sıkça kullanılmasının yanı sıra namazda kıyamda iken onun bir rüknü (farz) olarak yerine getirilmesi gereken Kur’an okumayı ifade eden özel bir terim olmuştur.
Kur’an’da ibadet ve tefekkür amacıyla Kur’an okumayı konu alan çeşitli hüküm ve teşvikler yer alsa da (el-A‘râf 7/204; en-Nahl 16/98; el-İsrâ 17/45, 82, 106; Muhammed 47/24; el-Kamer 54/17; el-İnşikāk 84/21; el-Alak 96/1, 3) gece ibadetinden söz eden âyette (el-Müzzemmil 73/20) iki defa geçen, “Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun” âyetinin dolaylı atfı dışında namazda Kur’an okunmasını açıkça bildiren bir ifade bulunmaz. İbadetlerin ifasına ilişkin ayrıntılar Hz. Peygamber’in fiilî sünnetiyle belirlenmiş ve sonraki nesillere dinî hayatın canlı bir parçası olarak intikal ettirilmiş olduğundan namazda Kur’an okuma şartı Resûl-i Ekrem’in sözlü ve fiilî sünnetine dayanır. Fakihlerin bu konudaki farklı görüşleri kendilerine ulaşan rivayetlerin değerlendirilmesi ve yorumlanması sonucu ortaya çıkmıştır.
Kıraat namazı oluşturan ana unsurlardan biri olup iki rek‘atlı farz namazların, sünnet ve nâfile namazlarla vitir namazının her rek‘atında farzdır. Fıkıh mezhepleri bu konuda görüş birliği içindedir. Hanefîler, kıraatin üç ve dört rek‘atlı farz namazların herhangi iki rek‘atında yerine getirilmesinin farz, bunun ilk iki rek‘atta olmasını ise vâcip görürler. Bu namazların ilk iki rek‘atında kıraat şartı yerine getirildikten sonra üçüncü ve dördüncü rek‘atlarında kıraat Hanefî imamlarından gelen bir rivayete göre vâcip, diğer bir rivayete göre ise sünnettir. Ca‘ferîler’in görüşü de buna yakındır. Şâfiî ve Hanbelîler, böyle bir ayırım yapmayıp kıraati farz namazın üç ve dördüncü rek‘atında da farz (rükün) olarak kabul ederler. İmam Mâlik’ten biri bu istikamette, diğeri ise sabah namazı hariç diğer namazların bir rek‘atında unutularak kıraat terkedilmişse sehiv secdesi yapılarak namazın tam ve sahih olacağı şeklinde iki rivayet gelmiştir. Bu görüş ayrılığının pratik sonucu kıraatin terkedilmesi halinde namazın bozulmuş veya sehiv secdesiyle telâfi edilebilir olmasıdır. Teorik olarak ise özellikle Hanefîler’in kıraati, namazın asıl iskeletini oluşturan kıyam, rükû, secde ve son oturuşa göre ikincil derecede (zâid) bir rükün görmesidir. Cemaatle namazda imama uyan kimsenin kıraati terkedebilmesine karşılık diğerlerinin terkedilememesinin konuyla ilgisi bulunduğu gibi Hanefîler’in farz namazların iki rek‘atının dışında kıraati vâcip veya sünnet kabul etmeleri farz namazları iki rek‘at esası üzerine değerlendirmeleriyle de açıklanabilir. Seferde namazın kısaltılıp iki rek‘at olarak kılınması gerektiğindeki ısrarları da bu bakış açısının sonucudur.
Hanefî mezhebine göre namazda kıraatin farz olan miktarı Ebû Hanîfe’den bir rivayete göre en az bir âyettir. Ebû Hanîfe’den gelen bir diğer rivayete ve İmâmeyn’e göre ise kıraatin asgari miktarı üç kısa âyet veya buna denk bir uzun âyettir. İhtiyata uygun düştüğü için mezhepte bu son görüş ağırlık kazanmıştır. Namazda kıraat olarak Fâtiha sûresini okumak ise Hanefîler’e göre namazın rüknü değil vâcibidir (bk. FÂTİHA SÛRESİ). Ahmed b. Hanbel’den Hanefîler’in görüşü istikametinde bir görüş rivayet edilmekle birlikte üç mezhebe göre kıraatin asgari miktarı her rek‘atta Fâtiha sûresinin okunmasıdır.
İmama uyan kimsenin kıraat yükümlülüğü fakihler arasında önemli bir ihtilâf konusudur. Hanefîler’e göre kıraatin açıktan yapıldığı namazlarda da gizliden yapıldığı namazlarda da imamın kıraati yeterli olup ona uyan kimsenin kıraati mekruhtur. Diğer mezheplerde ise kıraat, imam ve yalnız başına kılan için olduğu gibi imama uyan için de geçerlidir. Ancak imama uyan kişi, kıraatin gizli yapıldığı namazda Fâtiha’yı ve ardından eklenecek bir sûreyi, açıktan kıraatli namazda ise Şâfiîler’e göre sadece Fâtiha’yı okur; Mâlikî ve Hanbelîler’e göre bir şey okumayıp yalnızca dinler. Ahmed b. Hanbel’e göre tercihen hem dinlemeli hem de imam ara verdiğinde okumalıdır.
Birinci rek‘atta iftitah tekbirinden sonra “Sübhâneke” duasını okumak sünnettir. Şâfiîler’e, Ca‘ferîler’e ve Hanbelî mezhebinde bir görüşe göre besmele Fâtiha sûresinden bir âyet sayıldığından besmelenin okunması da kıraat şartının bir parçası olarak gerekli iken Hanefîler’e ve Hanbelîler’de ikinci görüşe göre müstehap, Mâlikîler’e göre ise mekruhtur. Hanefîler’e göre farz namazların ilk iki rek‘atında, diğer namazların her rek‘atında Fâtiha’dan sonra Kur’an’dan kısa bir sûre veya buna denk düşen bir veya birkaç âyet (zamm-ı sûre) okumak vâcip, diğer mezheplere göre sünnettir. Hangi vakitte ve hangi tür namazda hangi sûreleri okumanın sünnet veya müstehap olduğu, rek‘atlarda okunan sûreler arası tertip gibi konularda fıkıh literatüründe sözü edilen tavsiye ve ayrıntılar kıraat şartına ilişkin olarak namazın sünnet ve âdâbıyla ilgili hususlardır. Meselâ Hanefî mezhebine göre başka sûreleri de aynı ölçüde iyi okuyabildiği halde belli bir veya birkaç sûreyi özellikle belirleyip zamm-ı sûre olarak sürekli onları okumak mekruhtur. Efdal olan Fâtiha’dan sonra bir sûreyi tam olarak okumaktır. Böyle yapamayan kişi bir sûreyi bölerek iki rek‘atta da okuyabilir. Sûrelerin Kur’an’daki tertibine riayet etmemek veya iki rek‘atta, aralarında bir sûre bulunan iki sûreyi okumak da mekruhtur. Bu son iki hüküm diğer mezhepler için de geçerlidir. Ayrıca bütün mezheplere göre ilk rek‘atta okunan sûrenin ikinci rek‘atta okunandan kısa olması da mekruhtur.
Namazda kıraat açıktan (cehrî) ve gizli (hafî) olmak üzere iki şekilde yapılır. Farz namazlardan sabah, akşam, yatsının ilk iki rek‘atında, cuma ve bayram namazlarında imamın kıraati açıktan yapması Hanefî mezhebine göre vâcip, diğer mezheplere göre sünnettir. Şâfiî ve Mâlikîler sabah, akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rek‘atında cehrî kıraati tek başına namaz kılan için de sünnet görürler. Açıktan kıraat başkalarının duyacağı bir sesle okumaktır. Hanefî mezhebinde kıraati açıktan okumanın en alt sınırı olarak imamın arkasındaki ilk safın duyabileceği ölçü belirlenmiştir. Gizli okumanın en alt sınırı dilin hareket etmesi, en üst sınırı ise sadece okuyanın kendisinin duymasıdır. Mâlikîler birinci, diğer mezhepler ise ikinci ölçüyü esas alırlar. Dil de hareket ettirilmeden kıraatin içinden ve sessiz okuma, zihninden tekrar etme şeklinde yapılması sözlükte de kıraat olarak adlandırılmadığından yeterli sayılmaz. Bu görüş İsrâ sûresinin 110. âyetiyle ve nüzûl sebebine dair yapılan rivayetle de desteklenir (Buhârî, “Tefsîr”, 17).
Namazda kıraat şartıyla ilgili önemli bir fıkhî tartışma, Kur’an’ın Arapça lafzı yerine bu lafızların meâlinin okunması halinde kıraat şartının yerine gelmiş olup olmayacağı konusunda ortaya çıkar. Tartışmanın, namazda Fâtiha’nın meâlinin Arapça dışında bir dille okunup okunamayacağı noktasında odaklanması Fâtiha’nın namazdaki kıraat şartını temsil etmesi sebebiyledir. Bunun için de Fâtiha’nın tercümesi konusunda ileri sürülen görüşler namazdaki kıraat şartını bütünüyle ilgilendirir. Bu konuda temel kural, namazda kıraatin ancak Kur’an’ın Arapça metninin okunması ile yerine getirilebileceği şeklindedir. Bununla birlikte Hanefîler’le cumhur arasında, gerek Kur’an’ın tanımında lafız ve mânanın hangi ölçüde vazgeçilmez unsur olduğu, gerekse namazda kıraat şartının diğer rükünlere nisbetle konumu konusunda belli bir görüş ayrılığı bulunduğundan Hanefî mezhebi Kur’an meâliyle kıraat konusuna kısmen farklı yaklaşır. Onların bir veya üç âyet okumakla kıraat şartını yerine gelmiş saymaları da bu anlayışlarının sonucudur. Ebû Hanîfe’ye göre dili dönenlerin, yani Arapça telaffuza güç yetirenlerin bile namazda Kur’an’ın kendi dillerindeki tercümesini okumaları halinde kıraat şartı yerine gelmiş olur. Ancak Kur’an asıl dilinden okunmadığı için bu mekruhtur. Ebû Hanîfe’nin bu görüşü mezhepte genel kabul görmemiş, İmâmeyn dahil Hanefî fakihleri, bu ruhsatı Arapça telaffuza güç yetiremeyenlerin geçici olarak kullanabileceği bir noktada tutmuşlardır. Buna göre dili dönmeyen veya ezberleyemeyen kimseler öğreninceye kadar namazda Kur’an’ı kendi dillerinden okuyabilirler. Diğer mezhepler ise bu kimseler için başka kolaylıklar ve imkânlar getirmiş, fakat namazda Kur’an’ın Arapça metninin okunması gerektiğinde, tercümenin kıraat olarak câiz olmadığında ısrar etmiştir (geniş bilgi için bk. FÂTİHA SÛRESİ; İBADET). Dilsizlerden kıraat farzının düştüğü konusunda ise görüş birliği vardır.
Kıraatin kural olarak ezberden yapılması gerekirse de Şâfiî ve Hanbelîler namazda mushafa bakarak okumayı câiz görür. Mâlikîler bunu farz namazlarda, Hanefîler’den Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed eş-Şeybânî her namazda mekruh sayarken Ebû Hanîfe namazı bozan davranışlardan kabul eder. Kıraatin Kur’an’ın Arapça metninin telaffuzu ile yapılması esas olduğundan Kur’an’ın doğru okunması, anlamını bozacak okuma yanlışlarından kaçınılması, ilâve ve eksiltme yapılmaması gerekir. Bunu sağlamaya mâtuf olarak da fıkıh literatüründe “zelletü’l-kārî” başlığı altında bazı ölçüler geliştirilmiş ve muhtemel okuma yanlışlarının namaza etkisi üzerinde durulmuştur (bk. ZELLETÜ’l-KĀRÎ).
BİBLİYOGRAFYA
Buhârî, “Eẕân”, 51, 95-105, “Tefsîr”, 17.
Müslim, “Ṣalât”, 34-36, 42.
Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 135.
Nesâî, “İftitâḥ”, 32.
Şâfiî, el-Üm, I, 93-95.
Sahnûn, el-Müdevvene, I, 65-68.
Kâsânî, Bedâʾiʿ, I, 110-113.
İbn Rüşd, Bidâyetü’l-müctehid, I, 97-101.
İbn Kudâme, el-Muġnî, Kahire 1388/1968, I, 343-357.
Nevevî, Ravżatü’ṭ-ṭâlibîn (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd – Ali M. Muavvaz), Beyrut 1412/1992, I, 346-354.
Karâfî, eẕ-Ẕaḫîre (nşr. Saîd A‘râb), Beyrut 1994, II, 176-190.
İbn Teymiyye, el-Fetâva’l-kübrâ (nşr. Haseneyn M. Mahlûf), Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), I, 220; II, 166-167.
İbn Cüzey, Ḳavânînü’l-aḥkâmi’ş-şerʿiyye, Beyrut 1979, s. 74-76.
İbnü’l-Murtazâ, el-Baḥrü’z-zeḫḫâr, San‘a 1409/1988, I, 243-253.
Tecrid Tercemesi, VII, 313; IX, 27; XI, 229 vd.
Şemseddin er-Remlî, Nihâyetü’l-muḥtâc, Kahire 1386/1967, I, 472-496.
Şevkânî, Neylü’l-evṭâr, II, 219-264.
İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), I, 446-447.
M. Cevâd Muğniyye, Fıḳhü’l-İmâm Caʿfer eṣ-Ṣâdıḳ, Beyrut 1404/1984, I, 177-178.
“Ḳırâʾe”, Mv.F, XXX, III, 46-65.