https://islamansiklopedisi.org.tr/kucukaliogullari
Ailenin menşei yörede yoğun biçimde yerleşmiş bulunan Ulaşlı oymağına dayanır. Bölgeyi dolaşan tarihçi Ahmed Cevdet Paşa onların Rişvan aşiretinden olduklarını yazar. Ünlü şair Dadaloğlu ise aileyi Özer İli beyleri olan Özeroğulları’na bağlar. Aileye adını veren Küçük Ali hakkında ilk bilgi 1760 yılına aittir. Bu tarihte Küçük Ali’nin Üveysoğlu İbrâhim ile birlikte bir cinayete karıştığı anlaşılmaktadır. Küçük Ali’nin adı, bundan sonra da Çobanoğlu Abdullah ile birlikte Payas’ta giriştikleri bazı kanunsuz hareketler dolayısıyla sık sık geçecektir. 1763’te Küçük Ali ve yandaşları, Üzeyir sancak beyi Üveyszâde Mûsâ Bey’in Payas’taki Sokullu Vakfı’nın yöneticiliğine tayinini hiçe sayarak vakıf mallarını toplamaya devam ettiler. Halep’e giden ipek kervanından 15 yük ipeğin çalınması üzerine sancak beyi Mûsâ Bey ile Çobanoğlu Abdullah Bey’in durumları sarsılınca Küçük Ali’nin devlet katında itibarı arttı. Halep Valisi Azmzâde Mehmed Paşa 15 yük ipeği Üveysoğlu Mûsâ’dan istediğinde Mûsâ inkâr ederek bütün mallarını alıp Kürt dağına kaçtı. Hemen sonra 1767’de Üveysoğulları Küçükalioğulları’na yenilerek siyaset sahnesinden çekildi ve Küçükalioğulları’ndan Halil Bey’in ismi öne çıkmaya başladı.
Halil Bey’e kaynaklarda Küçükalioğlu Halil Bey denilmesine rağmen babasının gerçekten Küçük Ali olduğuna dair kesin bilgi yoktur. Halil Bey’in adı ilk defa 1778 tarihli bir belgede geçmektedir. Buna göre Küçükalioğlu Halil ve yandaşları Şam ve Halep tüccarını haraca bağlamışlardı. Bunu önlemek için Karaman Valisi Süleyman Paşa görevlendirildiyse de onun âni ölümü üzerine bir sonuç çıkmadı. Payas yolu evvelkinden daha kötü bir hale geldiğinden tüccarlar, Süveydiye (Samandağı) İskelesi’nden gemilere binip Adana’nın Karataş (Ayas) İskelesi’ne çıkıyorlardı. Buna karşılık Halil Bey bulduğu kayıklarla tüccar kafilesini basmış ve mallarını yağmalamıştı. Devlet alacaklarını toplamak için gönderilen ve 1785’te Halep’ten dönerken Süveydiye-Karataş deniz yolunu kullanmak zorunda kalan Hasan Efendi’nin raporuna göre Payas’ta Küçükalioğlu Halil Bey, Beylan/Belen’de Abdurrahman Paşa, Kurtkulağı Kervansarayı’nda Hasanpaşazâde Hacı Ali Bey “hükümet” etmekteydi. Ayrıca o sıralarda Fransız tüccarlarının kervanı soyulmuştu. Payas ve Beylan’daki menzillerde menzil beygiri bulunmuyordu.
Halil Bey’in üzerine 1786’da Halep Valisi Mustafa Paşa gönderildi. Yardımcılıklarına da Azâz ve Kilis Voyvodası Daltabanzâde, Beylanlı Abdurrahman Paşa ve Üzeyir Beyi İmam Ağa ile Adana mütesellimi Hasanpaşazâde Abdullah Bey (Paşa) getirildi. Halil Bey, Amanoslar’da yaşayan Çobanoğlu Haco (Hacı) Bey’e sığındı. Hükümet kuvvetlerine denizden de birkaç gemi gönderilerek destek sağlandı. Adana’nın yeni valisi Azmzâde Yûsuf Paşa da bu harekâta katıldı. Kilis Voyvodası Daltabanzâde, dağ yolundan yetişip küçük bir çatışmanın ardından Halil Bey’i kaçmaya mecbur bıraktı, hatta onun sığındığı Karbeyaz Kulesi’ni yıktırdı, fakat kumanda heyeti arasındaki anlaşmazlıklar sebebiyle izin almadan Kilis’e çekildi. Bunu gören Abdurrahman Paşa da firar etti. Aynı şekilde erzak sıkıntısı çeken ve İmam Ağa’yı 300 piyade ile Payas muhafazasına bırakan Mustafa Paşa da Halep’e çekildi. Bunun üzerine Halil Bey Payas’ı tekrar aldı. Ardından Üzeyir, Kurtkulağı ve Payas muhafazası Adana mütesellimi olan Hasanpaşazâde Abdullah Bey’e paşalık rütbesiyle verildi. 1786’da Keki Abdi Paşa, üçüncü Diyarbekir valiliği sırasında Küçükalioğlu Halil Bey’i cezalandırmakla görevlendirildiyse de o da bir başarı sağlayamadı.
Bulunduğu bölgede faaliyetlerini daha da arttıran Halil Bey, Misis Köprüsü’nün yıkılması üzerine yolcuları kayıklarla karşıya geçirerek bâc almaya başladı. Eski Halep kadısı İsmet Efendi’nin arzına göre köprüyü barutla havaya uçuran Halil Bey’in esas isteği Adana eyaletinin kendisine verilmesiydi. Halil Bey de İstanbul’a yolladığı arzında bu bölgenin kendisine mîrimîranlık rütbesiyle bırakılmasını istiyordu. Ancak devlet onun için sancak beyliğini yeterli görmekteydi. Halil Bey’in yeni bir isyan hareketi başlatmasından korkan devlet, 1788’de kendisine mîrimîran unvanıyla Üzeyir sancak beyliğini ve Karamut (Karamurt) hanı ağalığını verdi. Böylece Küçükalioğulları bölgeye tam anlamıyla hâkim oldu. 1789’da, Küçükalioğlu gailesini ortadan kaldırmak için kendisine Adana ve Maraş valiliği verilerek bölgeye gönderilen Hazinedar Ali Paşa da görevini yerine getiremedi. Aynı yıl Beylanlı Abdurrahman Paşa, Adana beylerbeyi olduğunda Üzeyir Beyi Hasanpaşazâde Hacı Ali Bey, Abdurrahman Paşa’nın oğlu Molla Bey ve Karamollaoğlu 9-10.000 askerle Payas’ı altmış gün kadar muhasara etti, Halil Paşa bu baskı üzerine Karbeyaz’a sığındı, az sonra da kuvvetler geri çekildi.
O sıralarda Fransa’nın Mısır’a saldırısı ile uğraşan devlet bu işle yeteri kadar ilgilenemiyordu. Payas mutasarrıfı ve Havâs ağası unvanı verilen Halil Paşa affedilerek yeniden Payas’a hâkim oldu. Ardından Cerid, Karalar ve Tacirli aşiretlerinden topladığı adamlarla Maraş’ı bastı. Dulkadıroğlu Ömer Paşa’nın Maraş’ta yeterli sayıda askeri yoktu. Halil Paşa ulemânın ve halkın çoğunu tutuklattı. Kilis müftüsü yirmi dört ulemâyı toplayıp bir mahzarla durumu İstanbul’a bildirdi. Aynı yıl deniz yolunun güvenliği için Payas’a dört savaş gemisi gönderildi. 1790’da Adana Valisi Atâullah Paşa, Küçükalioğlu üzerine sevkedildiyse de devletten 100.000 kuruş ve yeterli donanma desteği talebiyle sürekli yazışmaktan başka bir şey yapmadı.
Halil Paşa, hac kafilelerini ve ticaret kervanlarını soyduğu gibi devlete ödemesi gereken vergileri de ödemiyordu. Arsuz kesiminin iltizamcısı olan Beylan sancak beyi Abdurrahman Paşa’nın mukātaayı gasbederek kendisine ödeme yapmadığı gerekçesiyle darphâneye tahsis edilen 4699 kuruşu ödeyemediğini de ileri sürmekte, ayrıca hac ve ticaret kervanları deniz yolunu kullanmaya başladıklarından Üzeyir sancağının gelirlerinin azaldığından şikâyet etmekteydi. 1797’de kendisine verilen İfrâz-ı Zülkadriyye Mukātaası reâyâsının çoğunun çevre sancaklara kaçmış olduğundan vergi toplayamadığını bildiriyordu. Halil Paşa, İstanbul’a yolladığı bu arz tezkiresinde kendisini seyyid olarak tanıtmaktaysa da seyyidliğinin kaynağı konusunda hiçbir bilgi yoktur. Onun 1804 yılı Ekim ayında ileri bir yaşta olduğu ve hastalandığı bilinmektedir. Medine kadısının salıverilmesi için İstanbul’dan özel olarak Payas’a gönderilen Mûsâ Efendi 13 Kasım 1804 tarihli arzında paşanın ölüm haberini verdi. Padişah bütün âsilerin sonunun böyle olmasını arzu ettiğine dair not düşmüştü. Halil Paşa ölünce devlete 40.000 kuruş borcu çıktı. Oğlu Mehmed Dede Bey babasının yolunda olmayacağına dair söz veriyor ve bu göreve tayinini istiyordu. Fransızlar’ın Mısır’a saldırısı üzerine yürürlüğe konan gümrük-i zecriyye vergisi Küçükalioğulları’ndan da istenildiğinde Dede Bey hacılardan daha fazla vergi almaya başladı. 1806 yılında Dede Bey, kardeşi Mustafa Bey’in yönetimindeki İfrâz-ı Zülkadriyye Mukātaası’na bağlı cemaatlerin Adana ve Sîs sancaklarına dağıldıkları şikâyetini İstanbul’a iletmişti. Devlet 40.000 kuruş borç ödenmedikçe hiçbir isteğinin yerine getirilmeyeceğini bildirdi. Sonunda bir karışıklık çıkarmasından korkulan Mehmed Dede Bey’e sancak beyliği beratı gönderildi. Ancak Dede Bey babasının yolundan gitmeyi sürdürdü. Arkasından üzerine yollanan Kilis sancağı mütesellimi Rüstem Ağa’nın saldırısına dayanamayıp kaçtı. Karbeyaz, Üzeyir Beyi İbrâhim Paşa tarafından ele geçirildi (1816). Dede Bey’in yapmış olduğu eşkıyalıkta yardımcıları kardeşi Mustafa Bey ve amcasının oğlu Ali Bey idi. Halep Valisi Celâleddin Paşa, Karbeyaz’ın kuşatmanın on ikinci günü ele geçirildiğini ve on bir kişinin yakalanarak idam edildiğini haber vermekteydi. Dede Bey Bulanık (Bahçe) yöresine kaçmıştı.
Bahçe taraflarında âyanlık iddiasında bulunan Fettahoğlu Ağca Bey ve kardeşi Ahmed Bey, hakkında idam fermanı bulunan Küçükalioğlu Dede Bey’e yardım ettiler. Adana Valisi Mustafa Paşa bunları Düziçi yakınlarındaki Savranlı (Savrandı) Kalesi’nde kuşattı. Sonunda Dede Bey ile Fettahoğulları’nın İstanbul’a gönderilen kesik başları sarayda teşhir edildi (12 Ekim 1817). Bu olayı bizzat gören Menemencioğlu Ahmed Bey anılarında, “Maktûl-i merkūm meşhur zorbalardan olduğundan ahâlî-yi İstanbul bütün mesrûr oldular” demektedir. Kalede mevcut, çoğu çocuk ve kadın otuz kadar esirin Rodos’a gönderilmesi ferman edildi. Dede Bey’in ele geçirilen üç oğlundan en büyüğü Mustafa (Musdık, Mısdık) bu sırada on beş veya on yedi yaşında, diğer kardeşleri dokuz ve sekiz yaşlarındaydı. Durum padişaha arzedilince padişah bunların hiçbirisinin idama müstahak olmadığını söyleyerek af fermanı gönderdi. Arşiv belgelerinde ve kroniklerde Dede Bey’in kardeşi Mustafa Bey ile oğlu Mustafa Bey’in karıştırıldığı dikkati çeker. 1827’de affedilerek Payas’a gelen Mustafa Bey, Gâvur dağlarından adam toplayıp insanlara zarar vermeye başladı. Adana Valisi Nûrullah Paşa Payas’a yürüdü ve Mustafa Bey’i Karbeyaz’da kuşattı. Çatışma sırasında 200’den fazla âsi öldürüldü, bunlardan yirmi altısının başı kesilerek İstanbul’a gönderildi. Mustafa Bey ise Gâvur dağlarında Sulumağara taraflarına kaçtı, Çolakoğlu’na sığındı (1828). Altı ay sonra Payas’a inerek tekrar adam toplamaya başladı. Adana valisinin üzerine geleceğini anlayınca affı için harekete geçti. Nûrullah Paşa bu talebi olumlu karşıladı.
Adana’da toplanan özel bir mecliste Karalar, Cerid, Tacirli aşiret reisleri yanında Üzeyir âyanı Mustafa Bey de ittifak senedine imza atmıştı (1828). Bu senede göre Payas, Kurtkulağı ve Misis yolunu kullananların kaybolan eşyasının buldurulacağına aşiret reisleri, âyan ve kethüdâlar söz vermekteydi. İttifaktan sonra Adana âyanı Menemencioğlu Hacı Habib Bey’in konağını basıp Adana’da kargaşalık çıkaranlar arasında Mustafa Bey de vardı. Mustafa Bey, 1832-1840 yıllarında Kavalalı İbrâhim Paşa tarafını tutmayan Çukurova beylerindendi. Ancak 1834’te İbrâhim Paşa’nın onun üzerine gönderdiği orduya karşı koyamadı ve Tacirli aşiretinin yardımıyla Maraş tarafına kaçtı. 1845 yılında Musdık Bey adıyla Payas kaymakamı idi. 1860’ta Kabûlî Paşa, Mustafa Bey’in bölgeden kaldırılmasını şart görüyordu. Üzeyir sancak beyi olan Mustafa Bey, Adana’dan Belen’e giden askerleri Payas’ta konağında misafir ettiğinde bunların kumandanı verilen emir gereği Mustafa Bey’i yakalayıp ailesiyle birlikte İstanbul’a yolladı. Mustafa Bey’in büyük oğlu Dede Bey (torun Dede Bey) tedbirli davranıp Gâvur dağlarına çekildi ve Alibekiroğlu Ali Ağa’ya sığındı. 1865’te Fırka-yi Islâhiyye, Gâvur dağlarının zirvesindeki Küllü köyünde Alibekiroğulları’nı kuşattı. Ali Ağa çatışmaya giriştiğinde Dede Bey teslim olmayı kabul etti ve Tarsus üzerinden deniz yoluyla İstanbul’a gönderildi. Dede Bey zaten İstanbul’da sürgündeydi. Bir süre İstanbul’da kalan Dede Bey, Alibekiroğlu ile birlikte Niş’e sürgün edildi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbi’nden sonra Antakya’ya dönebildi. Dede Bey’in oğlu Hakkı Özer, 1920’de Özerli köyüne gelerek Hatay’ın Fransızlar’a karşı savunulmasında önemli hizmetlerde bulunmuş, nesli günümüze kadar gelmiştir. Ailenin yüz yıllık tarihi, Osmanlı valilerinin siyasetlerini ve âyanlar arasındaki çekişmeyi gözler önüne sermesi bakımından önem taşır. Halil Paşa tarafından Dörtyol’da yaptırılmış küçük bir cami varsa da başka hayır eserine rastlanmamıştır.
BİBLİYOGRAFYA
BA, HAT, nr. 14/552; 15/630, 675; 20/962; 27/1293; 81/3376; 156/6525; 163/153, 205; 197/9853; 233/12988; 452/22379/A,B,C,D; 461/22626/M; 462/22635/B; 501/24605; 502/24686; 642/31524; 730/34756/C; 1389/55278; 1391/55449, 55453; 1394/55784, 55818; 1399/56303.
BA, MD, nr. 164, s. 18, 33, 129; nr. 175, s. 323; nr. 176, s. 51, 179, 180, 191, 200.
BA, AE, nr. 842, 960, 1336, 1516.
BA, Cevdet-Askerî, nr. 36267.
BA, Cevdet-Dahiliye, nr. 474, 2416, 3805, 4226, 4742, 5451, 6844, 10187, 11280, 11467, 14996.
BA, Cevdet-Hariciye, nr. 2755.
BA, Cevdet-Maliye, nr. 5958, 9367, 23788, 25017, 26767.
BA, Cevdet-Zabtiye, nr. 2416, 4226, 4544.
BA, İ.DH, nr. 86-4328/7, 8, 9, 10, 11-1; 4328/12-1.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme, III, 31-34.
Râşid, Târih, II, 289.
Vâsıf, Târih (İlgürel), s. 327, 331, 342, 351.
Şânîzâde, Târih, II, 740, 768, 795, 879.
Sahaflar Şeyhizâde Esad Efendi, Târih (haz. Ziya Yılmazer), İstanbul 2000, s. 203, 406.
Menemencioğlu Ahmed Bey, Menemencioğulları Tarihi (haz. Yılmaz Kurt), Ankara 1997, s. 18, 60, 121, 128.
Câbî Ömer Efendi, Târih (haz. Mehmet Ali Beyhan), Ankara 2003, II, 896.
Cevdet, Târih, X, 194, 210, 217.
a.mlf., Tezâkir, III, 126, 129, 131, 132, 160, 190.
Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî (haz. Nuri Akbayar, s.nşr. Seyit Ali Kahraman), İstanbul 1996, IV, 1186.
A. Faik Türkmen, Mufassal Hatay Tarihi, İstanbul 1937, III, tür.yer.
Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilâtı, Destanları, İstanbul 1980, s. 197.
Yücel Özkaya, Osmanlı İmparatorluğunda Âyânlık, Ankara 1994, s. 242.
Mahmut H. Şakiroğlu, “Çukurova Tarihinden Sayfalar I: Payas Ayanı Küçük Ali Oğulları”, TAD, XV/26 (1991), s. 103-139.
Yılmaz Kurt, “Çukurova’da A’yânlık Mücâdelesi: Hasanpaşazâdeler”, TTK Bildiriler, XV (2010), IV/1, s. 1259-1278.