https://islamansiklopedisi.org.tr/kunye
Sözlükte “maksadı üstü kapalı ve dolaylı şekilde anlatma, kinayeli söz söyleme” mânasındaki kinâye ile aynı kökten gelen künye Ebü’l-Kāsım, Ebû Bekir, Ümmü Seleme, Ümmü Zeyneb gibi kişinin daha çok ilk çocuğuna izâfetle anılmasını ifade eder. Kişinin İbn Uleyye, İbn Ömer, İbn ammi Resûlillah, İbn Abdülmuttalib, Uhtü Hârûn, Ebû Mûsâ, Ammü Resûlillah gibi anne, baba, dede, kardeş, amca, hala, dayı, teyze vb. yakınlarından birine izâfesinin künye olup olmadığında ihtilâf edilmiştir. Bu tür izâfeler daha çok, bir yakınıyla anılmanın kişiyi daha iyi tanıtacağı veya ona bir şeref kazandıracağı düşüncesiyle yapılır. Medih, zem ve vasıf ifade eden izâfeler künye değil lakap sayılır. Künye, yazım geleneğinde lakaptan sonra ve isimle nisbeden önce yazılır.
Künyenin menşei hakkında değişik görüşler vardır. İbnü’l-Esîr başlangıcını bir Arap hükümdarının hikâyesine dayandırırken (Kitâbü’l-Muraṣṣaʿ, s. 26) Hüseynî bunun, daha mantıklı bir ihtimalle geçmişte düşmanlıkların hiç eksilmediği Arap yarımadasında kişinin adını gizleme ihtiyacından doğmuş olabileceğini ileri sürmektedir (Türâs̱ünâ, IV/4 [17], s. 10). Künye, fazilet veya uğur getireceği ümidiyle karşıt anlam belirtmek veya kişinin, hayvanın yahut eşyanın tanınan bir özelliğini ifade için de yapılır. Bazan bir kimse çocuğuna meselâ “ebü’l-fazl” künyesini vererek onun faziletli biri olmasını umar. Künye bazan da âmâ için “ebû basîr” (görenin babası), Azrâil yahut ölüm için “ebû yahyâ” (hayatın babası) denilmesi gibi aksi anlam vermek üzere kullanılır. İbn Manzûr künyenin, tamamen ismin yerini alarak veya anılması hoş görülmediği zaman gizlenmesi amacıyla yahut saygı ifadesi olarak kullanıldığını söyler (Lisânü’l-ʿArab, “kny” md.). Arap geleneğinde yaş, mevki ve fazilet bakımından üstün olan kimselere künyeleriyle hitap etmek âdaptan sayılır, özellikle emîrler bunun aksine davranılmasını ve kendilerine adlarıyla hitap edilmesini hakaret kabul ederlerdi. Bundan dolayı Kur’an’da Ebû Leheb’in künyesinin zikredilmesi (Tebbet 111/1), onun kişiliğinin saygınlığına değil adının (Abdüluzzâ) “puta kulluk” anlamı taşımasına yorulmuştur. Ayrıca kâfir ve müşrikler künyeleriyle meşhur iseler bu şekilde anılmalarında bir sakınca görülmemiştir; nitekim Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib iman etmediği halde künyesiyle tanınıyordu.
Künye kız veya erkek ayırımı yapılmaksızın en büyük çocuğa göre verildiğinden Resûl-i Ekrem, Ebü’l-Kāsım künyesini ilk çocuğu olan Kāsım’dan alırken sahâbeden Temîm ed-Dârî kızının adıyla Ebû Rukayye şeklinde künyelenmiştir. Öte yandan diğer çocuklarından birinin veya birkaçının adıyla künyelenenler de bulunuyordu. Oğlu İbrâhim doğduğunda Cebrâil’in Hz. Peygamber’e “Yâ ebâ İbrâhim” diye hitap ettiği rivayet edilir (Dûlâbî, I, 10). Hz. Osman’ın Ebû Amr, Ebû Abdullah ve Ebû Leylâ şeklinde üç künyesi vardı. Hz. Ali’nin asıl künyesi Ebü’l-Hasan olmakla birlikte Resûl-i Ekrem kendisine Ebû Türâb da (toprak babası) derdi; ancak İbnü’s-Salâh bunun künye şeklinde lakap olduğunu söyler (Muḳaddimetü İbni’ṣ-Ṣalâḥ, s. 200). Künye öne çıkan bazı özelliklere, maharet ve kabiliyete göre de veriliyordu; “ebü’s-seyf” (kılıç babası [ustası]) gibi. Hz. Peygamber, yanlış anlamalara yol açan veya çirkin mânalar taşıyan bazı ad ve künyeleri değiştirmiştir. Önemli bir davayı çözdüğü için kabilesinde Ebü’l-Hakem künyesiyle anılan sahâbîyi, “Hakem hükmün sahibi Allah’tır” diyerek büyük oğlunun adıyla Ebû Şüreyh şeklinde künyelemiştir (Ebû Dâvûd, “Edeb”, 70). Aynı şekilde hemen her konuda çok bilgili bir kişi olduğu için yine Ebü’l-Hakem künyesiyle tanınan Ebû Cehil’e “bilgisizlik babası” anlamındaki yeni künyesini de ilâhî gerçeği anlamamakta direndiği için Resûl-i Ekrem takmıştır. Hz. Peygamber, kendi künyesinin kullanılmasını hitapta doğuracağı bazı sakıncalar yüzünden yasaklamıştır. Bu konuda mezhepler arasında ihtilâf çıkmış, Şâfiîler bunu onun hayatta olduğu sürece künyesinin kullanılması ile sınırlarken diğerleri yasaklamayı ad ve künyesinin beraber alınmasına tahsis etmişlerdir (Kalkaşendî, V, 408). Nitekim bir rivayete göre Resûl-i Ekrem, adını alan kimsenin künyesini ve künyesini alanın adını almasını yasaklamıştır. Ancak on sahâbînin Hz. Peygamber’in adını ve künyesini birlikte aldıkları bilinmekte ve onun bu duruma söz konusu kişilerin kendisine olan sevgilerinden dolayı müsamaha gösterdiği anlaşılmaktadır (Ebû Abdullah İbn Mende, s. 8, 21-23).
Çocuksuz kimseleri ve küçük çocukları künyelemek câiz görülmüştür. Nitekim Resûl-i Ekrem, Abdullah b. Zübeyr’i henüz bebekken dedesinin künyesiyle (Ebû Bekir) künyelemiş, çocuğu olmadığı halde Hz. Âişe künyelenmek isteyince de ona yeğeni Abdullah’ın (Abdullah b. Zübeyr) adıyla Ümmü Abdullah künyesini vermiştir (İbnü’l-Esîr, s. 27). Ebû Bekir gibi künyeleriyle anılan kimselerin isimleri nâdiren kullanılır; çünkü onların künyeleri isimlerinin yerini almıştır. Bu konuda, sahâbeden Ebû Hüreyre’nin beslediği bir kedi yavrusu sebebiyle adını unutturacak kadar öne çıkan “kedicik babası” anlamındaki künye ile tanınması meşhurdur.
İbnü’l-Esîr, Kitâbü’l-Muraṣṣaʿda künyenin aslını teşkil eden “eb” (baba) ve “ümm” (anne) kelimelerinin yanında “ibn” (oğul), “bint” (kız) ile “zû, zât” (sahip) kelimelerine izâfetle türetilmiş çok sayıda künyeyi zikreder. Bunlara “bir şeyin aslı, özü, sahibi, kaynağı, varlık sebebi ve en mâhiri” gibi anlamlar verilerek insan, hayvan, bitki, yer, tabiat olayları, hastalıklar ve çeşitli eşya için çoğu zamanla isimleşmiş pek çok künye üretilmiştir: “Ebü’l-beşer” (insanlığın babası, Hz. Âdem); “ümmü’l-kurâ” (karyelerin anası, Mekke); “ebü’l-bu‘d” (uzaklıkların babası, uçsuz bucaksız çöl); “ümmü’l-habâis, ümmü’l-âsâm” (çirkinliklerin/günahların anası, içki); “ibnü’s-sebîl” (yol oğlu, yolcu); “ibnü’l-arz” (yer oğlu, garip yolcu); “bint ineb” (üzümün kızı, şarap); “bintü’l-cebel” (dağın kızı, aksiseda); “zü’l-celâl” (ululuk sahibi, Allah), “zü’l-fekār” (iki çatal sahibi, Hz. Ali’nin kılıcı); “zâtü’l-hareke” (kendi kendine hareket edebilen cisim); “zâtü’r-rie” (akciğer iltihabı, zatürre) gibi.
Hadis ilminde II. (VIII.) yüzyıldan sonra râvi sayısının artıp benzer isimlerin çoğalması râvilerin birbirine karıştırılmasına yol açmış, buna bağlı olarak künye bilgisine ihtiyaç duyulmuştur. Künyeye dair ilk eserlerin Ahmed b. Hanbel, Buhârî, Müslim, Nesâî, Ali b. Medînî, İbn Ebû Hâtim, İbn Hibbân, Hâkim en-Nîsâbûrî ve Ebû Bişr ed-Dûlâbî gibi muhaddisler tarafından yazıldığı görülür (Kettânî, s. 120-121). Ayrıca tabakat, ricâl ve tarih kitaplarında râvilerin biyografilerinde künyelerinden mutlaka söz edilir, bazılarında ise bu konuya müstakil bölümler ayrılmıştır. İbnü’s-Salâh râvileri hem künyesi hem ismi olanlar, künyeleriyle tanınıp ismi bilinmeyenler, ismi ve künyesi olduğu halde künye ile lakaplananlar, iki veya daha çok künyesi olanlar, ismi bilinen, fakat künyesinde ihtilâf edilenler, künyesi bilinip isminde ihtilâf edilenler, az da olsa hem isminde hem künyesinde ihtilâf bulunanlar, ismi ve künyesinde ihtilâf bulunmayanlar, ismi bilindiği halde künyesiyle meşhur olanlar şeklinde dokuz gruba ayırır (Muḳaddimetü İbni’ṣ-Ṣalâḥ, s. 198-202). Künye konusunda yukarıda anılanlar dışında İbn Adî, Halîfe b. Hayyât, Muhammed b. Habîb, Ebû Îsâ et-Tirmizî, İbn Abdülber en-Nemerî, Zehebî, Süyûtî, Murtazâ ez-Zebîdî gibi âlimler de eser yazmıştır. Ayrıca ulemâ, edip, şair ve ümerâdan ünlü kişilerin künye ve lakaplarıyla ilgili eserler kaleme alınmıştır; Şeyh Abbas el-Kummî’nin el-Künâ ve’l-elḳāb’ı bu türden bir çalışmadır.
BİBLİYOGRAFYA
İbn Manzûr, Lisânü’l-ʿArab, “kny” md.
Ebû Dâvûd, “Edeb”, 70.
Dûlâbî, el-Künâ ve’l-esmâʾ, Beyrut 1999, I, 10, 17-18.
Ebû Abdullah İbn Mende, Fetḥu’l-bâb fi’l-künâ ve’l-elḳāb (nşr. Ebû Kuteybe Nazar Muhammed el-Fâryâbî), Riyad 1417/1996, s. 8, 18-23.
İbnü’l-Esîr, Kitâbü’l-Muraṣṣaʿ (nşr. Fehmî Sa‘d), Beyrut 1992, s. 26, 27, 39, 40, 67, 150, 214, 264.
İbnü’s-Salâh, Muḳaddimetü İbni’ṣ-Ṣalâḥ (nşr. Mustafa Dîb el-Bugā), Dımaşk 1984, s. 198-202.
Safedî, el-Vâfî, I, 33-34.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ (Şemseddin), V, 406-411.
Kettânî, er-Risâletü’l-müsteṭrafe, s. 120-121.
Saîd Seyyid Ubâde, Edebü’t-tesmiye fi’l-beyâni’n-nebevî, [baskı yeri yok] 1983 (Dâru Mısr), s. 21-22.
Mücteba Uğur, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Ankara 1992, s. 83-86.
Seyyid Muhammed Rızâ el-Hüseynî, “el-Künye: Ḥaḳīḳatühâ ve mîzâtühâ ve es̱eruhâ fi’l-ḥaḍâra ve’l-ʿulûmi’l-İslâmiyye”, Türâs̱ünâ, IV/4 (17), Kum 1409, s. 7 (727) vd.
Samar Kadi, “The Ancient Arab’s Word as Portrayed in Their Metaphorical Usage of Kinship Expressions (Kuna)”, al-Abhath, XXXIX, Beirut 1991, s. 61-72.
A. J. Wensinck, “Kunya”, EI2 (İng.), V, 395-396.