https://islamansiklopedisi.org.tr/kurra
Sözlükte “okuyucu; âbid ve zâhid” mânalarındaki kāri kelimesinin çoğulu olan kurrâ İslâmiyet’in ilk devirlerinden itibaren değişik grupları ifade etmiştir. Buhârî’nin “Peygamber’in kurrâsı” başlığıyla kaydettiği bölümde Resûlullah’ın kendilerinden Kur’an öğrenilmesini tavsiye ettiği Abdullah b. Mes‘ûd, Sâlim Mevlâ Ebû Huzeyfe, Muâz b. Cebel ve Übey b. Kâ‘b’dan kurrâ diye bahsetmesi (“Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 8), Yemâme savaşından sonra Hz. Ömer’in Ebû Bekir’e gelerek savaşlar yüzünden kurrâdan hayatta hiç kimsenin kalmaması tehlikesinin bulunduğunu söyleyip Kur’an’ın cemedilmesini istemesi (Müsned, I, 3; Buhârî, “Tefsîr”, 9/18, 20, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 3) örneklerinde kelime “Kur’an kıraati konusunda uzman kişiler” anlamında kullanılmıştır. Hz. Ömer’in, meclislerinde hazır bulunan genç ve yaşlı kurrâ ile istişare ettiğini belirten rivayette ise (Buhârî, “Tefsîr”, 7/5, “İʿtiṣâm”, 2, 28) kurrâdan kastedilenin ilim sahibi kişiler olduğu söylenebilir.
Enes b. Mâlik, Hz. Peygamber tarafından Âmir b. Sa‘saa kabilesine gönderilen ve Bi’rimaûne’de şehid edilen ensardan yetmiş kişilik bir gruptan bahseder ve gündüzleri odun toplayan, geceleri namazla geçiren bu kişileri kurrâ diye adlandırdıklarını belirtir (Buhârî, “Cihâd”, 184, “Mesâcid”, 302, “Vitir”, 7). Bunların kıraat alanında uzmanlaşmış veya ilim ehli kişiler olmayıp ibadet maksadıyla çokça Kur’an okuyan, namaz kılan, ayrıca kendilerine verilen görevleri yerine getiren sorumlu kişiler olduğu anlaşılmaktadır. Daha sonraki dönemlerde âbid ve zâhid kimseler olan sûfîlerin de kurrâ diye anılması muhtemelen buradan kaynaklanmaktadır (Gazzâlî, s. 130; Takıyyüddin İbn Teymiyye, s. 36). Nitekim ümmetin münafıklarının çoğunu kurrâların teşkil ettiği (Müsned, II, 175; IV, 151) ve kurrâdan uzak durulması gerektiği (Sülemî, s. 11; Şa‘rânî, I, 58) şeklindeki nakillerde kastedilenlerin dinin ölçülerinden uzaklaşmış sûfîler olduğu anlaşılmaktadır.
Siyasî fırkalardan bahseden kaynaklarda bu adla anılan bir zümreden açıkça söz edilmemekle birlikte ilk dönemdeki siyasî faaliyetler incelenirken bu devirde Kur’an’ın zâhirî hükümlerine bağlı, katı dinî anlayışlara ve belli siyasî telakkilere sahip bir grubun mevcut bulunduğu görülmektedir. Bazı modern araştırmalarda bu grubun, ridde savaşlarında dinden dönenlere karşı pervasızca davranan, Talha b. Ubeydullah ve Zübeyr b. Avvâm’la olan mücadelesinde Hz. Ali’nin yanında yer alan, Sıffîn’de Hakem Vak‘ası’na kadar devam eden süreçte ısrarla Hz. Ali’yi destekleyen bir zümre olduğu ve bunların birçok farklı temayülü bünyesinde toplayan Hâricîler içerisinde yer aldığı belirtilmektedir (EI2 [İng.], V, 499). Nitekim Hz. Ali’nin ölümünden sonra Irak’tan Medine’ye dönen ve Hz. Âişe’ye gelişmeler hakkında bilgi veren Abdullah b. Şeddâd, Hz. Ali ve Muâviye b. Ebû Süfyân arasında yazışmalar yapılıp seçilen hakemlerin hükümlerini açıkladıklarında kurrâ olarak bilinenlerden 8000 kişinin Hz. Ali’ye karşı çıkarak Harûrâ’ya çekildiğini, aralarından sadece bir kişiyi kabul edeceğini belirtmesine rağmen kurrânın Hz. Ali’nin evini doldurduğunu belirtir (Müsned, I, 86). Habîb b. Ebû Sâbit de Hakem Vak‘ası’nın ardından tartışmak için ellerinde silâhlarıyla Hz. Ali’ye gelen kişileri kurrâ diye adlandırdıklarını bildirir (a.g.e., III, 486). İlk rivayetten hareketle kurrânın, Hakem Vak‘ası’ndan sonra Hz. Ali’ye muhalefet ederek sayıları binlere ulaşan yeni teşekkül etmiş bir zümreye katıldığı, itibarları dolayısıyla katıldıkları grubun da kurrâ diye anıldığı düşünülebilir. İkinci rivayette ise kendi düşünceleri doğrultusunda tartışmayı sürdürme ve gerektiğinde silâh kullanma gibi Hâricîler’e ait özelliklerinin zikredilmesi bu grubun kurrâ ile özdeşleştirildiğini göstermektedir. Bu nakillerden Hâricîler’in, isimleriyle anılacak kadar kurrânın etkisi altında olduğu anlaşılmaktadır. Taberî, Ebû Mihnef’ten naklen Sıffîn’de mushaflar mızrakların ucuna takılıp Hz. Ali Kur’an’ın hakemliğine çağrıldığında, aralarında daha sonra Hâricî olan Mis‘ar b. Fedekî et-Temîmî ve Zeyd b. Husayn et-Tâî’nin de bulunduğu kurrâ cemaatinin Kur’an’ın hakemliğini kabul etmesi için Ali’ye baskı yaptığını, kabul etmediği takdirde kendisini düşmanlarına teslim edeceklerini yahut Osman’a yaptıklarını kendisine de yapacaklarını söyleyerek tehdit ettiklerini belirtir (Târîḫ, V, 49). Taberî’nin bu rivayetinde kurrânın Hz. Ali’ye baskı yapabilecek güçte olduğu görülmektedir. Hz. Osman’ın öldürülmesinin ardından Ali’yi destekleyen, onunla birlikte Cemel Vak‘ası’na katılan, Sıffîn’de beraberliklerini sürdürdükten sonra Hakem Vak‘ası’nın ardından Hz. Ali’ye karşı çıkan bu grubun o günün şartlarında Hâricîler’i de arkasına alıp oldukça güç kazandığı anlaşılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “ḳrʾe” md.
Müsned, I, 3, 86; II, 175; III,109, 111, 137, 167, 255, 270, 486; IV, 151.
Buhârî, “Cihâd”, 184, “Mesâcid”, 302, “Vitir”, 7, “Meġāzî”, 27, “Tefsîr”, 7/5, 9/18, 20, “Feżâʾilü’l-Ḳurʾân”, 3, 8, “İʿtiṣâm”, 2, 28.
Müslim, “Mesâcid”, 301, “İmâre”, 134.
Nasr b. Müzâhim, Vaḳʿatü Ṣıffîn (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1401/1981, s. 497-503.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), V, 49.
Sülemî, Ṭabaḳāt, s. 11.
Gazzâlî, Kitâbü’l-Erbaʿîn, Kahire 1328, s. 130.
Takıyyüddin İbn Teymiyye, el-Furḳān, Kahire 1366/1977, s. 36.
Şa‘rânî, eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ, Kahire 1315, I, 58.
J. Wellhausen, el-Ḫavâric ve’ş-Şîʿa (trc. Abdurrahman Bedevî), Küveyt 1978, s. 25, 32-37.
T. Nagel, “Ḳurrāʾ”, EI2 (İng.), V, 499-500.