https://islamansiklopedisi.org.tr/mahmud-nuri-tophaneli
İstanbul’un Tophane semtinde doğdu. Tophâneli ve Enderûnî nisbeleriyle tanındı. Gençlik yıllarında medrese öğrenimi yanında tekke mûsikisi eğitimi de aldığı anlaşılmaktadır. Halvetiyye şeyhi Hasan Burhâneddîn-i Cihangîrî’ye (ö. 1074/1663) intisap ederek onun terbiyesinde mânevî eğitimini tamamladı. İyi seviyede tekke mûsikisi ve icrasına vâkıf olduğundan Cihangir Camii yakınında mensubu bulunduğu tekkenin zâkirbaşısı oldu.
Mahmud Nûri bir Kadir gecesi Allah’a mânevî bir hal içinde yönelmişken Şeyh Hamdullah gibi aklâm-ı sitteyi, Mîr İmâd-ı Hasenî tarzında nesta‘lik hattını öğrenip yazma arzusunu dile getirdiği, bu sanatta başarılı olmak için Allah’a niyazda bulunduğu rivayet edilir. Bu dileğinin ardından Hâfız İmam Mehmed Efendi’den sülüs, nesih meşkine başladı. Eğitiminde üstün başarı göstererek icâzet almaya hak kazandı. Ayrıca Mîr İmâd’ın önde gelen talebelerinden, Yenikapı Mevlevîhânesi’nde hücrenişin olan Derviş Abdî-yi Mevlevî’den nesta‘lik hattını meşketti. Bu yazıda da çok başarılı oldu ve icâzet aldı. Böylece yeteneği, yazıya olan muhabbeti ve gayretiyle emelini gerçekleştirdi. Zamanının hattatları arasında tanındı. Aklâm-ı sitte, sülüs, nesta‘lik ve celîde yazdığı eserler dikkati çekti ve haklı bir şöhret kazandı. Şöhreti saraya kadar uzanınca Enderûn-ı Hümâyun’a alındı. Bundan sonra Enderûnî nisbesiyle de anıldı. Burada ne zaman çalışmaya başladığı bilinmeyen Mahmud Nûri, Hazîne-i Hümâyun’da mevcut Şeyh Hamdullah’ın yazdığı mushafı taklit ederek bir mushaf yazdı ve padişaha takdim etti. Bu mushafın Şeyh Hamdullah’ın yazdığı mushaftan ayırt edilemeyecek kadar başarılı ve güzel yazılmasından dolayı padişah Mahmud Nûri Efendi’yi “kâtibü’s-sırr-ı sultânî” hizmetiyle ödüllendirdi. Mushafın günümüzde nerede olduğu bilinmemektedir. Mahmud Nûri daha sonra yazdığı eserlerine genel olarak “Semî-yi Muhammed Mahmûd Kâtibü’s-sırr-ı Sultânî” veya “Semî-yi Muhammed Mahmûd” şeklinde ketebe koydu. Enderun’dan emekliye ayrıldıktan sonra seksen yaşını geçmiş olduğu halde 1080’de (1669) vefat etti, kabrinin yeri belli değildir.
Kaynaklarda Mahmud Nûri’nin sülüs, nesih, celî ve nesta‘likte zamanının en kudretli hattatı olduğu, özellikle nesta‘lik hattının Osmanlı ülkesinde Derviş Abdî-yi Mevlevî’den sonra onun vasıtasıyla yayıldığı kaydedilir. Fakat hat sanatında böyle üstün bir mevki kazanmasına rağmen Mahmud Nûri’nin günümüze ancak sayılı birkaç eseri ulaşabilmiştir. Sülüs, nesih yazısına tek bir örnek 1040 (1631) tarihli icâze hattıyla “Mahmud Tophânevî” ketebeli bir murakka‘ içinde yer alan kıtasıdır (Süleymaniye Ktp., Süleymaniye, Murakkaât, nr. 9/19). Celî sülüs yazıda ise günümüze ulaşmış iki eseri bilinmektedir. Bunlardan biri, Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’nün iç tezyinatı yapılırken IV. Murad’ın fermanı üzerine hazırladığı alt pencerelerle renkli camlı tepe pencereleri dizisi arasında yer alan mavi çini üzerine beyazla celî sülüs kuşak yazısıdır. Etkili ve zengin görünüşlü bu çini kitâbede besmele ve Bakara sûresinin 255. âyetinden (Âyetü’l-kürsî) 261. âyetin sonuna kadar olan kısım yazılmıştır. Diğeri, yine Topkapı Sarayı Has Oda Koğuş Destimal Odası’nın IV. Murad tarafından yapılan tamir kitâbesidir. Ketebesinde “ed-Dâî el-fakīr Mahmûd” yazılıdır. Bu kitâbe, mavi çini üzerine beyazla bir satır celî sülüs kelime-i tevhid ve celî sülüs beş beyit olarak paftalar düzeninde yazılmıştır. Bu örnekler Mahmud Nûri’nin celî sülüste ustalık seviyesini terkip ve istif gücünü göstermektedir. Mahmud Nûri’nin celî yazıları hazırlarken kalem hakkını gözeterek büyük bir sabır ve emekle tashih ettiği bilinmektedir. Dostlarından biri onun bu hünerine işaretle, “Sultanım, sizin için hüsn-i hattı yapar derler” deyince Mahmud Nûri’nin, “Bozar demesinler, yapar derlerse zararı olmaz” diye karşılık verdiği söylenir. Osmanlı nesta‘lik üstatlar halkasının ikinci büyük şahsiyeti olarak kabul edilen Mahmud Nûri’nin bu alanda da günümüze ulaşan bir eseri bilinmektedir. Özel bir koleksiyonda bulunan eser 1049 (1639) yılında istinsah edilmiştir. On yedi varak halindeki eser, güzel nesta‘lik ve ince nesta‘lik hatla Mîr İmâd-ı Hasenî üslûbunda Çağatay ve Batı Oğuzcası ile bir lugat mecmuasıdır. Ketebesinde “Mahmud Nûrî” yazılıdır.
Mahmud Nûri’nin nesta‘lik yazıda Mîr İmâd-ı Hasenî tavrına hâkimiyetini ve ustalığını gösteren şu olay nakledilir: Bir mecliste zamanının İmâd-ı Rûm’u kabul edilen Mehmed Rızâ Efendi’ye, Mahmud Nûri’nin Mîr Ali’nin bir kıtasını taklit ederek yazdığı bir kıtayı gösterirler. Mehmed Rızâ kıtayı dikkatle inceledikten sonra tereddüt göstererek, “Mîr Ali’nin veya Mîr İmâd’ın olmalıdır” der. “Mahmud Nûri Efendi’nindir” denince inanmaz. Bunun üzerine Mahmud Nûri Efendi kıtayı Rızâ Efendi’nin yanında bir daha yazar. Mehmed Rızâ Efendi büyük bir hayranlıkla baktığı kıta için, “Bunu yazana ancak İmâd-ı Rûm demek yaraşır” diye övgüde bulunur. Mahmud Nûri’nin nesta‘lik yazı üslûbunu kendisinden sonra en iyi temsil eden öğrencisi Siyâhî Ahmed Efendi’dir. Zekeriyyâ b. Hüseyin b. Mesîh’in, Mehmed Sâlih Zuhûrî b. İshak’ın, ünlü bestekâr ve mûsikişinas, Hâfız Post’un Mahmud Nûri’den nesta‘lik yazıyı meşketmiş hattatlar arasında adları geçer. Kaşıkçızâde Ali ve Nasuhpaşazâde Ömer, Mahmud Nûri’nin sülüs ve nesih yazılarda yetiştirdiği diğer talebelerindendir.
BİBLİYOGRAFYA
Naîmâ, Târih (s.nşr. Zuhuri Danışman), İstanbul 1968, s. 1488.
Suyolcuzâde, Devhatü’l-küttâb, s. 80.
Müstakimzâde, Tuhfe, s. 511-512, 736-737.
a.mlf., Cerîde-i Ta‘lîkıyan, Bibliothèque Nationale, Supplément Turc, nr. 1156, vr. 49b.
Habîb, Hat ve Hattâtân, İstanbul 1305, s. 151-152.
Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İstanbul 1933, s. 136.
Reşad Ekrem Koçu, Topkapı Sarayı, İstanbul, ts., s. 111.
Şevket Rado, Türk Hattatları, İstanbul, ts. (Yayın Matbaacılık), s. 99.
Habîbullah Fezâilî, Aṭlas-ı Ḫaṭ, İsfahan 1350 hş./1971, s. 557.
Mehdî Beyânî, Aḥvâl ü Âs̱âr-ı Ḫoşnüvîsân, Tahran 1363 hş., III-IV, 869, 882.
Ali Alparslan, Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul 1999, s. 162.
Abdurrahman Şeref, “Topkapı Saray-ı Hümâyunu”, TOEM, II (1327), s. 408, 412, 413.
Ekrem Hakkı Ayverdi, “Bağdad Köşkü”, İst.A, IV, 1804-1808.
Semavi Eyice, “Bağdat Köşkü”, DİA, IV, 445.