https://islamansiklopedisi.org.tr/mahzen
Sözlükte “bir şeyi saklamak, biriktirmek” mânasına gelen hazn kökünden mekân ismi olan kelimenin terim anlamında ilk defa, Ağlebî Emîri I. İbrâhim’in (800-812) Abbâsî beytülmâline göndermek üzere içine zekât ve haraç vergilerini koyduğu demir sandıklar için kullanıldığı tesbit edilmiştir (İA, VII, 190). Bu terimin IV. (X.) yüzyılın başlarından itibaren Abbâsî Devleti’nde para, mücevherat ve kıymetli eşyanın saklandığı, bazan vezirliğe de vekâlet eden sâhibü’l-mahzen tarafından yönetilen hazineyi ifade ettiği görülmektedir (İbnü’l-Esîr, VIII, 165). Doğu İslâm dünyasında daha sonra kurulan devletlerde yerini “hazine” ve “hazinedar” kelimelerine bırakacak olan mahzen ve sâhibü’l-mahzen tabirleri Zengîler ve Eyyûbîler zamanında da kullanılmıştır (Ebû Şâme, III, 232).
Mahzen teriminin kapsamı, XII. yüzyılın ortalarından itibaren Fas’ta hüküm süren müslüman hânedanlarda aynı zamanda hazinenin beslediği idarî teşkilâtı yani hükümeti ifade edecek şekilde genişlemiştir. Temelleri Murâbıtlar zamanında (1056-1147) atılan ve Fas’ın Fransız himayesine girişine kadar devam eden mahzen teşkilâtı gerçek şekliyle Muvahhidler döneminde (1147-1269) kurulmuştur (İA, VII, 190). Bu dönem tarihçilerinden Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî, mahzen kelimesini idarî bir terim olarak “hükümet” karşılığında kullanan ilk müelliftir (Aḫbârü’l-Mehdî b. Tûmert, s. 38; İbrâhim Harekât, es-Siyâse, s. 182). Muvahhidler’in kurucusu Abdülmü’min el-Kûmî devletini teşkilâtlandırırken kabile reislerinden elli kişilik bir meclis oluşturmuştu. Muvahhid ordusunu teşkil eden kabileler kendilerine tahsis edilen topraklar için haraç vergisi ödemezlerdi. Askerî hizmetleri karşılığında vergiden muaf tutulan bu kabilelere “kabâilü’l-mahzen” deniyordu.
Bu uygulama Fas’ta Muvahhidler’den sonra hüküm süren Merînîler, Vattâsîler ve Sa‘dîler zamanında devam etti; bu kabilelere büyük kısmı Arap olan diğer bazı kabileler de eklendi. Nitekim Sa‘dîler dönemi âlimlerinden İbn Asker el-Mağribî’nin (ö. 986/1578) “mesâlihu’l-mahzen” tabiriyle mahzen ismini “devlet” ve genel olarak “devletin bütün birimleri” karşılığında kullandığı görülmektedir (Devḥatü’n-nâşir, s. 105). Avrupa devletleriyle gittikçe yoğunlaşan resmî ilişkiler, sefir mübadeleleri ve ticarî anlaşmalar mahzenin gerçek bir hükümete dönüşmesini zorunlu hale getirmişti. Sa‘dîler bu konuda bilhassa Osmanlı devlet teşkilâtını örnek aldılar. Fas’ta XX. yüzyılın başlarına kadar ayakta kalacak olan idarî sistem, Sa‘dîler’in en meşhur sultanlarından Ahmed el-Mansûr (1578-1603) tarafından kurumsallaştırıldı ve bütün yetkilerin sultanın elinde bulunduğu mahzen adı verilen idarî sistem oluşturuldu. Ülke toprakları, hükümete (mahzen) itaat eden Arap kabilelerin çoğunluğu teşkil ettiği “bilâdü’l-mahzen” ve hükümetin meşruiyetini tanımakla birlikte vergi vermekten kaçınan kabilelerin oturduğu “bilâdü’s-sibâ” şeklinde iki kısma ayrılmıştı. Ancak bilâdü’l-mahzen ile çoğunluğu Berberî olan bağımsız kabilelerin yaşadığı dağlık kesim bilâdü’s-sibâ arasında gerçek bir sınır bulunmuyordu. Bu sınırlar devletin gücüne göre değişiyor, bazı kabileler de teslimiyetle bağımsızlık arasında yer alıyordu.
Asıl Fas’ı teşkil eden, bir nevi askerî iktâ sisteminin uygulandığı bilâdü’l-mahzende yaşayan kabileler “ceyş” (gîş) ve “nâibe” olarak iki gruba ayrılmıştı. Ceyş kısmını oluşturan kabileler askerî hizmetleri karşılığında vergiden muaf tutulmuştu. Kendilerine iktâ olarak verilen araziler için nâibe denilen vergiyi ödeyen kabileler ise bunun karşılığında ordu defterinden silinmişlerdi. Ülkenin geliri büyük ölçüde nâibeden ve limanlardan sağlanan vergilerden meydana geliyordu. Ancak nâibe kabileleri ihtiyaç anında süvari birlikleri teşkil ederek mahzenin emrine girerlerdi. Sultanın ülkede hâkimiyet ve kontrolü bu iki kabile grubuna dayanıyordu.
Osmanlı idaresi de Cezayir’de otoritesini güçlendirmek ve kabileleri itaat altında tutabilmek için benzeri bir sistem uygulamıştır. Bazı toprakları eski sahiplerine bırakıp bazı kabilelere de yeni topraklar vermek suretiyle kabâilü’l-mahzen denilen bu kabilelere askerî bir statü tanımış ve otoritesini onlara dayandırmıştır. Bu kabileler hazır asker ve kervan koruyucusu olup vergi tahsilinden, vergi veren kabileleri itaat altında tutmaktan sorumluydu.
Mahzen teşkilâtı XVII. yüzyılda Filâlî şerifleri zamanında daha da geliştirildi. Mevlây İsmâil ceyş kabilelerini güçlendirdi, kuvvetli bir ordu kurarak isyancı unsurları ve taht iddiasında bulunan hânedan mensuplarını itaat altına almaya çalıştı. Berberî kabilelerinin saldırı ve yayılma hareketini durdurmak için bilâdü’l-mahzen sınırında yetmiş altı hisar inşa ettirdi.
Bilâdü’l-mahzen, Filâlîler zamanında sadrazama bağlı olarak çalışan ve her birinin başında bir kâtip bulunan üç bölgeye ayrılmıştı. Birinci kâtiplik Cebelitârık’tan Bûrakrak vadisine, ikincisi Bûrakrak’tan Sahrâ’ya, üçüncüsü Tâfîlâlt (Selemiye) bölgesine bakardı. Mevlây Muhammed Sîdî döneminde (1859-1873) Avrupa ile ilişkileri yönetmek üzere “vezîrü’l-bahr” unvanı verilen yeni bir görevli tayin edildi. Onun nâibü’s-sultân unvanını taşıyan temsilcisi Tanca’da oturur, Avrupa devletlerinin temsilcileriyle merkez mahzen arasında irtibatı sağlar ve ortaya çıkan ihtilâfları yerinde çözerdi. İç ve dış siyasetin imkân ve zaruretleri doğrultusunda gelişme gösteren mahzen, Fas’ta himaye öncesi döneme kadar devam edecek nihaî şeklini Mevlây Hasan devrinde (1873-1894) aldı. Bir hükümet divanına dönüştürülen, sadrazamın başkanlık ettiği mahzen vezîrü’l-bahr (dış işleri bakanı), allâf (harbiye nâzırı), emînü’l-ümenâ (maliye nâzırı), vezîrü’ş-şikâyât / kâtibü’ş-şikâyâttan (sonraları başkadılığın da eklenmesiyle adalet bakanlığı) meydana geliyordu. Hükümet sarayına “dârü’l-mahzen” deniyordu. Sadrazam ülke meselelerini görüşmek için günde iki defa sultanın huzuruna çıkardı. Mevlây Hasan zamanında sarayın iç işleri, hâcible sarayın muhafız birliklerinin kumandanlığı yanında yerli ve yabancı elçileri karşılama, siyasî ve idarî suçluları takip ve resmî evrakı sultana takdim etmekle görevli olan kumandan (kāidü’l-meşver) tarafından yürütülüyordu.
Nöbetleşe başşehir olarak kullanılan Fas, Merakeş ve Tâfîlâlt’ın genellikle sultanın oğulları veya kardeşleri arasından tayin edilen valileri halife unvanını taşır, onların da bir mahzenleri olurdu. Diğer vilâyetlerin başında ise âmil yahut paşa unvanlı görevliler bulunurdu. Küçük merkezler ve bâdiyelerdeki kabileler, kendilerine geniş yetkiler verilmiş kāidler veya tarikat önderi şeyhler tarafından yönetilirdi. Vergilerin toplanması, vatandaşların askere celbi ve mahzenle ilişkilerini onlar düzenlerdi. Mahzen muhtemel tehditleri bertaraf etmek için kabileleri küçük birimlere ayırırdı. Nitekim Mevlây Hasan geniş bölgeleri 300’den fazla kāid arasında paylaştırmıştı. Mahzen görevlileri ceyş kabilelerinin büyük ailelerinden ve şehirli orta sınıf mensupları arasından seçilirdi.
Fas’ta XX. yüzyılda başlayan himaye idaresi döneminde mahzen teşkilâtında önemli değişiklikler yapıldı; dışişleri ve harbiye bakanlıkları “résident général” unvanını taşıyan Fransız genel valisine, maliye işleri de maliye genel müdürlüğüne verildi. Birer bakanlık şeklinde teşkilâtlandırılan ziraat, maarif, haberleşme, sağlık müdürlüklerine Fransız memurlar getirildi. Biri devlet mülklerine, diğeri vakıf arazilerine bakmak üzere iki vezirlik kuruldu.
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, VIII, 165; X, 95, 133, 174; XI, 26-27; XII, 442.
Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravżateyn (nşr. İbrâhim ez-Zeybeyk), Beyrut 1418/1997, III, 232.
İbn Kesîr, el-Bidâye, XII, 183, 305; XIII, 107.
İbn Asker el-Mağribî, Devḥatü’n-nâşir (nşr. Muhammed Haccî), Rabat 1397/1977, s. 105.
Selâvî, el-İstiḳṣâ, VII, 117, 122, 177; IX, 194-199.
R. Montagne, Les Berbères et le Makhzen dans le sud du Maroc, Paris 1930.
Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî, Aḫbârü’l-Mehdî b. Tûmert ve bidâyetü devleti’l-Muvaḥḥidîn (nşr. Abdülvehhâb b. Mansûr), Rabat 1971, s. 38, 64.
Mohamed Lahbabi, Le Gouvernement Marocain à l’aube du XXe siècle, Casablanca 1975.
Abdülkerîm Küreyyim, el-Maġrib fî ʿahdi’d-devleti’s-Saʿdiyye, Rabat 1398/1978, s. 228-252.
İbrâhim Harekât, el-Maġrib ʿabre’t-târîḫ, Dârülbeyzâ 1985, III, 355-371.
a.mlf., es-Siyâse ve’l-müctemaʿ fi’l-ʿaṣri’s-Saʿdî, Dârülbeyzâ 1408/1987, s. 181-190.
Muhammed Mezzîn, Fâs ve bâdiyetühâ, Rabat 1406/1986, II, 421-453.
R. Cherifi, Le makhzen politique au Maroc, Casablanca 1988.
R. Mantran, “Onaltıncı ve Onyedinci Yüzyıllarda Kuzey Afrika” (trc. Yusuf Yazar), İslâm Tarihi Kültür ve Medeniyeti, İstanbul 1989, III, 125-154.
A. Raymond, “Sömürge Öncesi Dönemde Kuzey Afrika” (trc. Yusuf Yazar), a.e., III,155-166.
İsmail Ceran, Mağrib’de Sa’dîler (doktora tezi, 1995), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 338-346.
Nâsırüddin Saîdûnî, Varaḳāt Cezâʾiriyye, Beyrut 2000, s. 257-307, 544-558.
E. Michaux-Bellaire – M. Buret, “Mahzen”, İA, VII, 189-195.
M. Buret, “Mak̲h̲zan”, EI2 (İng.), VI, 133-137.