https://islamansiklopedisi.org.tr/murabitlar
Hânedan adını, din âlimi Abdullah b. Yâsîn’in Senegal nehri üzerindeki bir adada inşa ettirdiği “ribât”tan almıştır. Devleti kuran kabilelerden Lemtûne’ye nisbetle ed-Devletü’l-Lemtûniyye, mensupları yüzlerini bir peçeyle örttükleri için el-Mütelessimûn, el-Mülessimûn diye de isimlendirilir. Kuzey Afrika, V. (XI.) yüzyılın ilk yarısında Zenâte kabilesinden müstakil emirlikler tarafından yönetiliyordu. Sanhâce’den Cüdâle’nin reisi Yahyâ b. İbrâhim 427’de (1036) hac dönüşü Kayrevan’da Mâlikî fakihi Ebû İmrân el-Fâsî ile görüşürken, III. (IX.) yüzyılda İslâm’a girmekle birlikte dinî kültür bakımından zayıf kalan bu kabileler arasında tebliğ faaliyeti başlatmayı düşündüğünü söyleyince Ebû İmrân talebesi Veccâc b. Zellû’nun bu konuda kendisine yardımcı olacağını bildirdi. Veccâc da bu iş için talebelerinden Abdullah b. Yâsîn el-Cezûlî’yi görevlendirdi. Önce Cüdâle, ardından Lemtûne kabilesinin yurduna giden Abdullah b. Yâsîn, olumlu bir sonuç alamayınca Lemtûne kabilesi liderlerinden Yahyâ b. Ömer’le ve diğer bazı talebeleriyle birlikte Senegal nehri üzerindeki bir adaya yerleşip burada bir ribât yaptırdı. Talebeleriyle beraber tebliğ ve cihad hareketi başlatarak Cüdâle ve Lemtûne başta olmak üzere Sanhâce’ye mensup kabileleri itaat altına aldı (434/1042-43). Dinî otoriteyi elinde tutan Abdullah ordunun kumandanlığına Cüdâle’nin reisi Yahyâ b. İbrâhim’i, o ölünce de Yahyâ b. Ömer’i getirdi. 445 (1053) yılında Batı Sudan-Kuzey Afrika kervan yolunun önemli ticaret merkezi Sicilmâse zaptedildi. Abdullah b. Yâsîn, Yahyâ b. Ömer’in ölümü üzerine yerine kardeşi Ebû Bekir’i tayin etti (447/1055). Ebû Bekir kuzeye yönelerek Fâtımîler’in elindeki Sûs bölgesinin merkezi Târûdânt’a hâkim oldu. Ardından Mağrib-i Aksâ’ya giren Abdullah b. Yâsîn’e bağlı kuvvetler Ağmât’ı Zenâte’nin elinden aldılar ve burayı geçici başşehir edinerek Murâbıtlar Devleti’ni kurdular (448/1056). Batı Sudan’daki Gāne Krallığı topraklarına girip Evdeguşt şehrini işgal ettiler. Daha sonra iki kol halinde kuzeydeki Gumâre ve putperest Bergavâta kabilelerinin üzerine yürüdüler.
Abdullah b. Yâsîn’in ölümünün (451/1059) ardından Ebû Bekir b. Ömer önce Bergavâta’yı itaat altına aldı, Lemtûne ile Cüdâle arasında önemli bir ihtilâf çıktığı duyulunca Fas bölgesinin yönetimini amcazadesi Yûsuf b. Tâşfîn’e bırakıp bu ihtilâfı çözmek için Sahrâ’ya gitti (453/1061). Ertesi yıl Merakeş şehrinin inşaatını başlatan Ebû Bekir, 460 (1068) yılına kadar Rif’ten Tanca’ya uzanan bölgeyi kontrol altına almayı başardı. Daha sonra Sudan’a yönelip Gāne Devleti’ne bağlı birçok merkezi ele geçirdi. Dönüşte Merakeş yakınlarında Yûsuf b. Tâşfîn ve kalabalık ordusu tarafından karşılandı (465/1073). Yûsuf’un ordusunun ihtişamını görünce endişeye kapılan Ebû Bekir devlet ricâlinin önünde tahtını Yûsuf’a devrettiğini açıkladı ve ordusunun başında tekrar Sahrâ’ya döndü. 469 (1076-77) yılında Gāne Devleti’nin başşehrini hâkimiyeti altına aldı, İslâmiyet’i kabul eden kralını makamında bıraktı. Emrindeki birlikler kısa sürede Batı Sudan’ı ve bölgedeki altın madenlerini ele geçirdi. Bölge halkının büyük bir kısmı İslâmiyet’i bu dönemde kabul etti. Ebû Bekir 480’de (1087) öldü.
Öte yandan Yûsuf b. Tâşfîn, Mağrib-i Aksâ’nın önemli sahil şehri Tanca’yı ele geçirdi (470/1077-78) ve Mağrib-i Evsat’a yönelerek Vecde (Vücde), Tilimsân ve Vehrân’ı alıp Cezayir şehrine kadar ulaştı (1080). Cezayir’de günümüze ulaşan bir cami (el-Câmiu’l-kebîr) inşa ettirdi. Daha sonra Sebte’ye (Ceuta) hâkim oldu (477/1084). Tuleytula’nın (Toledo) işgalinden sonra Kastilya (Castilla) ve Aragon krallıkları karşısında zor duruma düşen Endülüs’teki müslüman emirlikler Yûsuf b. Tâşfîn’den yardım istediler. On üç Endülüs emîrinin imzaladığı davet mektubunu alan Yûsuf, Cezîretülhadrâ’nın (Algeciras) kendisine verilmesi şartıyla Endülüs’e geçti (479/1086). İşbîliye (Sevilla), Gırnata, Mâleka (Malaga) ve Batalyevs’ten (Badajoz) gelen Endülüs kuvvetlerinin katıldığı ordusuyla Zellâka’da (Sacralias) Kastilya kralına karşı kesin bir zafer kazandı (12 Receb 479 / 23 Ekim 1086). Yaklaşık bir asırdır zaferi unutan Endülüs müslümanlarını yok olmaktan kurtaran Yûsuf, hıristiyan yayılmasını durduran bu zaferin ardından Abbâsî Halifesi Muktedî-Biemrillâh’tan “emîrü’l-müslimîn” ve “nâsırüddin” unvanlarını aldı. Mağrib’de nâib olarak bıraktığı oğlu Ebû Bekir’in öldüğünü duyunca hemen Merakeş’e döndü. Bağdat Abbâsî Halifesi Müstazhir-Billâh’a elçi gönderip saltanatının meşruiyeti için ondan menşur istedi. Ardından halife ve kendisi adına para bastırdı, hutbelerde onun adını da okuttu. Yûsuf, müslüman emîrlerin yeniden birbirleriyle mücadeleye girmesi ve Kastilya kralının tekrar saldırılara başlaması üzerine 481 (1088) yılında ikinci defa Endülüs’e geçti. Gazzâlî ve İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî gibi fakihlerin, anlaşmazlığa düşen ve birbirlerine karşı hıristiyan krallıklardan yardım isteyen Endülüs emîrleriyle savaşmanın câiz olduğuna dair fetva vermeleri üzerine 483’te (1090) üçüncü defa Endülüs’e geçen Yûsuf b. Tâşfîn, Gırnata ve Mâleka’yı zaptettikten sonra Kuzey Afrika’ya döndü. Endülüs’te bıraktığı kuvvetler, Kastilya kralıyla anlaşan Abbâdî Emîri İbn Abbâd el-Mu‘temid-Alellah’ın elinden Kurtuba ve İşbîliye’yi, Zünnûnîler’den başşehir Belensiye’yi ve Eftasîler’den Batalyevs’i aldı. Bu sırada Balear adaları da ele geçirildi. Böylece anlaşma yapılan Sarakusta Hûdîleri hariç Endülüs’teki müslüman emirliklerin toprakları Murâbıt ülkesine katılmış oldu. Yûsuf, 496 (1103) yılında iki oğlu Ebû Tâhir Temîm ve Ali ile birlikte tekrar Endülüs’e geçti. Kurtuba’da kumandan, vali ve kabile reislerini toplayarak onlara oğlu Ali’yi veliaht tayin ettiğini açıkladı ve ona biat etmelerini istedi. 17.000 kişilik bir orduyu önemli merkezlere dağıtıp Mağrib’e döndü. Kısa bir süre sonra Merakeş’te öldü (3 Muharrem 500 / 4 Eylül 1106).
Yûsuf b. Tâşfîn dönemin en büyük İslâm devletlerinden birini kurmuş ve birbirleriyle mücadele eden küçük emirliklere bölünmüş Mağrib’de siyasî birliği tesis ederek ülkesinin sınırlarını Tunus’tan Atlas Okyanusu’na, Nijer nehrinden İspanya’da Ebro nehrine kadar genişletmiş, Endülüs’te sona ermek üzere olan İslâm varlığının devamını sağlamıştır. Murâbıtlar’ın Endülüs’teki hâkimiyeti yarım asırdan fazla devam etmiş, bu sürenin ilk yirmi beş yılında istikrar sağlanmış ve hıristiyan krallıklara karşı önemli başarılar elde edilmiştir. İkinci dönemde fakihlerin, mahallî emîrlerin ve ağır vergilerden bunalan halkın Murâbıtlar’dan desteğini çekmesi ve aleyhteki faaliyetleri yüzünden karışıklıklar çıkmış, bundan istifade eden hıristiyanlar Murâbıtlar karşısında üst üste başarılar kazanmaya başlamıştır. Kastilya Krallığı bir Haçlı ordusuyla Meriye’yi (1147), Katalonya Kontluğu da Turtûşe (1148) ve Lâride’yi (1149) ele geçirmiştir. Hıristiyan istilâsının hızla yayıldığı bu dönemde Endülüs müslümanlarının imdadına bu defa Muvahhidler yetişmiştir.
Babasından zengin bir hazine ve güçlü bir ordu devralan Ali b. Yûsuf Endülüs’teki cihad hareketini devam ettirdi. Onun Endülüs’e ilk geçişinde Kastilya’ya karşı kazandığı Uclés (Uklic) zaferi Murâbıtlar’ı İspanya’da gücünün doruğuna çıkardı (501/1108). Endülüs’e ikinci geçişinde Tuleytula’yı kuşattı; ancak güçlü bir direnişle karşılaşınca muhasarayı kaldırmak zorunda kaldı (506/1112-13), bununla birlikte Madrid ve civarındaki bazı merkezler ele geçirildi. Beş yıl sonra Üşbûne (Lizbon) alındı ve Hûdîler’in merkezi Sarakusta ilhak edildi. 1116 yılında Pisa, Cenova, Berşelûne (Barselona) ve bir yıl önce müttefik güçlerinin eline geçen Mayurka, Minorka ve Yâbise adaları geri alındı. Ertesi yıl Sarakusta, Aragon kralının himayesine sığınmış olan Sarakusta Emîri Abdülmelik İmâdüddevle ve Aragon orduları tarafından işgal edildi. Bir yıl sonra Abdülmelik’i şehirden çıkaran Aragon kralı, üzerine gönderilen Murâbıt ordularını bozguna uğrattı. 515’te (1121) Kurtuba’da çıkan isyanı ve karışıklıkları bastırmak için bir defa daha Endülüs’e geçen Ali b. Yûsuf, İbn Tûmert’in Sûs’ta isyan ettiğini öğrenince Mağrib’e dönmek zorunda kaldı. Üç yıl sonra Sûs bölgesini eline geçiren İbn Tûmert liderliğindeki Muvahhidler, Merakeş’e saldırılar düzenlemeye başladılar. Endülüs’te Aragon Kralı Gırnata’daki hıristiyanların teşvikiyle Gırnata’yı kuşattıysa da şiddetli bir savunmayla karşılaşınca geri çekilmek zorunda kaldı (1127). Murâbıtlar 534’te (1139-40) Muvahhidler’e karşı büyük bir zafer kazandılar. Ancak Ali b. Yûsuf’un son yıllarında Mağrib’deki merkezlerin büyük bir kısmı Muvahhidler’in eline geçti. Otuz yedi yıl hüküm süren Ali büyük ölçüde Mâlikî fakihlerinin tesiri altında kalmış, bu dönemde onların etkisiyle kelâm ve felsefe yasaklanmış, Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i başta olmak üzere bazı kitaplar yakılmıştır. Ali b. Yûsuf imar işlerine önem vermiş, Merakeş şehri genişletilip büyük bir başşehir haline dönüştürülmüştür.
537’de (1143) ölen Ali b. Yûsuf’un yerine tahta çıkan oğlu Tâşfîn iki yıl kadar süren hükümdarlık dönemini Muvahhidler’le savaşarak geçirdi. Bu savaşlarda hıristiyan birliklerinin kumandanı Reverter’den büyük yardım gördü. Ancak bu kumandanın gayretleri devleti yıkılmaktan kurtarmaya yetmedi. Merakeş’in güneyindeki dağlık bölgeyi ele geçiren Abdülmü’min el-Kûmî liderliğindeki Muvahhidler 538 (1144) yılında kazandıkları zaferle Murâbıtlar’a ağır bir darbe vurdular. Yenilginin ardından Tilimsân yakınlarında Muvahhid kuvvetlerine karşı iki ay boyunca direnen Tâşfîn b. Ali, Tilimsân’ı terkederek Vehrân’a (Oran) sığındı. Sahilde yaptırmış olduğu müstahkem kalede Muvahhid kuvvetleri tarafından sıkıştırılınca geceleyin tek başına kaçmaya çalışırken bir uçurumdan düşerek öldü (Ramazan 539 / Mart 1145). Tâşfîn’in öldüğü duyulunca Merakeş’te küçük yaştaki oğlu İbrâhim’e biat edildi, ancak amcası İshak b. Ali onun hükümdarlığını tanımadı. Bunun üzerine Merakeş’te iç savaş başladı. Muvahhid kuvvetleri Fas, Miknâse, Selâ şehirlerini ve nihayet Merakeş’i ele geçirerek İshak b. Ali ve İbrâhim b. Tâşfîn’i öldürüp Murâbıtlar’ı ortadan kaldırdılar (18 Şevval 541 / 23 Mart 1147). Muvahhidler Merakeş’i aldıktan sonra Endülüs’e yöneldiler. Murâbıt hâkimiyetini tekrar kurmaya çalışan Benî Gāniye’den Endülüs Valisi Yahyâ b. Ali el-Messûfî’nin 543’te (1148) Gırnata’da ölümüyle Endülüs’teki Murâbıt hâkimiyeti de sona ermiş oldu. Murâbıtlar Devleti’nin çöküşü yirmi beş yıl gibi çok kısa bir süre içinde gerçekleşmiş ve 1121’de başlayan süreç 1147’de tamamlanmıştır. Bununla beraber Benî Gāniye, Murâbıtlar adına Balear adaları ve İfrıkiye’de VII. (XIII.) yüzyıla kadar hüküm sürmeye devam etmiştir.
Murâbıtlar, Zenâte Beberîleri’nden birçok kabile veya kabile federasyonunun hâkim olduğu bir mozaik görünümündeki Batı Mağrib’i Mâlikî mezhebine bağlı dinî bir anlayış çerçevesinde birleştirmişler, ilk defa Kuzey Afrika’yı ve Endülüs’ü hâkimiyeti altına alan güçlü bir devlet kurarak mülûkü’t-tavâif döneminde çöküşe başlayan Endülüs’ün dört asır daha müslümanların elinde kalmasında büyük rol oynamışlardır. Murâbıtlar’ın ortaya çıkışı, Fas’ı ve bütün Kuzey Afrika’yı önemli bir bölge haline getirmiştir. Murâbıtlar, Kuzey Afrika ve Endülüs İslâm tarihinde önemli rol oynadıkları gibi Sudan, Sahrâ, Moritanya, Mali, Nijer Cumhuriyeti ve Kuzey Nijerya’nın tarihinde izleri günümüze kadar gelen tesirler icra etmişlerdir. İslâm dini Batı Sudan’da Murâbıtlar döneminde yayılmış, Tinbüktü ve Cenne şehirleri kısa süre içinde önemli merkezler haline gelmiştir. Murâbıtlar döneminde Mağrib’de mimari ve kültürel alanda Endülüs tarzı hâkim olmuştur. Fas’taki Karaviyyîn Camii’nde, Merakeş’teki Kubbetü’l-Bârûdiyyîn ve Tilimsân’da aslî şekliyle bugüne ulaşabilmiş tek Murâbıt camisi olan el-Câmiu’l-kebîr’de Endülüs mimarisinin açık tesirleri görülmektedir. Murâbıtlar Abbâsî halifeliğinin mânevî üstünlüğünü tanımışlar, bayraklarına ve saltanat paralarının üzerine Abbâsî halifesinin adını yazmışlar, hutbelerde onların adlarını da zikretmişlerdir. Komşu müslüman emirliklerle dostane münasebetler kurmuşlardır. Sadece Mısır’da hüküm süren Şiî-Fâtımîler’e karşı mesafeli durmuşlar ve Fâtımî ülkesinden geçen hac yolunu kullanmayıp hac kafilelerini Yukarı Sudan üzerinden Hicaz’a göndermişlerdir.
Teşkilât. Murâbıtlar Devleti’nin başında “emîr” veya “emîrü’l-Murâbıtîn” unvanlı bir hükümdar bulunuyordu. Yûsuf b. Tâşfîn, Zellâka zaferinin ardından “emîrü’l-müslimîn” unvanını almıştır (İbn Ebû Zer‘, s. 149). Murâbıtlar, Yûsuf b. Tâşfîn’in oğlu Ali’yi veliaht tayin etmesiyle verasete dayalı saltanat haline gelmiştir. Veliahdın büyük oğul olması şartı bulunmamaktaydı; sultan, ulemâ ve devlet ricâline danışarak oğulları arasından ehil gördüğünü bu makama getirirdi. Mutlak hükümdarlık söz konusu olmakla birlikte Murâbıt sultanları baştan itibaren şûrayı vazgeçilmez bir prensip haline getirmişlerdir. Yûsuf b. Tâşfîn devlet adamları ve Mâlikî fakihleriyle istişare etmeden karar almazdı. Ulemânın nüfuzu Ali b. Yûsuf döneminden itibaren görülmemiş derecede artmış, hükümdar onların sözünden çıkamaz hale gelmiştir. Murâbıtlar Devleti askerî temel üzerine kurulmuştu. Hükümdar, valiler ve kadılar birer kumandandı. Siyasî ve askerî görevler genellikle Lemtûne ve Cüdâle kabilesi liderlerine verilirdi. Vezir unvanı taşıyan divan kâtiplerinin bir kısmı askerî sınıftan ve sultanın yakın akrabaları arasından, diğerleri mülûkü’t-tavâif saraylarında çalışmış İbn Bâcce gibi Endülüslü ilim adamlarından seçilirdi. Dinî, adlî görevlerle divanlarda umumiyetle Endülüslü ilim adamları istihdam edilirdi. Valiler Lemtûne ve Cüdâle reislerinden seçilir, Endülüs’te nâib unvanı taşıyan bir genel vali bulunurdu; bu görev âdet olarak veliahda verilirdi. Gırnata veya Kurtuba’da oturan nâib Endülüs’teki diğer vali ve kadıları tayin ve azil yetkisine sahipti; başkumandanlık yanında mezâlim mahkemesine de başkanlık ederdi. Ülkenin Merakeş’ten sonra ikinci başşehri durumundaki Fas şehri valiliğine sultanın yakınları getirilirdi. Merkez teşkilâtında görevli emîrlerin başında yer alan el-vezîrü’l-kebîr çeşitli devlet işlerini yürüten ve vezir unvanı taşıyan divan kâtiplerinin başkanıydı. Bu divanlardan Dîvân-ı İnşâ devlet yazışmalarını, Dîvân-ı Ganâim ve Nafakāt-ı Cünd askerî işleri, Dîvân-ı Darâib malî işleri yürütür, Dîvân-ı Müstahlas devlet arazilerinin yönetimiyle ilgilenirdi. Murâbıtlar kuvvetli bir kara ordusuna ve güçlü bir donanmaya sahipti. Orduda ağırlık süvari birliklerine verilmişti. Yûsuf b. Tâşfîn zamanında süvari birliklerinin mevcudu 100.000’i aşmıştı. Sultan bu kuvvetlerden 17.000’ini Endülüs’te muhtelif şehirlerde yerleştirmiş, sınır boylarında hıristiyanlarla savaşta tecrübe kazanmış Endülüs birliklerini görevlendirmişti. Sebte ve Tanca’nın alınmasının ardından bu iki şehirdeki tersanelerden ve Endülüslü denizcilerden yararlanılarak kuvvetli bir donanma kurulmuştur. Endülüs’e geçişten sonra donanmaya daha da önem verilmiş, denizciliğin güçlenmesi dış ticarette de etkili olmuştur. Murâbıt ordusunda önde ok ve mızrak kullanan yaya ve hafif süvari birlikleri, sağ ve sol cenahla merkezde ağır süvari birlikleri görev yapardı. Seçme askerlerden teşkil edilen artçı kısım doğrudan hükümdar veya başkumandan tarafından yönetilirdi. Endülüslü askerler ayrı birlikler halinde savaşa katılırdı.
Kadılık müessesesi Murâbıtlar devrinde son derece önemli bir makam haline gelmiş, bu göreve getirilen ve çoğu Endülüslü olan fakihlere büyük yetkiler verilmiştir. Yûsuf b. Tâşfîn devlet meselelerinde onların görüşünü almayı kural haline getirmişti. Kadıların yetki bakımından valiler, kumandanlar ve diğer devlet ricâlinin önüne geçmesi yıkılış döneminde onları alternatif liderler haline getirmiştir. Nitekim devletin yıkılışı esnasında Gırnata, Kurtuba, Mâleka, Belensiye (Valencia) ve Mürsiye’de (Murcia) çıkan isyanlara bu şehirlerin kadıları liderlik etmiştir. Kadıların başında biri Mağrib’de, diğeri Endülüs’te görev yapan iki başkadı (kādılcemâa) bulunurdu. Mağrib başkadısına “kādı’l-hadra” ve “kādı’l-Mağrib” de denilirdi. Diğer kadıların tayininde görüşü alınır, vali tayinlerinde de etkili olurdu. Müslümanlarla zimmîler arasındaki davalara müslüman kadılar, zimmîlerin kendi aralarındaki davalara da kendi hâkimleri bakardı. Ali b. Yûsuf zamanında ayrıca askerî kadılık görevi ihdas edilmiştir. “Kudâtü’l-mahalle” (kudâtü’l-cünd) denilen askerî kadılar savaşlara da katılırdı. Adlî görevlerden mezâlim mahkemesi başkanlığını sultan, veliaht veya vezîr-i kebîr yapardı. Diğer adlî görevlilerden “sâhibü’l-medîne” (sâhibü’l-leyl) unvanı taşıyan sâhibü’ş-şurta emniyet ve asayişten, sâhibü’l-mevârîs miras işlerinden, muhtesip çarşı pazardan sorumluydu.
İlim ve Kültür Hayatı. Murâbıtlar özellikle Endülüs’te parlak bir ilmî ve fikrî harekete mirasçı oldular. Endülüs emîrlerinin saraylarında yetişmiş pek çok kâtip Murâbıt sarayında görevlendirilmiştir. Dindar bir hükümdar olan Yûsuf b. Tâşfîn’in meclisleri çoğu Endülüslü olan âlimlerle dolup taşıyordu. Yûsuf b. Tâşfîn, kendisine karşı derin bir muhabbet besleyen Doğu İslâm dünyasının büyük âlimi Gazzâlî’ye hayrandı. Mülûkü’t-tavâif meselesinde olduğu gibi ihtiyaç duyduğunda onun fetvasına başvururdu. Öte yandan Endülüs’ün ilhakından sonra Endülüslü âlimlerin Kuzey Afrika’ya gelerek Merakeş ve Fas gibi şehirlere yerleşmesi iki yaka arasındaki ilmî irtibatı güçlendirmiştir. Bu arada çok sayıda âlim Doğu İslâm dünyasına giderek uzun sürelerle oralarda kalmıştır. Ali b. Yûsuf döneminden itibaren nüfuzlarını iyice arttıran Mâlikî fakihleri mantık, kelâm ve felsefe ilimlerine karşı olumsuz bir tavır ortaya koymuşlardır. Kurtuba kadısı İbn Hamdîn’in fetvasıyla Gazzâlî’nin İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’i yakıldığı gibi diğer bazı kelâm ve felsefe kitapları da yakılmıştır. Bununla birlikte Murâbıtlar zamanında büyük âlimler yetişmiştir. Kıraat ilminde Ebü’l-Hasan İbnü’l-Bâziş, oğlu Ebû Ca‘fer İbnü’l-Bâziş, İbn Azîme el-İşbîlî, Ebû Abdullah Muhammed b. Saîd el-Makkarî ve Ahmed b. Muhammed el-Lahmî ile tefsirde İbn Atıyye el-Endelüsî ve Ebû Bekir İbnü’l-Arabî bunların en önemlileridir. Devrin hadis âlimlerinin başında Endülüs muhaddislerinin imamı sayılan Ebû Ali es-Sadefî, Ebû Ali el-Gassânî, Ebû Abdullah Muhammed b. Hüseyin es-Sebtî, Ebü’l-Velîd İbnü’d-Debbâğ, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Kādî İyâz, Ruşâtî, Ebü’l-Kāsım Ahmed b. Ömer et-Temîmî ve İbnü’s-Sakr el-Hazrecî gelmektedir. Murâbıtlar hukuk alanında Mâlikî fıkhının mutlak anlamda hâkim olduğu, fakihlerin de sistemde yer aldığı bir düzen kurmuştur. Ebü’l-Velîd el-Bâcî, Muhammed b. Ahmed el-Ceyyânî, İbn Rüşd el-Ced, Ebû Bekir İbnü’l-Arabî fıkıh ve usûl-i fıkıh alanında temayüz eden âlimlerdendir. Fakihlerin olumsuz tutumuna rağmen bu dönemde Ebû Abdullah Muhammed b. Halef el-İlbîrî ve Ebü’l-Abbas Ahmed b. Abdurrahman es-Sarakustî gibi kelâmcılar ve İbnü’l-Arîf, yakın dostu İbn Berrecân, İbn Kāsî gibi sûfîler yetişmiştir. Murâbıtlar devrinde felsefe, riyâzî ve tabii ilimler alanında önceki dönemin uzantısı olarak bir gelişme görülmektedir. Murâbıt sarayında vezirlik ve tabiplik yapan İbn Bâcce felsefenin yanında riyâziye, mûsiki ve tabiat ilimlerinde de otoriteydi. İbnü’s-Sîd el-Batalyevsî ve Ebü’s-Salt ed-Dânî bu ilimlerde yetişen diğer âlimlerdir. İbn Medâ riyâziye, Batı’da Geber adıyla bilinen ve Batlamyus’un yanlışlarını düzeltmek için Kitâbü’l-Heyʾe fî ıṣlâḥi’l-Mecisṭî adlı eseri yazan Câbir b. Eflah astronomi alanında çalışmıştır. Tıp ilminde İbn Rüşd, Ebü’l-Alâ İbn Zühr, oğlu ve bu ailenin üçüncü ve en meşhur hekimi Ebû Mervân İbn Zühr gibi büyük hekimler yetişmiştir. Nahiv ve lugat ilimlerinde İbnü’s-Sîd el-Batalyevsî, Ebû Bekir İbn Meymûn, İbn Hişâm el-Lahmî ve Ebü’l-Abbas Ahmed b. Abdülcelîl et-Tüdmîrî gibi âlimler vardır. Arap nesir ve şiiri Dîvân-ı İnşâ’da görevlendirilen Endülüslü edipler ve kâtipler sayesinde parlak bir dönem yaşamıştır. Muhammed b. Abdurrahman el-Ukaylî, Ahmed b. Ali b. Seyyid el-Kinânî, Hafsa er-Rekûniyye, İbn Hamdîs, Ahmed b. Hüreyre, İbn Hafâce, A‘mâ et-Tutîlî, Yûsuf b. Tâşfîn ve oğlu Ali’nin kâtibi İbn Abdûn el-Fihrî ile İbn Kuzmân bu devirde yetişen önemli şairlerdir. Murâbıtlar döneminde yetişen edip ve tarihçiler Endülüs ve Endülüs edebiyatı tarihinin önemli eserlerini kaleme almışlardır. Abdullah b. İbrâhim el-Hicârî, Ebû Bekir Yahyâ b. Muhammed el-Ensârî, İbnü’s-Sayrafî, Kādî İyâz, İbn Beşküvâl, İbn Bessâm eş-Şenterînî, İbn Hafâce, İbnü’s-Sîd el-Batalyevsî, İbn Ebü’l-Hısâl ve Feth b. Hâkān el-Kaysî bunların en meşhurlarıdır (geniş bilgi için bk. Nykl, s. 219-235). Murâbıt sarayına intisap eden Muhammed b. Hasan el-Murâdî, Emîr Ebû Bekir b. Ömer’in isteği üzerine Mağrib’de yazılan ilk siyâsetnâme olan el-İşâre fî tedbîri’l-ʿimâre’yi yazmıştır. İbn Ebû Rendeka et-Turtûşî’nin Sirâcü’l-mülûk adlı eseri de bir siyâsetnâmedir. Ziraat alanında Zühretü’l-bustân ve nüzhetü’l-eẕhân isimli eseriyle tanınan Muhammed b. Mâlik et-Tığnerî de bu dönemde yetişmiştir.
İçtimaî ve İktisadî Hayat. Murâbıt toplumu müslümanlar, hıristiyanlar ve yahudilerden meydana geliyordu. Ekseriyeti teşkil eden müslümanlar, devleti kuran askerî sınıf olan Murâbıtlar ve diğer kesimler olarak ikiye ayrılıyordu. Kuruluş yıllarında sade bir hayat yaşayan ve cihada büyük önem veren kabile reisleri, Yûsuf b. Tâşfîn’in vefatından sonra Endülüs’ten etkilenip saraylar ve köşkler yaptırarak lüks bir hayat tarzını benimsemiş ve cihad ruhunu kaybetmişlerdir. Mağrib ve Endülüs’te Murâbıtlar tarafından sağlanan istikrar ve bir ölçüde maddî refah İbn Tûmert’in isyanına kadar devam etmiştir. Yûsuf b. Tâşfîn, sadece şer‘î vergilerle yetinerek önceden alınmakta olan diğer vergileri kaldırınca devlet ihtiyaçlarını karşılayamaz hale gelmiş, bunun üzerine cihad yükünü paylaştırmak için yeni vergiler koymuştur. Dünyanın en zengin yahudilerinden olan Lucena yahudilerinden cizye dışında da vergi almıştır. Ali b. Yûsuf alınıp satılan her mal üzerine vergi koyarak vergi kapsamını genişletmiştir.
Murâbıtlar’da topraklar “arzu’l-mahzen” (müstahlas) denilen mîrî araziler, kabilelere verilen iktâlar, vakıf arazileri ve özel mülklerden oluşuyordu. Dîvân-ı Müstahlas devlet arazilerinin yönetimiyle ilgilenirdi. Devletin kuruluşundan önce bölgede kervan ticaretinden en fazla istifade eden Sanhâce kabilesi, kuruluştan itibaren bu ticareti daha da güçlendirerek Mağrib ve Endülüs’te önemli bir iktisadî rol oynamıştır. Altın kaynağı Batı Sudan’a ulaşan kervan yolları sayesinde dış ticarette büyük bir ilerleme kaydedilmiştir. Murâbıt hükümdarları 450 (1058) yılından itibaren kendi adlarına sikke bastırmıştır. Paraların üzerinde “Abdullah emîrü’l-mü’minîn” ibaresi yer alıyordu. Yaygın kanaate göre bu isim ve unvanla Abbâsî Halifesi Kāim-Biemrillâh kastediliyordu. Onun ölümünden sonra da ibarede bir değişiklik yapılmamıştır. Para birimleri olan dinar XI. yüzyılın ortalarından itibaren ülkelerarası ticarette önem kazanmış, on beş merkezde basılan ve Murâbıtî denilen dinarlar bütün Akdeniz limanlarına yayılmış, hatta Avrupa’da taklitleri basılmıştır. Bu dönemde Murâbıt dinarının İstanbul’a kadar ulaştığı bildirilmektedir. Murâbıt idarecileri Endülüslü zanaat erbabından istifade ederek Mağrib’de ziraat ve endüstriyi geliştirmiş ve iki yaka arasında sıkı bir ticarî hareket başlatılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Abdullah b. Bulukkīn, et-Tibyân (nşr. Emîn Tevfîk et-Tîbî), Rabat 1995, s. 121-176.
Bekrî, el-Mesâlik, II, 858-865.
Şerîf el-İdrîsî, Nüzhetü’l-müştâḳ, Beyrut 1409/1989, s. 233-236.
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X, 151-155, 187-193, 417-418, 558-559, 569-584.
Abdülvâhid el-Merrâküşî, el-Muʿcib fî telḫîṣi aḫbâri’l-Maġrib (nşr. M. Saîd el-Iryân), Kahire 1963, s. 147-241.
a.mlf., Ves̱âʾiḳu’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn (nşr. Hüseyin Mûnis), Kahire 1997.
İbnü’l-Ebbâr, el-Ḥulletü’s-siyerâʾ (nşr. Hüseyin Mûnis), Kahire 1985, II, 85-102, 186-198.
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib, IV.
Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XXIV, 253-277.
İbn Ebû Zer‘, Enîsü’l-muṭrib (nşr. C. J. Tornberg), Rabat 1973, s. 119-171.
el-Ḥulelü’l-mevşiyye fî ẕikri’l-aḫbâri’l-Merrâküşiyye (nşr. Süheyl Zekkâr – Abdülkādir Zimâme), Dârülbeyzâ 1399/1979, s. 15-141.
İbnü’l-Hatîb, el-İḥâṭa, III, 446-454; IV, 58-59, 347-354.
İbn Haldûn, el-ʿİber, VI, 181-205.
Mahmûd b. Saîd Makdîş, Nüzhetü’l-enẓâr fî ʿacâʾibi’t-tevârîḫ ve’l-aḫbâr (nşr. Ali ez-Züvârî – Muhammed Mahfûz), Beyrut 1988, I, 431-449.
Yûsuf Eşbâh, Târîḫu’l-Endelüs fî ʿahdi’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn (trc. M. Abdullah İnân), Kahire 1417/1996, I, 67-124, 178-246; II, 232-262.
Selâvî, el-İstiḳṣâ, II, 3-77.
A. R. Nykl, Hispano-Arabic Poetry, Baltimore 1946, s. 219-315.
Hasan Ahmed Mahmûd, Ḳıyâmü devleti’l-Murâbıṭîn, Kahire 1956.
M. Vüld Dâdâh, Mefhûmü’l-mülk fi’l-Maġrib, Beyrut 1964, s. 99-122.
M. Abdullah İnân, ʿAṣrü’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn fi’l-Maġrib ve’l-Endelüs, Kahire 1383/1964, I/1, s. 1-474.
Ebû Bekir b. Ali es-Sanhâcî, Aḫbârü’l-Mehdî b. Tûmert ve bidâyetü devleti’l-Muvaḥḥidîn (nşr. Abdülvehhâb b. Mansûr), Rabat 1971, s. 13-76.
Hasan Ali Hasan, el-Ḥaḍâretü’l-İslâmiyye fi’l-Maġrib ve’l-Endelüs: ʿAṣrü’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn, Kahire 1980, s. 18-44, 52-62.
Ch.-A. Julien, Histoire de l’Afrique du Nord: Tunisie-Algérie-Maroc, Paris 1980, II, 76-102.
Seyyid Abdülazîz Sâlim, el-Maġribü’l-kebîr, Beyrut 1981, II, 690-766.
J. Cuoq, Histoire de l’islamisation de l’Afrique de l’Ouest, Paris 1984, s. 29-50.
İbrâhim Harekât, el-Maġrib ʿabre’t-târîḫ, Dârülbeyzâ 1405/1984, I, 151-232.
Sa‘dûn Abbas Nasrullah, Devletü’l-Murâbıṭîn, Beyrut 1405/1985.
M. Mecîd Saîd, eş-Şiʿr fî ʿahdi’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn bi’l-Endelüs, Beyrut 1985.
İhsan Abbas, Târîḫu’l-edebi’l-Endelüsî: ʿAṣrü’ṭ-Ṭavâʾif ve’l-Murâbıṭîn, Beyrut 1985, II, 29-31, 45-50, 65-70, 257-278.
Hasan İbrâhim, İslâm Tarihi, V, 141-160, 378-385.
Habîb el-Cenhânî, Dirâsât fi’t-târîḫi’l-iḳtiṣâdî ve’l-ictimâʿî li’l-Maġribi’l-İslâmî, Beyrut 1986, s. 89-103.
Mustafa Behcet, el-İtticâhü’l-İslâmî fi’ş-şiʿri’l-Endelüsî fî ʿahdey mülûki’ṭ-ṭavâʾif ve’l-Murâbıṭîn (doktora tezi, 1986), Câmiatü Asyût Külliyyetü’l-lugati’l-Arabiyye.
Hamdî Abdülmün‘im M. Hüseyin, Târîḫu’l-Maġrib ve’l-Endelüs fî ʿaṣri’l-Murâbıṭîn: Devletü ʿAlî b. Yûsuf el-Murâbıṭî, İskenderiye 1986.
Mustafa İbrâhim el-Müşînî, Medresetü’t-tefsîr fi’l-Endelüs, Beyrut 1406/1986, s. 89-91, 149-193, 251-283, 329-392, 474-501, 538-559.
Mustafa ez-Zebbâh, Fünûnü’n-nes̱ri’l-edebî bi’l-Endelüs fî ẓılli’l-Murâbıṭîn, Dârülbeyzâ 1987.
Jamil M. Abu’n-Nasr, A History of the Maghrib in the Islamic Period, London 1987, tür.yer.
İsmet Abdüllatîf Dendeş, el-Endelüs fî nihâyeti’l-Murâbıṭîn ve müstehilli’l-Muvaḥḥidîn, Beyrut 1988, s. 25-136.
a.mlf., Devrü’l-Murâbıṭîn fî neşri’l-İslâm fî ġarbi İfrîḳıyâ, Beyrut 1408/1988, s. 27-168.
a.mlf., Eḍvâʾ cedîde ʿale’l-Murâbıṭîn, Beyrut 1991.
V. Lagardère, Les Almoravides jusqu’au règne de Yūsuf b. Tāšfīn (1039-1106), Paris 1989.
Münâ Hasan Ahmed Mahmûd, Tâşfîn b. ʿAlî b. Yûsuf, Kahire 1990.
I. Hrbek – J. Devisse, “Les Almoravides”, Histoire générale de l’Afrique, Paris 1990, III, 365-395.
P. Guichard, Les musulmans de Valence et la reconquête (XIe-XIIIe siècles), Damas 1990-91, I, 82-100; II, tür.yer.
G. Marçais, La Berbérie musulmane et l’Orient au moyen âge, Dârülbeyzâ 1991, s. 238-275.
D. Urvoy, “The ʿUlamāʾ of al-Andalus”, The Legacy of Muslim Spain (ed. Salma Khadra Jayyusi), Leiden 1992, s. 865-868.
Hüseyin Mûnis, Târîḫu’l-Maġrib ve ḥaḍâretüh, Beyrut 1412/1992, II, 5-95.
İbrâhim el-Kādirî Bûtşîş, el-Maġrib ve’l-Endelüs fî ʿaṣri’l-Murâbıṭîn, Beyrut 1993.
Abdülfettâh Mukallid el-Guneymî, Mevsûʿatü târîḫi’l-Maġribi’l-ʿArabî, Kahire 1414/1994, II, 101-191.
Abdülhak el-Merînî, Şiʿrü’l-cihâd fi’l-edebi’l-Maġribî I (doktora tezi, 1996), Fas Câmiatü Sîdî Muhammed b. Abdullah, s. 225-391.
Hasan Cellâb, ed-Devletü’l-Murâbıṭıyye, Merakeş 1418/1997.
Kemâl Seyyid Ebû Mustafa, Târîḫu’l-Endelüs el-iḳtiṣâdî fî ʿaṣri devleteyi’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn, İskenderiye, ts. (Merkezü’l-İskenderiye li’l-kitâb), s. 40-61, 337-377.
J. Bosch Vilá, Los Almoravides, Granada 1998.
M. Mahmûd Abdullah b. Biyye, el-Es̱erü’s-siyâsî li’l-ʿulemâʾ fî ʿaṣri’l-Murâbıṭîn, Beyrut 1421/2000.
Sâmiye Mustafa M. Mes‘ad, el-Ḥayâtü’l-iḳtiṣâdiyye ve’l-ictimâʿiyye fî iḳlîmi Ġırnâṭa fî ʿaṣreyi’l-Murâbıṭîn ve’l-Muvaḥḥidîn, Kahire 1423/2003.
J. F. Torres, “Tesorillo de dinares Almorávides hallado en la Alcazaba de Almería”, Coins and Coinage of al-Andalus (ed. Fuat Sezgin), Frankfurt 2003, VI, 87-97.
Lütfi Şeyban, Reconquista: Endülüs’te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri, İstanbul 2003, tür.yer.
H. Terrasse, “L’art de l’empire almoravide: ses sources et son évolution”, St.I, III (1955), s. 25-34.
E. Lévi-Provençal, “Le titre souverain des Almoravides et sa légitimation parle Califat Abbâside”, Arabica, II, Leiden 1955, s. 265-288.
A. Launois, “Influence des docteurs Malékites sur le monnayage Zīrīde de type Sunnite et sur celui des Almoravides”, a.e., XI (1964), s. 127-150.
Ahmed Muhtâr el-Abbâdî, “eṣ-Ṣafaḥâtü’l-ûlâ min târîḫi’l-Murâbıṭîn”, Câmiʿatü’l-İskenderiyye Mecelletü Külliyyeti’l-âdâb, XXI, İskenderiye 1967, s. 47-79.
H. T. Norris, “New Evidence on the Life of ‘Abdullāh b. Yāsīn and the Origins of the Almoravid Movement”, JAfr.H, XII/2 (1971), s. 255-268.
a.mlf., “al-Murābiṭūn”, EI2 (İng.), VII, 584-589.
Maria Jesús Viguera Molins, “Las cartas de al-Gazālī y al-Ṭurṭūšī al soberano almorávid Yūsuf b. Tāšufīn”, al-Andalus, XLII/2, Madrid 1977, s. 341-351.
Ronald A. Messier, “Quantitative Analysis of Almoravid Dinars”, JESHO, XXIII/1-2 (1980), s. 102-118.
F. Meier, “Almoraviden und marabute”, WI, XXI/1-4 (1981), s. 115-163.
Salâh Abdülhâdî Mustafa, “İshâmü’l-Murâbıṭîn fî neşri’l-İslâm fi’ş-Şimâli’l-İfrîḳī ve’s-Sûdâni’l-Ġarbî”, el-Müʾerriḫu’l-ʿArabî, sy. 31, Bağdad 1407/1987, s. 203-213.
D. Lange, “The Almoravids and the Islamization of the Great States of West Africa”, Res orientales, VI, Paris 1994, s. 65-76.
a.mlf., “The Almoravid Expansion and Downfall of Ghana”, Isl., LXXIII (1996), s. 313-351.
N. Leutzion, “The Almoravids in the Sahara and Bilād al-Sūdān: A Study in Arab Historiography”, Jerusalem Studies in Arabic and Islam, XXV, Jerusalem 2001, s. 133-152.
Şinasi Altundağ, “Murâbıtlar”, İA, VIII, 580-586.
P. Chalmeta, “al-Murābiṭūn”, EI2 (İng.), VII, 589-591.
Ch. Ewert, “Almoravid Art”, Dictionary of the Middle Ages (ed. J. R. Strayer), New York 1982, I, 196-197.