https://islamansiklopedisi.org.tr/museccer
Sözlükte “ayrılığa düşmek; ayrışmak” anlamındaki şecr (şücûr) kökünün “tef’îl” kalıbından türeyen müşeccer kelimesi “ağaç biçimi verilmiş şey” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “şcr” md.). Arap edebiyatında gövde ve dalları ile ağaç biçiminde düzenlenmiş bir nazım türünün adıdır ve beyitleri ağaç dalları gibi birbirine girdiği için bu adla anılmıştır. Mustafa Sâdık er-Râfiî, edebiyattaki müşeccer kelimesini “şeceretü’n-neseb”le (soy ağacı) ilgili görmekte ve şeceretü’n-nesebin IV. (X.) yüzyıldan itibaren kullanıldığı kanaatine vardığını belirtmektedir (Târîḫu âdâbi’l-ʿArab, III, 420).
Müşeccer türü, öncelikle kasidenin kökü ve gövdesi (cezr) konumunda bir beyit nazmedilerek sayfanın ortasına gelecek şekilde aşağıdan yukarıya doğru yazılır ve ağaç gövdesi gibi dikilir. Daha sonra aynı vezin ve kafiyede olan ve gövde beytin hizasındaki kelimesiyle ilgili bulunan sağdan ve soldan fer‘î (dal) beyitler ağaç dalları biçiminde aşağıdan yukarıya doğru paralel olarak sıralanır. Böylece gövde beytin her kelimesiyle başlayan sağ ve sol dal konumunda iki tamamlayıcı beyit oluşur. Dal beyitlerin ilk kelime veya kelimeleri gövde beytin kelime veya kelimeleriyle başlarsa da farklı kelimelerle devam eder ve tamamlanır. Dal beyitler, aşağıdan yukarıya doğru ilerledikçe gövde beyitten yalnız son kelimesinde (örnekte أَلَمِ kelimesi) farklı bulunur.
Mustafa Sâdık er-Râfiî bu nazım türünün XI. (XVII.) yüzyılda ortaya çıktığını, o devir ediplerinin taştîre müşeccer adını verdiklerini, bugün ise bu türün “mutarraz” adıyla anıldığını açıklamaktadır (a.g.e., a.y.). Ancak el-Muḳtebes dergisinde daha eski bir örneğinin bulunduğu ileri sürülmüştür. 1232’de (1817) bilinmeyen bir kişi tarafından derlenen Neylü’s-suʿûd fî tercemeti’l-Vezîr Dâvûd adlı şiir mecmuasında, söz konusu vezirle ilgili methiyelerden sonra çeşitli şairlerden yapılmış seçmeler arasında Bedîüzzaman el-Hemedânî’ye (ö. 398/1008) nisbet edilen bu tür bir şiirin de yer aldığı, ancak bugün tanındığı şekliyle sağ ve sol yönden değil tek yönden fer‘î beyitlere sahip olduğu belirtilmiştir (a.g.e., a.y.). Ebû Temmâm, İbnü’r-Rûmî ve İbnü’l-Mu‘tez gibi III. (IX.) yüzyıl şairlerinde ilk örnekleri görülen muşattar (mutarraz) şiir türleri de müşeccer kasideye ilham kaynağı olabilecek mahiyettedir (bk. MUSAMMAT). Hâfız İbrâhim’den başka Hama âlimlerinden Muhammed el-Fahhâm’ın da müşeccer türü kasideleri bulunmaktadır (Bekrî Şeyh Emîn, s. 182-184).
Sözlük biliminde müşeccer eş anlamlılık, çok anlamlılık ve bazan da karşıt anlamlılık yoluyla kelimelerin zincirleme olarak birbiriyle açıklandığı telif türüdür. Birbiriyle açıklanan kelimeler iç içe girip ağaç dalları gibi girift bir kompozisyon oluşturduğu için “müşeccer, şecerü’d-dür, müdâhal, mütedâhal” diye anılmıştır. Bazı yazarlar müselsel hadis teriminden esinlenerek sözü edilen türe müselsel adını vermeyi uygun görmüştür. Bu tür sözlüklerde öncelikle “şecere” denilen ve kelimeler zincirinin ilk halkasını oluşturan bir anahtar kelime (baş kelime) zikredilir. Ardından bu başka bir kelimeyle, o bir başkasıyla, o da bir diğeriyle açıklanır. Böylece birbirinin anlamını açıklayan kelimeler zinciri, yazarın sözlük bilimi ve eş anlamlı kelimeler alanındaki gücüne göre yirmiye kadar çıkabilir (Ahmed eş-Şerkāvî İkbâl, s. 341). Neticede her bir şecerede birbiriyle açıklanan ve bir tek anahtar kelimede birleşen kelime sayısı 100’e ve daha fazlasına ulaşabilir. Daha sonra aynı anahtar kelime veya diğer bir kelimeyle başlanan bir fasla geçilerek ortak bir anlam etrafında kelimeler zinciri inci dizisi gibi bir kompozisyon oluşturur. Türe “şecerü’d-dür” denilmesi de onun inci dizisinden oluşan gerdanlığa benzetilmiş olmasındandır. Zincirin ilk halkasını teşkil eden ve bölüme adını veren ilk kelimeye şecere veya miftâh denildiği gibi “ağacın kökü veya gövdesi” anlamında cezr de denir; ondan doğup zincirlenen kelimelere de “ağacın dalları” mânasında fürû‘ adı verilir. Bazı örnekler: Şeceretü’l-emel: Emel: recā’, ḫavf, feza‘, iġās̱e; nuṣret, i‘âne, rifd, i‘tâ’, inḳıyâd, ṭâ‘at, imtis̱âl. Şeceretü’l-evb: Evb: rec‘, maṭar, ġays̱, kele’, ʿuşb, ʿaḳḳār, devâ’, bür’, şifâ (mine’l-ille, illet), sebeb; ḥabl, ribâṭ. İlk örnekteki sözlük türünde genellikle eş anlamlı, yakın anlamlı bazan da çağrışımlı kelimeler birbiriyle açıklanır. İkinci örnekte “şifâ”nın “illet”le açıklanması gibi kelimeler zincirinin halkalarında tezat ilgisi de yer alabilir. Bu tür sözlüklerde bazı kelimelerin lafız veya mânalarına ilişkin şâhid mâhiyetinde örnekler de yer alır. Bazı yazarlar her bölüme bir beyitle başlar. Anahtar kelime olarak o beyitteki garîb veya nâdir kullanılan bir kelimeyi seçip kelimeler silsilesini başlatır. Bir kısım yazar da her bölümü şiirle başlatır, şiirle bitirir.
Müşeccer türü eserler lafız ve anlam zenginliği sağlayarak dilin gelişmesine imkân verdiği gibi okuyucuya kullanılanlarla birlikte az kullanılan (garîb) veya kullanılmayan (nâdir, mehcûr, metrûk) kelimeleri öğrenme kolaylığı sağlar. Nitekim bu nevi sözlükler daha ziyade bu tür kelimeleri konu edinmiştir (Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, neşredenin girişi, s. 18, 43).
Müşeccer sözlük alanında zamanımıza ulaşan ilk eser Gulâmu Sa‘leb’in Kitâbü’l-Müdâḫal fî ġarîbi’l-luġa’sıdır (Kitâbü’l-Müdâḫalât). Otuz bölümden meydana gelen kitap, müellifi tarafından Ḥallü’l-Müdâḫal (ʿİlelü’l-Müdâḫal) adıyla şerhedilmiştir. Daha çok hocası Sa‘leb’den yaptığı nakillere dayanan ve irticâlen telif edilmiş izlenimi veren eseri Abdülazîz el-Meymenî (bk. bibl.) ve Muhammed Abdülcevâd (Kahire 1956, 1958) neşretmiştir. Gulâmu Sa‘leb’i Şecerü’d-dür adlı eseriyle öğrencisi Ebü’t-Tayyib el-Lugavî izler. Bir mukaddime ile altı bölümden oluşan eserde bölümler “şecere” ile ifade edilir ve her bir şecerede 100 kelime açıklanır, son şeceredeyse 500 kelime yer alır. Sözlükte şiirlerden seçilmiş 130 şâhid zikredilir. Eseri Muhammed Abdülcevâd, Şecerü’d-dür fî tedâḫuli’l-kelâm bi’l-meʿâni’l-muḫtelife adıyla yayımlamıştır (Kahire 1957, 1967, 1968, 1985). Eşterkûnî’nin el-Müselsel’i günümüze ulaşan üçüncü eserdir. Gulâmu Sa‘leb’in kitabını eksik ve yetersiz görerek kendi kitabını yazdığını belirten müellif elli bölümden oluşan daha hacimli bir telif ortaya koymuştur. Her bölüm şâhid konumundaki şiirlerle başlar ve sona erer. Eser Muhammed Abdülcevâd tarafından neşredilmiştir (Kahire 1377/1957, 1981). Nâşir bu konuda altı eserin bulunduğunu kaydeder.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “şcr” md.
Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Şecerü’d-dür (nşr. Muhammed Abdülcevâd), Kahire, ts. (Dârü’l-maârif), neşredenin girişi, s. 7-53.
İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 308, 314.
Süyûtî, el-Müzhir fî ʿulûmi’l-luġa ve envâʿihâ (nşr. M. Ahmed Câdelmevlâ v.dğr.), Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), I, 454.
Brockelmann, GAL, I, 309; Suppl., I, 543.
Sezgin, GAS, III, 155.
Mustafa Sâdık er-Râfiî, Târîḫu âdâbi’l-ʿArab, Beyrut 1394/1974, I, 194-196; III, 419-420.
M. Saîd İsbir – Bilâl Cüneydî, eş-Şâmil, Beyrut 1985, s. 279, 289, 304, 866.
Bekrî Şeyh Emîn, Müṭâlaʿât fi’ş-şiʿri’l-Memlûkî ve’l-ʿOs̱mânî, Beyrut 1986, s. 181-184.
Ahmed eş-Şerkāvî İkbâl, Muʿcemü’l-meʿâcim, Beyrut 1407/1987, s. 341-346.
Bû Şettâ Attâr, el-Meʿâcimü’l-ʿArabiyye, Rabat 1410/1990, s. 108.
Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-musṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürühâ, Beyrut 1996, s. 352-353, 375.
Abdülazîz el-Meymenî, “Ebû ʿÖmer ez-Zâhid”, MMİADm., IX/8 (1929), s. 449-460; IX/9 (1929), s. 532-544; IX/10 (1929), s. 601-616.
G. C. Anawati, “Textes arabes anciens édités en Égypte au cours des années 1981 à 1984”, MIDEO, XVII (1986), s. 138.