https://islamansiklopedisi.org.tr/name-i-humayun
Osmanlı padişahlarının yabancı devletlerin hükümdarları yanında vasal durumundaki beylere, imtiyazlı bölgelerin idarecilerine yolladığı mektupları ifade eder. Edebî metin (inşâ) kurmakta mahir Divan Kalemi memurları tarafından yazılan ve Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’nde düzenlenen her nâme mühimme defterlerine kaydedilirken XVII. yüzyılın sonundan itibaren nâme-i hümâyun defterlerine kopya edilmeye başlanmıştır. Bu defterlere ayrıca diğer hükümdar ve beylerden Osmanlı hükümdarına gelen mektuplar da kaydedilmiştir. Fakat nâme-i hümâyun ifadesi yalnızca Osmanlı padişahından giden mektuplar için kullanılmıştır.
Bir nâme-i hümâyun davet, tuğra, unvan, elkāb, dua, nakil/iblâğ, tembih/tekit, tarih, mahall-i tahrîr adı verilen rükünlerden meydana gelir. Davet kısmı nâmenin en başında Allah’ın inâyeti ve peygamberin şefaatinin istendiği kısmıdır. Diğer belgelere göre nâmelerde bu kısım bazan uzun tutulmuş ve zaman zaman buraya dört halifenin adı da ilâve edilmiştir. Davet kısmından hemen sonra nâmeyi gönderen padişahın tuğrası yer alır. Bu tuğra ehil bir kişi tarafından itinayla çekilir, devletin prestiji bakımından süslü ve sanatkârane bir şekilde padişahın adını temsil ederdi. Unvan kısmında genellikle padişahın hâkimiyetindeki memleketlerin adı arka arkaya sıralanır, ardından atalarından itibaren kendi adı ve unvanı yazılırdı. Daha sonra hitap edilen kişinin elkābı gelirdi. “Sen ki ...” diye başlayan bu cümlede muhatabın hâkimiyetinde bulunan ülkelerin isimleriyle birlikte unvanı belirtilirdi. Elkābdaki hitap ifadeleri farklılık gösterebilirdi; hatta aynı hükümdar için zaman zaman farklı elkāb kullanılıyordu. Bazı devletlere, meselâ İran şahlarına ve Bâbürlü hükümdarına gönderilen nâme-i hümâyunlarda elkāb kısmı daha dolgun olurdu. Bu kısım hitap edilen kişiye yapılan dua ile tamamlanırdı. Hem elkāb hem dua rükünlerinde kullanılması tavsiye edilen formüller Fâtih Kanunnâmesi’nde belirtilmiştir. Müslüman muhatapların şeref ve şanlarının artması, hıristiyan hükümdarların ise hidayete ermesi ve âkıbetlerinin hayırlı olması dilenirdi. Nâmenin asıl yazılış sebebini anlatan nakil kısmına, “Biline ki ... mâlûm ola ki ...” diye başlanır ve mektubun yazılış sebepleri (cülûs haberi, elçi gönderilmesi, barış veya ticarî konular) açıklanırdı. Padişahlar, taht değişikliklerinde cülûslarını haber vermek için kendilerinden önceki hükümdarın hal‘ veya ölüm gibi durumlarını bildirdikten sonra tarih kaydederek tahta çıktıklarını, kendileri için hutbe okunup para kestirildiğini ifade ederlerdi. Nâme-i hümâyunun son kısmı olan tekit/tembihte belirtilen duruma göre bir tembih veya bilinen bir konuya yeniden dikkat çekilen tekide yer verilirdi. “Gerektir ki ... imdi ... bilesin ki ...” diye başlayan cümlede bildirilen durum için yapılması gereken veya beklenen husus ifade edilirdi. Diğer resmî yazışmalarda olduğu gibi mektup, bu rüknün devamında yazıyla yazılmış tarih ve kaleme alındığı yeri gösteren kısımla tamamlanırdı. İstisnalar dışında nâme-i hümâyunların dili Türkçe olurdu.
Nâme-i hümâyunlarda sanatkârane süslenmiş tuğralar yanında bazan müslüman devletlere ve bağlı beylere yazılan nâmelerle gayri resmî mektupların tuğrasız gönderildiği de olurdu. Tuğrasız nâmelerde metnin sağ tarafındaki boşlukta padişahın mührü ve imzası bulunurdu. Bu kısım da Divan Kalemi’nde hazırlanır, padişah bu kalıba göre düz yazı şeklinde olan imzasını yazdıktan sonra gönderilen örnek yakılırdı. Nâme yazılıp süslenmesi bittikten sonra bir keseye yerleştirilir, bir kordonla altın kozaka iliştirilip açılmasına imkân verilmeyecek biçimde üstü mühürlenirdi. Çok farklı boyutlarda olabilen ve çoğunlukla âbâdî kâğıda yazılan nâme-i hümâyunlar gönderilirken “kubûr” adı verilen bir mahfaza içine veya serâser gibi altınlı ipekli kumaşlardan yapılmış keselere yerleştirilirdi. Nâme-i hümâyunlar yabancı ülkelere elçi gönderilecekse elçiyle yollanır veya önemli haberleri taşıyan güvenilir bir çavuş tarafından götürülür, bazan da gelen yabancı ülkelerin elçilerine hükümdarlarına götürmek üzere teslim edilirdi.
Padişah mektupları genelde nâme-i hümâyun olarak anılmakla birlikte gönderiliş sebeplerine göre farklı başlıklarla da ifade edilirdi. Meselâ “ilânnâme”ler ve “beşâretnâme”ler taht değişikliklerini bildiren mektuplardı. Bunlar merkeze bağlı beyliklere ve devletlere yazılıyorsa değişiklik bildirir ve bağlılıkların devamının beklendiği dile getirilirdi. Nâme-i hümâyunlar içinde sadece fetihnâmeler muhtevalarından dolayı farklılık gösterirdi ve yalnız yabancı devletlerin hükümdarına değil aynı zamanda Osmanlı ülkesindeki beylere de gönderilirdi. Nâme-i hümâyunlar özellikle ilk dönemlerde Grekçe, İtalyanca ve Slavca yazılırdı.
Bazı nâme-i hümâyunların tuğralarında çok kıymetli tezhiplere rastlanır. Tuğranın içine yapılan renkli tezhiplerden başka yazılan hattın üstüne de mürekkebi kurumadan altın serpildiği görülür. Tezhipsiz tuğraların bir kısmında tuğranın yazısı altınla çekilmiş olabilirdi. Tuğrası tezhipsiz veya tuğrasız nâmelerde tezhibin sayfa kenarlarına yapıldığı da vâkidir. Nâmenin hattı ise genelde siyah mürekkeple yazılır ve divanî olurdu. Bazan yazı içinde padişahın adı gibi önemli kelimeler renkli mürekkeple veya altınla, farklı üslûptaki yazılar ise farklı hattatlar tarafından yazılabilirdi. Nâme-i hümâyunlar, milletlerarası yazışmaların en güzel örneklerini oluşturması yanında birer sanat eseri olarak da değerlendirilir. Bu anlamda nâmeler, sanatlı yazı yazmada ve metin inşa etmede mahir münşîler tarafından yazılmış edebî yazı örnekleridir. Meşhur hattatlar tarafından kaleme alındıkları için aynı zamanda değerli hat örnekleridir, üstlerindeki tuğra ve tezhiplerle de dikkat çekici güzellikte sanat eserleridir. Kanûnî Sultan Süleyman’ın V. Karl, I. Ferdinand ve II. Maximilian’a yolladığı mektup ve fetihnâmeler yayımlanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Tevkiî Abdurrahman Paşa, Kānûnnâme (MTM, I/3 [1331] içinde), s. 497-544.
Uzunçarşılı, Saray Teşkilâtı, s. 290-296.
A. C. Schaendlinger, Die Schreiben Süleymāns des Prächtigen an Karl V., Ferdinand I. und Maximilian II., Wien 1983, I, tür.yer.
Mübahat S. Kütükoğlu, Osmanlı Belgelerinin Dili (Diplomatik), İstanbul 1998, s. 146-162.
a.mlf., “XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devletinde Fevkalâde Elçilerin Ağırlanması”, TKA, XXVII/1-2 (1989), s. 199-231.
Şule Aksoy, “Osmanlı Sultanlarının Tuğraları ve Tuğralı Belgeler”, Osmanlı, Ankara 1999, XI, 65-74.
Ali Akyıldız, Osmanlı Bürokrasisi ve Modernleşme, İstanbul 2004, s. 103-116.
Kırım Hanlarına Nâme-i Hümâyûn (2 Numaralı Nâme Defteri) (nşr. Başbakanlık Arşivi Genel Müdürlüğü), İstanbul 2013.
Abdurrahman Şeref, “Evrâk-ı Atîka ve Vesâik-i Târîhiyyemiz”, TOEM, I/1 (1329), s. 9-19.
Tevfik Temelkuran, “Dîvân-ı Hümâyûn Mühimme Kalemi”, TED, sy. 6 (1975), s. 129-175.
Halil İnalcık, “Osmanlı Bürokrasisinde Aklâm ve Muâmelât”, Osm.Ar., sy. 1 (1980), s. 1-14.
Ali Aktan, “Osmanlı Vesikalarında Kullanılan Kâğıt, Kalem, Mürekkep ve Nâmelerin Teçhizi”, EAÜİFD, sy. 8 (1988), s. 227-237.
Ali İbrahim Savaş, “Osmanlı Diplomatikasına Ait Nâme-i Hümâyûn, Ahidnâme-i Hümâyûn ve Mektup Tahlilleri”, AÜ Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi: OTAM, sy. 7, Ankara 1996, s. 219-251.
Hasan Gültekin, “İnşâ ve Tarihî Gelişimi”, International Journal of Central Asian Studies, XIII, Seoul 2009, s. 317-341.