PÂYE - TDV İslâm Ansiklopedisi

PÂYE

پايه
Müellif:
PÂYE
Müellif: FAHRİ UNAN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2007
Erişim Tarihi: 25.04.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/paye--rutbe
FAHRİ UNAN, "PÂYE", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/paye--rutbe (25.04.2024).
Kopyalama metni

Sözlükte “görev derecesi, rütbe, mertebe” anlamına gelen ve terim olarak ilmiye mensuplarına verilen rütbeyi anlatan Farsça pâye kelimesi daha geniş mânada herhangi bir memuriyetin fiilen ifa edilmek üzere değil adının rütbe ve unvan olarak verilmesini belirtir. Memuriyetin fiilen yapılanına ise mansıb denilir. Ancak bilfiil memuriyeti yürütenlerle bu memuriyeti veya mansıbı rütbe olarak almış kişiler teşrifatta aynı hak ve yetkilere sahip kabul edilmiştir. Osmanlı ilmiye mesleğinde XVI. yüzyılın sonlarından itibaren sıkça kullanılan pâye terimi hem eğitim öğretim kuruluşları olan medreselerin müderrislerinin, hem de adliye teşkilâtının ayrılmaz elemanları olan kadıların ve zaman zaman askerî sınıfa mensup kişilerin tayin ve terfileri dolayısıyla kaynaklarda geçer.

Pâye uygulamasının ortaya çıkışına yol açan gelişmeleri Fâtih Sultan Mehmed dönemine kadar indirmek mümkündür. Fâtih devlet teşkilâtını yeniden düzenlerken medrese teşkilâtını da gözden geçirmiş ve mevcut medreseleri bir tasnife ve derecelendirmeye tâbi tutmuştur. Böylece isimlerini müderrislerine ödenen günlük ücretlerden alan yirmili, yirmi beşli, otuzlu, kırklı ve ellili medreseler ortaya çıkmıştır. Ellili medreseler hâriç ve dâhil olmak üzere ikiye ayrılmış olup bunlardan ilki genellikle devlet erkânı tarafından teşkil edilmiş, dâhil medreseleri ise daha ziyade Osmanlı hânedan mensupları tarafından yaptırılmıştır. Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi’nde bu medrese derecelenmesinin en üstünde dâhil statüsündeki Sahn medreseleri (medâris-i âliye) yer alır. Bu dönemdeki yegâne altmışlı medrese fethin de sembolü olan Ayasofya yanındaki medreseydi. Süleymaniye medreselerinin kurulmasıyla yeni bir tasnif sistemi ortaya çıkmıştır. Yeni tasnife göre medreseler ibtidâ-i hâric, hareket-i hâric, ibtidâ-i dâhil, hareket-i dâhil, mûsıle-i Sahn, Sahn-ı Semân, ibtidâ-i altmışlı, hareket-i altmışlı, mûsıle-i Süleymâniyye, Süleymaniye, hâmise-i Süleymâniyye, dârü’l-hadîs (-i Süleymâniyye) olmak üzere on iki gruba ayrılmıştır. Bu tasnif XIX. yüzyılın sonlarına kadar varlığını korumuştur.

XVI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yeni medreselerin tasnifi, derecelenmesi ve pâye olarak geçen yeni bir uygulamanın ortaya çıkması medrese sayısının ve buralarda ders veren ulemânın artması ile yakından ilgilidir. Müderris sayısındaki artışa paralel olarak gerçekleştirilen yeni uygulama, müderrislerin hareketleri (tayinleri ve yükselme seyirleri) sırasında terfi imkânının bulunmadığı durumlarda devreye sokulan pâye sistemidir (Uzunçarşılı, s. 65). Meselâ Sahn müderrisliğine gelmesi istenen birine Sahn medreselerinde münhal kadro bulunmaması durumunda, Sahn dışındaki bir medresenin hükmen Sahn sayılarak tevcih edilmesi yoluna gidiliyordu. Böylece bir taraftan aynı statüde kalmak, aynı maaşı almak ve önünün tıkalı olduğunu görerek ümitsizliğe kapılmak gibi durumlar bertaraf edilmiş, diğer taraftan devlet açısından kendisini çıkmazda gören bazı ulemânın olumsuz hareketlere kalkışmasının önü alınmış oluyordu. Artık ilmiye mensuplarının yükselebilmesi için üst medreselerde münhal kadroların ortaya çıkmasını beklemeye gerek kalmıyor, bir üst medresenin pâyesi daha düşük seviyedeki bir medreseye verilmek suretiyle müderrisine terfi imkânı sağlanıyordu. Bu şekilde kendisine pâye verilen kişi bir üst medresenin müderrisiyle aynı hak ve yetkilere kavuşmuş oluyordu. Bu uygulama, XVI. yüzyılın sonlarından itibaren gittikçe artan bir şekilde medrese tasnifi içerisindeki bütün kategorilere yayılmış, bir müderrisin yükseltilmesine lüzum görüldüğünde bulunduğu medrese hükmen bir üst basamak medreseden sayılarak ihtiyaç karşılanmaya başlanmıştır (a.g.e., s. 58). Meselâ 983’te (1575) Edirne Halebiye Medresesi müderrisi olan Mevlânâ Yâkub bir süre sonra yerinde “pâye-i Sahn-ı i‘tibâr” (Atâî, s. 326), Trablusşam kadılığına kadar yükselen Mevlânâ Abdülhamid, 993’te (1585) Üç Şerefeli Medrese müderrisi iken önce yerinde “Sahn-ı hükmî” ve ardından Edirne Bâyezîdiyyesi müderrisi (a.g.e., s. 310), Mevlânâ Mustafa Efendi, 1003’te (1595) Manisa’da Hâtuniye Medresesi müderrisi iken “pâye-i Sahn-ı i‘tibârî ile dâhil rütbesine nâil” (a.g.e., s. 525), Mevlânâ İbrâhim Efendi 1595’te Üsküdar Mehmed Paşa Medresesi’ne tayin edildikten sonra aynı yerde “pâye-i Sahn ile terfî” (a.g.e., s. 539) olmuştu.

XVII. yüzyılın başından itibaren bu tür uygulamalar hızla artmıştır. Bununla ilgili örneklere Atâî’nin Zeyl-i Şekāik’ında sıkça rastlanır. Buna karşılık aynı yüzyılın ikinci yarısına ait örnekler daha azdır. Sonraki örnekler ise bütün medrese derecelerine teşmil edilebilecek kadar çoğalır (Şeyhî, bk. İndeks) ve gitgide medrese derecelenmeleriyle ilgili klasik tasnif altüst olur. XVI. yüzyılda hâriç medreselerinden olan medreselerin XVII ve XVIII. yüzyıllarda sık sık hükmen Sahn, ibtidâ-i altmışlı, mûsıle-i Süleymâniyye sayılmak suretiyle kendilerine müderris tayin edilmesi, böylece medreselerin belirlenmiş derecelerinden iki üç basamak yukarı çıkarılması bu durumun en açık göstergeleridir. Sıradan işlerden biri de derecesi yükseltilen bir medreseye tayin edilen müderrisin başka bir medreseye veya kadılığa geçmesi üzerine derecesinin tekrar eski haline döndürülmesidir (Uzunçarşılı, s. 62-63).

Buna benzer bir sistemin uzantısı kadılıklara tayinlerde görülür. XVII. yüzyılın başlarında az rastlanan pâyeli kadı tayinleri, imparatorluğun geçirdiği genel değişime paralel olarak yüzyılın ortalarına doğru hızlanmış, XVIII. yüzyılda ise alışılmış bir uygulama haline gelmiştir. Bunda, Osmanlı fetihlerinin artık durmasının ve medreselerdeki mûtat hizmet sürelerini veya kademelerini geçerek kadı olmak isteyenlerin gelebilecekleri mevkilerin yetersiz hale gelmesinin rolü vardır. Kadılıkların sayısının sınırlı, kadı olması istenenlerin ise fazlalığı taliplerin ya bulundukları mevkide bir üst kadılığın pâyesini almalarına veya daha müderrisken kadılık pâyesi edinmelerine yol açmıştır (a.g.e., s. 87-103). Önceleri sadece emekli muamelelerinde rastlanan pâye tevcihleri daha sonra aktif görevlere dönüşmüştür. Meselâ Şeyhülislâm Hoca Sâdeddin Efendi’nin oğlu Şeyhülislâm Esad Efendi 1004’te (1596) Edirne kadısı bulunduğu sırada Anadolu sadâreti pâyesiyle emekli olmuştu (Atâî, s. 690). 1017’de (1608) Sahn müderrisliğine ulaşan Mevlânâ Muslihuddin 1609’da Kudüs pâyesiyle emekliye ayrılmıştı (a.g.e., s. 551). Mevlânâ Ahmed, 1029’da (1620) çok kısa süre Sahn müderrisliğinde bulunduktan sonra Bağdat kadısı pâyesine yükselerek günlük 80 akçe ile emekli olmuştu (a.g.e., s. 661).

İlmiye zümresine mensup hatırlı kişilerin taltif edilmesi dahil başka birtakım düşüncelerle biri pâye olmak üzere iki vazifenin bir kişinin uhdesine verildiğine dair çok sayıda örnek vardır. Özellikle kazaskerlik pâyesi bunun en dikkat çekici örneğini oluşturur. Edirne Kadısı Seyrekzâde Seyyid Yûnus Efendi 1057’de (1647) Anadolu kazaskerliği pâyesi ilâvesiyle nakîbü’l-eşrâf olmuş, daha sonra aynı vazifedeyken kendisine Rumeli kazaskerliği pâyesi ihsan edilmişti (Şeyhî, s. 202). Eski Sahn müderrislerinden Şâmî Nûman Efendi 1649’da Kudüs pâyesi ilâvesiyle Kayseri kadısı tayin edilmişti (a.g.e., s. 270). Bostanzâde Ebûbekir Efendi 1670’te Kudüs pâyesiyle Eyüp kadısı olmuştu (a.g.e., s. 389). Ayrıca Anadolu ve Rumeli beylerbeyilikleri gibi yüksek memuriyetlerin de birer pâye olarak verilebildiği bilinmektedir. Bunlardan meselâ Rumeli beylerbeyi pâyesini taşıyan bir kişi teşrifatta fiilen Anadolu beylerbeyiliğinde bulunan kişinin üstünde görülürdü. Bu tür uygulamalarla başta ilmiye mensupları olmak üzere diğer devlet kademelerini dolduran ve yükselmeyi arzu eden pek çok memura hem maddî imkân hem itibar ve statü imkânları sağlanmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

Fâtih’in Teşkilât Kanunnâmesi (nşr. Abdülkadir Özcan, , sy. 33 [1982] içinde), s. 7-51.

, bk. İndeks.

, bk. İndeks.

, I, 111.

, s. 58, 62-63, 65, 87-103.

Cahid Baltacı, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, İstanbul 1976, s. 15-16.

Fahri Unan, Kuruluşundan Günümüze Fâtih Külliyesi, Ankara 2003, tür.yer.

a.mlf., “Osmanlı İlmiye Tarîkinde ‘Pâye’li Tâyinler Yâhut Devlette Kazanç Kapısı”, , LXII/233 (1998), s. 41-64.

, II, 764.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 34. cildinde, 193-194 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER