https://islamansiklopedisi.org.tr/sadeddin-el-cebavi
460 yılının Receb ayında (Mayıs 1068) Mekke’de doğdu. Soyu baba tarafından İdrîsîler hânedanının kurucusu Hz. Hasan’ın torunlarından I. İdrîs’e, anne tarafından Kâbe’nin hizmetini gören Şeybîler vasıtasıyla Hz. Hüseyin’e ulaşır. Dedelerinden biri olan Şeybân’a nisbetle Şeybânî, tekkesini kurup faaliyet gösterdiği Şam’ın Cebâ köyüne izâfetle Cebâvî nisbeleriyle bilinir. Türkçe’de ve bazı Batı dillerinde Cebâvî nisbesi daha çok Cibâvî şeklinde kullanılır. Kaynaklarda Sa‘deddin el-Cebâvî’nin doğum ve ölüm tarihleriyle ilgili birbirinden farklı kayıtlar vardır. Onun hayatını ve menkıbelerini anlatan en erken kaynaklardan, Halep Sa‘dî Zâviyesi şeyhi Zeynüddin Ömer el-Halebî’nin (ö. 946/1539-40) kaleme aldığı el-ʿÖmeriyye fi’r-red ʿani’s-sâdâti’s-Saʿdiyye adlı eserinde ve bu eserin genişletilmesi ya da hulâsası şeklinde telif edilen eserlerde doğum tarihi 460 (1068), vefat tarihi 575 (1180) olarak kaydedilir ve 115 yıl yaşadığı belirtilir. Ziyâeddin Ahmed b. Muhammed el-Veterî’nin Ravżatü’n-nâẓırîn adlı eseriyle bu esere dayanan eserlerde ise ölüm tarihi 621 (1224) diye verilmektedir. Bursa Sa‘diyye Dergâhı şeyhi İsmâil Hakkı Erzurûmî doğumu için 460, vefatı için 575 yıllarını kabul ederken (Tercüme-i Evrâd-ı Sa‘diyye, s. 4) Hüseyin Vassâf’ın görüştüğü Sa‘diyye şeyhi Ali Fakrî Efendi doğumu için 507 (1113), ölümü için 621 (1224) tarihlerini doğru kabul etmektedir (Sefîne, I, 423). Son dönem müelliflerinden Mehmed Sâmi ile Hocazâde Ahmed Hilmi doğumunu 593 (1197), vefatını 700 (1300-1301) olarak verirler ve şeyhin 107 yıl yaşadığını belirtirler (Esmâr-ı Esrâr, s. 10; Hadîkatü’l-evliyâ, s. 47, 49). Harîrîzâde de ölümü için 700 tarihini zikretmiş (Tibyân, II, vr. 132b), Nebhânî ise tarih belirtmeksizin Muhibbî’den naklen VIII. yüzyılda yaşadığını söylemiştir (Câmiʿu kerâmâti’l-evliyâʾ, II, 91). I. Mouradgea d’Ohsson (Tableau général, IV, 623) ve J. Spencer Trimingham gibi Batılı yazarlar şeyhin 736’da (1335) vefat ettiğini ileri sürmüşlerdir (The Sufi Orders in Islam, s. 73). Sa‘diyye tarikatı üzerine ciddi bir çalışma yapan Muhammed Gāzî Hüseyin Âgā, birçok veriye dayanarak 460-575 tarihlerinin diğerlerinden daha doğru olduğu sonucuna varmıştır (eṭ-Ṭarîḳatü’s-Saʿdiyye, I, 189-193).
Zekâsı ve güzel sesiyle dikkatleri çeken Sa‘deddin el-Cebâvî ilk eğitimini başta babası olmak üzere Mekke’deki âlimlerden aldı. Yedi yaşlarında iken Kur’ân-ı Kerîm’i ezberledikten sonra tefsir, hadis ve Şâfiî fıkhı okudu. Aynı zamanda şeyh olan babasının yanında tasavvuf eğitimini sürdürdü. İlmini daha da ilerletmek için Yemen, Mısır, Mağrib, Şam, Kudüs ve Irak’a seyahatlerde bulundu. Bu sırada birçok âlimden faydalanmasının yanı sıra Ehl-i beyt kabirlerini ve evliya türbelerini ziyaret etti. Oğlu Şemseddin Muhammed el-Envâr tarafından onun bu seyahatleriyle ilgili biri gittiği yerlere, diğeri görüştüğü âlimler ve derlediği bilgilere mahsus olmak üzere iki kitap hazırlandığı belirtilmektedir (a.g.e., I, 221).
Ata binmede ve atıcılıkta mahir olduğu belirtilen Sa‘deddin el-Cebâvî’nin Haçlı saldırılarına karşı koymak için kardeşleri Müeyyidüddin Şeybân, Abdullah Mezîd, Abdullah Yûnus el-Asgar, Muhammed Saîd, Ebü’l-Hilâl Muhammed ve bir grup atlıyla birlikte Mekke’den Dımaşk’a gitmesi hayatının ikinci devresini oluşturur. Fransızlar’ın Dımaşk’a yaptıkları saldırının 497 (1104) yılında geri püskürtüldüğü bilindiğine göre (İbn Kesîr, I, 163) Sa‘deddin bu sırada otuz beş yaşlarında olmalıdır. Kaynakların hemen tamamı, Sa‘deddin el-Cebâvî’nin tarikat faaliyetlerine başlamadan önce Şam bölgesinde yol kesen haydutların arasına karıştığından, buna çok üzülen babasının Allah’a dua edip oğlunu bu kötü durumdan kurtarmasını ya da canını almasını talep etmesi üzerine Hz. Peygamber’in bazı ashabıyla birlikte Sa‘deddin’e görünerek onu uyarmasıyla tövbe edip Allah’a yöneldiğinden söz etmektedir. Kaynaklarda bazı farklılıklarla yer alan bu olaya göre bir gece Resûl-i Ekrem Sa‘deddin’e görünüp Hadîd sûresinin 16. âyeti olan, “İman edenlerin Allah’ı anma ve Hak olarak inen Kur’an’a karşı kalplerinin saygıyla yumuşama zamanı gelmedi mi?” meâlindeki âyeti okuyunca vecde gelip bayılmış, ashaptan birinin göğsüne vurarak söylediği, “Allah’a tövbe et” sözüyle kendine gelmiş, bu sırada Hz. Peygamber kendisine zikir telkin edip hırka giydirmiş, ardından Hz. Ali’nin cebinden çıkartıp Resûl-i Ekrem’e sunduğu, Resûl-i Ekrem’in de kendisine ikram ettiği üç hurmayı yiyince her tarafı nurla dolmuştur.
Muhammed Gāzî, bizzat görüştüğü Sa‘diyye şeyhlerinin elindeki bilgi ve belgeleri değerlendirerek hazırladığı çalışmasında Sa‘deddin el-Cebâvî’nin yol kesen haydutları terbiye ve irşad maksadıyla aralarına katıldığını, daha sonra Şeyh dağı diye anılacak olan Haramun dağına yerleşip onları yönettiğini belirtmektedir. Muhammed Gāzî’ye göre Sa‘deddin’in haydutlarla ilk karşılaşması, süvari birliğiyle Mekke’den Dımaşk’a giderken Cevlân bölgesinde yollarının kesilmesi üzerine olmuş, Sa‘deddin yanındakilerle birlikte haydutları bastırmayı başarmış, ele geçirdiği liderlerinin canını bağışladığı takdirde liderliği kendisine bırakacağını söylemesi üzerine onların başına geçmiştir. Bu dönemde haydutların zorla aldıkları malları sahiplerine iade ettirmesiyle ün kazanmış, bu sebeple “râi’n-nâmûs” (namus bekçisi) lakabını almıştır (eṭ-Ṭarîḳatü’s-Saʿdiyye, I, 222-225).
Sa‘deddin el-Cebâvî, Hz. Peygamber tarafından uyarıldıktan sonra Mekke’ye babasının yanına gitti ve tasavvufî eğitimini tamamlayarak icâzet aldı. Ardından Dımaşk’a 60 km. mesafedeki Akkâ güzergâhında bulunan Cebâ bölgesinde tekkesini kurdu ve irşad faaliyetine başladı. O döneme kadar küçük ve metruk bir yerleşim yeri olan Cebâ, bundan sonra hem ilim ve mârifet makamı hem de Haçlılar’la savaşta müslümanların merkezi haline geldi. Şeyh Sa‘deddin’in Haçlılar’la fiilî savaşa katıldığına dair kaynaklarda bir kayıt bulunmamakla birlikte asker temini ve onların savaşa teşvik edilmesi için çalıştığı belirtilmektedir. Bu çalışmaları sebebiyle “el-imâmü’l-mücâhid” lakabıyla anıldı. Sa‘deddin el-Cebâvî ile birlikte Dımaşk’a gelen kardeşlerinden Şeyh Müeyyidüddin Şeybân tekkesini Cevlân’da, Şeyh Ebû Hilâl Muhammed Kāsımiye’de, Şeyh Muhammed Saîd Mardin’de, Şeyh Abdullah Yûnus Dımaşk’ın güneyindeki Buhsa’da kurdu. Abdullah Yûnus’un tekkesinde asker için ilâç imal edildiği kaydedilmektedir.
Dımaşk’a yerleştikten sonra Irak, Kudüs ve Hindistan’a seyahatler yapan Sa‘deddin el-Cebâvî’nin bu yolculukları esnasında meydana gelen birçok kerameti Şemseddin Muhammed’in er-Risâletü’l-Muḥammediyye fi’r-reddi ʿani’s-sâdâti’s-Saʿdiyye ve Ebü’t-Tayyib el-Gazzî’nin en-Nefḥatü’r-rabbâniyye fi’ṭ-ṭarîḳati’s-Saʿdiyye adlı eserlerinde nakledilmektedir. Sa‘diyye kaynaklarında Sa‘deddin el-Cebâvî’nin aynı dönemde Bağdat’ta yaşayan Abdülkādir-i Geylânî ve Kûfe, Vâsıt, Basra arasındaki Batâih bölgesinde yaşayan Ahmed er-Rifâî ile karşılıklı kerametlerinden söz edilmekle birlikte yüz yüze görüştüklerine dair herhangi bir bilgi verilmemektedir. Bazı Rifâî kaynakları Cebâvî’nin, babasının yanı sıra Ahmed er-Rifâî’den veya onun halifesinden hilâfet aldığını belirtmiş ve Sa‘diyye’nin Rifâiyye’nin bir kolu olduğunu ileri sürmüştür.
Sa‘deddin el-Cebâvî’nin tarikat silsilesi biri vehbî, diğeri kesbî olmak üzere iki koldan Hz. Peygamber’e ulaşır. Babası Şeyh Yûnus eş-Şeybî vasıtasıyla gelen Şeybâniyye silsilesi kesbî, Resûl-i Ekrem’in kendisini uyardığı sırada zikir telkin ederek hırka giydirmesi vehbî silsile olarak kabul edilmektedir. Babası vasıtayla gelen silsile Ebû Bekir en-Nessâc, Ebü’l-Kāsım el-Cürcânî, Ebû Osman el-Mağribî, Ebû Ali el-Kâtib, Ebû Ali er-Rûzbârî, Cüneyd-i Bağdâdî, Serî es-Sakatî, Ma‘rûf-i Kerhî, Ali er-Rızâ, Mûsâ el-Kâzım, Ca‘fer es-Sâdık, Muhammed el-Bâkır, Ali Zeynelâbidîn, Hüseyin b. Ali, Ali b. Ebû Tâlib, Hz. Muhammed şeklindedir. Bu silsilenin dışında birkaç silsile daha kaydedilmekteyse de bunların güvenilir olmadığı vurgulanmıştır (a.g.e., I, 179-182, 191).
Sa‘deddin el-Cebâvî’nin başta akıl hastaları olmak üzere pek çok hastayı tedavi ettiği, öte yandan vahşi ve zehirli hayvanlar üzerinde tasarrufta bulunmak gibi kerametleri olduğu rivayet edilmektedir. Bu tür uygulamalar Sa‘diyye tarikatında bir gelenek halinde varlığını sürdürmüştür. 29 Zilhicce 575 (26 Mayıs 1180) tarihinde vefat eden Sa‘deddin el-Cebâvî, Cebâ’daki zâviyesine defnedildi. Cebâvî’nin dokuzu erkek, dördü kız olmak üzere on üç çocuğu olmuştur. Bunlardan Şemseddin Muhammed el-Envâr, Mısır’da medfun Şeyh Yûnus, Ebü’l-Vefâ İbrâhim, Celâleddin Ahmed, Fahreddin Ahmed, Burhâneddin Osman, Şeyh İsmâil, Ali el-Ekhel kendisinden sonra tarikatını yaymıştır.
Eserleri. Muhammed Gāzî, Sa‘diyye şeyhlerinden duyduğu ve çeşitli beyitlerde adları geçen Sa‘deddin el-Cebâvî’ye ait eserlerin listesini kaydetmiştir. Çoğu günlük virdleri içeren bu eserler şunlardır:
1. Kitâbü’l-Fütûḥ. Cebâvî’nin en meşhur eseri olduğu belirtilen bu iki ciltlik kitabın şu ana kadar nüshasına rastlanmamıştır.
2. el-Virdü’l-kebîr. Evrâdü’l-Ḳuṭbi’s-Saʿdiddîn el-Cebâvî eş-Şeybânî (Dımaşk 1883, 1922) ve Vaẓîfetü’s-Saʿdiyye (Humus 1974, 1999) adıyla basılmıştır.
3. Mecmûʿatü ḳaṣâʾid ve manẓûmât fi’t-tevḥîd ve’t-tażarruʿ ve medḥi’r-Resûli’l-aʿẓam. Eserde Hz. Peygamber ve hakîkat-i Muhammediyye methedilmekte, Kâbe’ye kavuşma arzusu dile getirilmektedir.
4. Ṣıyaġu ṣalavât ʿale’n-nebiyyi’l-kerîm.
5. Kitâbü’l-Ḫavâṭıf.
6. Kitâbü’l-Aḫbâr.
7. Kitâbü’l-Veḳāʾiʿ (son üç kitabın varlığı Humuslu Sa‘dî şeyhi Abdülvekîl Durûbî [ö. 1993] tarafından bildirilmiştir).
Çeşitli vird ve hiziplerden ibaret olan diğer eserleri de şunlardır: el-Virdü’l-evsaṭ (el-Virdü’ṣ-ṣaġīr), el-Virdü’l-müs̱elles̱ (el-Virdü’l-müsebbaʿ, el-Virdü’l-feżâʾ), el-Virdü’r-râʾid el-müsemmâ bi-ḥizbi’l-fütûḥât, el-Virdü’l-müsemmâ bi-ḥizbi’ṣ-ṣafâʾ, el-Virdü’l-müsemmâ bi-ḥizbi’l-envâr ve’t-taḥsîn, Virdü’l-ḳuṭbi’l-müsemmâ bi-ḥizbi’l-âyât li-kesri’l-aʿdâʾ ve duʿâʾih, Virdü’l-ġalebeti’l-müsemmâ bi-ḥizbi âyâti’l-fetḥ; Duʿâʾü ismihî teʿâlâ er-raḥmân, Mecmûʿatü evrâdi’l-leyâlî ve’l-eyyâm (bk. eṭ-Ṭarîḳatü’s-Saʿdiyye, I, 249-250).
BİBLİYOGRAFYA
İbn Kesîr, el-Bidâye, I, 163.
Şemseddin Muhammed, er-Risâletü’l-Muḥammediyye fi’r-reddi ʿani’s-sâdâti’s-Saʿdiyye, İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Osman Ergin, nr. 158, tür.yer.
Ahmed b. Muhammed el-Veterî, Ravżatü’n-nâẓırîn ve ḫulâṣatü menâḳıbi’ṣ-ṣâliḥîn, Kahire 1306, s. 34-35.
Gazzî, el-Kevâkibü’s-sâʾire, I, 174-175.
Ebü’t-Tayyib el-Gazzî, en-Nefḥatü’r-rabbâniyye, Süleymaniye Ktp., Hasan Hayri - Abdullah Efendi, nr. 145, vr. 3b.
Muhibbî, Ḫulâṣatü’l-es̱er, I, 34-35.
Hasan Receb es-Sekkā, er-Ravżatü’l-behiyye fîmâ yeteʿallaḳu bi’ṭ-ṭarîḳati’s-Saʿdiyye, İstanbul 1256, s. 3-18.
D’Ohsson, Tableau général, IV, 623.
Harîrîzâde, Tibyân, II, vr. 129a-138a.
Mehmed Sâmi, Esmâr-ı Esrâr, İstanbul 1316, s. 9-10.
Hocazâde Ahmed Hilmi, Hadîkatü’l-evliyâ, İstanbul 1318, s. 47-49.
İsmâil Hakkı Erzurûmî, Tercüme-i Evrâd-ı Sa‘diyye, İstanbul 1338, s. 3-6.
Hüseyin Vassâf, Sefîne (haz. Mehmet Akkuş – Ali Yılmaz), İstanbul 2006, I, 421-427.
Ziriklî, el-Aʿlâm, III, 84-85.
J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, London 1973, s. 73.
Yûsuf b. İsmâil en-Nebhânî, Câmiʿu kerâmâti’l-evliyâʾ, Kahire 1984, II, 90-91.
M. Gāzî Hüseyin Âgā, eṭ-Ṭarîḳatü’s-Saʿdiyye fî bilâdi’ş-Şâmiyye, Dımaşk 1424/2003, I, tür.yer.
David Samuel Margoliouth, “Sa‘diye”, İA, X, 44-46.
Barbara von Schlegell, “Saʿdiyya”, EI2 (İng.), VIII, 728-732.