SAFFET MEHMED ESAD PAŞA - TDV İslâm Ansiklopedisi

SAFFET MEHMED ESAD PAŞA

Müellif: AZMİ ÖZCAN
SAFFET MEHMED ESAD PAŞA
Müellif: AZMİ ÖZCAN
Web Sitesi: TDV İslâm Ansiklopedisi
Yayımcı: TDV İslâm Araştırmaları Merkezi
Baskı Tarihi: 2008
Erişim Tarihi: 21.12.2024
Web Adresi:
https://islamansiklopedisi.org.tr/saffet-mehmed-esad-pasa
AZMİ ÖZCAN, "SAFFET MEHMED ESAD PAŞA", TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/saffet-mehmed-esad-pasa (21.12.2024).
Kopyalama metni

Receb 1230’da (Haziran 1815) İstanbul’da Fatih semtinde doğdu. Asıl adı Mehmed Esad olup babası voyvodalık görevlerinde bulunmuş Sürmeneli (Trabzon) Mehmed Hulûsi Ağa’dır. Beyazıt Camii’ndeki derslere devam ederek zor şartlar altında eğitimini sürdürdü. Arapça, Farsça, daha sonra Tercüme Odası’nda Fransızca öğrendi. Serasker Halil Rifat Paşa’nın kâhyalığını yapmakta olan, annesinin birinci evliliğinden dünyaya gelen ağabeyi Ârif Efendi’nin yardımıyla mülâzım olarak Dîvân-ı Hümâyun Kalemi’ne girdi (1831). Burada kendisine “Saffet” mahlası verildi ve dönemin âdetine uygun olarak bu ismiyle anılır oldu. Tercüme Odası’nda işlerin artmasından dolayı Âlî ve Reşid Paşa’nın kethüdâsının oğlu Nedim Efendi ile birlikte Tercüme Odası’na nakledildi (Temmuz 1833). 1837’de Dîvân-ı Hümâyun mütercim-i evveli oldu, ertesi yıl divan tercümanlığı vekâletine atandı. Takvîm-i Vekāyi‘in Fransızca olarak da çıkması kararlaştırıldığında ve bunun için bir nezâret (müdürlük) oluşturulduğunda bu işin başına getirildi (1839). Nihayet bizzat divan tercümanlığı görevini üstlendi (25 Ağustos 1840). 1842’de yeni Eflak prensinin seçiminde hazır bulunmak üzere Bükreş’e gitti ve dönüşünde Hariciye kâtipliğine getirildi (2 Haziran 1845). Fransızca öğrenmek isteyen Abdülmecid’e hocalık yapması için mâbeyin kâtipliğiyle saraya alındı; aynı zamanda padişahın kızı Fatma Sultan ve Şehzade Murad Efendi’nin Fransızca hocalığına tayin edildi (İbnülemin, s. 811). On yıl kadar mâbeyin kâtipliğinde kaldıktan sonra 16 Şubat 1855’te Hariciye Nezâreti müsteşarlığına getirildi ve Âlî Paşa’nın Viyana’da yapılan toplantıya katılması sebebiyle dönüşüne kadar ona vekâlet etti. 1 Şubat 1855’te seçildiği Meclis-i Âlî-i Tanzîmat üyeliğinden bir buçuk ay sonra ayrıldı. Aynı göreve ikinci defa 8 Ekim 1858’de getirildi. Hariciye Nâzırı Fuad Paşa’nın müslüman ve hıristiyan ahali arasında meydana gelen çatışmalar sebebiyle Şam’a gönderilmesi üzerine bu göreve ilâveten Hariciye vekâletine tayin edildi (10 Temmuz 1860). Meclis-i Tanzîmat’ın ilga edilmesinin ardından Ticaret nezâretine nakledildi ve 18 Temmuz 1861’de Ticaret nâzırı oldu. Vezâret rütbesiyle Meclis-i Vâlâ reisliğine tayin edildi (16 Şubat 1863). Sadâretten ayrılan Yûsuf Kâmil Paşa’nın buraya tayini üzerine tekrar Ticaret nezâretine döndü (11 Haziran 1863). Daha sonra Paris sefirliğine gönderildi (19 Mart 1865). 27 Ağustos 1866’da Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliyye üyeliğine getirildi. 14 Mayıs 1867’de üçüncü defa Ticaret nâzırı oldu ve Avrupa seyahatine çıkan Abdülaziz’e refakat eden Hariciye Nâzırı Fuad Paşa’ya vekâlet etti. 6 Mart 1868’de Maarif nâzırı oldu (ikinci nezâreti 4 Nisan 1874, üçüncü nezâreti 1 Aralık 1875).

Fuad Paşa’nın tedavi için Nice’e gitmesi üzerine yine ona vekâlet etti. Mahmud Nedim Paşa sadâretinde Şûrâ-yı Devlet üyesi oldu (4 Ekim 1871). Bu görevini Şûrâ-yı Devlet teşkilâtında yeni bir düzenlemeye gidildiği Mart 1872 tarihine kadar sürdürdü ve buradan Islahat Komisyonu üyeliğine geçti. 7 Ağustos 1872’de Adliye nâzırı oldu (ikinci nezâreti 6 Mayıs 1876, üçüncü nezâreti 27 Ağustos 1877). 11 Mart 1873’te Hariciye nâzırı olduysa da Ayaspaşa’da İslâm kabristanı olan mahallin sefârethâne inşası için Almanya’ya verilmesi yüzünden oluşan hoşnutsuzluk sebebiyle -bu işin selefi Halil Şerif Paşa zamanında gerçekleşmiş olmasına rağmen- iki ay sonra azledildi (İbnülemin, s. 821-822). 26 Kasım 1873’te tekrar Şûrâ-yı Devlet’teki görevine döndü. 18 Temmuz 1877’de bir ay süren Nâfia nâzırlığında bulundu ve buradan üçüncü defa olmak üzere Adliye nezâretine nakledildi. Bu sırada, o zamana kadar Hariciye nezâretinde görülen mezhep işleriyle ilgili meselelerin Adliye nezâretine havale edilmesini sağladı. 4 Şubat 1878 tarihinde tekrar Şûrâ-yı Devlet reisliğine getirildi.

Saffet Paşa’nın ikinci ve üçüncü Hariciye nâzırlığı önemli ve buhranlı gelişmelerin yaşandığı bir zamana rastladı. 16 Ocak 1875’te getirildiği, on bir ay süren ikinci nâzırlığı esnasında Bosna-Hersek’teki ayaklanmaların bastırılması için çalıştı, İngiltere’ye yanaşması diğer devletlerin hoşnutsuzluğuna sebebiyet verdi ve Rus elçisinin padişaha yaptığı şikâyet üzerine Sadrazam Mahmud Nedim Paşa tarafından azli uygun görüldü (6 Kasım 1875). Üçüncü defa Hariciye nezâretine tayini, Abdülaziz’in tahttan indirilmesi ve ölümü sonrasında Midhat Paşa Konağı’nda yapılan bir hükümet toplantısını bu işin intikamını almak için basan Çerkez Hasan tarafından Hariciye Nâzırı Râşid Paşa’nın öldürülmesi üzerine gerçekleşti (16 Haziran 1876). Bu nâzırlığı zamanındaki en önemli gelişmelerden biri, Balkanlar’daki ayaklanmalar sebebiyle İstanbul’da büyük devlet temsilcilerinin bir araya geldiği Tersane Konferansı’na katılmasıdır. Alınan kararların daha yumuşak bir ifade ile reddine taraftar olmakla beraber bunda başarılı olamadı ve Rusya’nın savaş ilânıyla gelişecek bir süreç içine girildi. Saffet Paşa savaşa karşı çıkmakla beraber sonunda bu yönde alınan karara iştirak etti. 18 Temmuz 1877’de Nâfia nezâretine nakledilerek Hariciye nâzırlığı halefi Ârifî Paşa’ya verildi.

Osmanlı-Rus savaşının sona ermesi üzerine Edirne’de yapılan mütarekeden sonra ön barış görüşmelerine birinci delege olarak katıldı. Bu arada Hariciye nâzırı olan Server Paşa, İngiltere’yi Rusya ile savaşa girilmesini teşvik edip ilânından sonra da devleti ortada bırakmış olmakla suçlamasından ötürü İngiliz elçisinin şikâyetiyle azledildiğinden Saffet Paşa dördüncü defa Hariciye nâzırlığına getirildi (19 Şubat 1878). Ayastefanos görüşmelerinde devleti temsilen hazır bulundu ve antlaşmayı imzalamak zorunda kaldı. Sultan Murad’ın tekrar tahta çıkarılması amacıyla Çırağan Sarayı’na yapılan baskın sebebiyle (20 Mayıs 1878) sadârette bulunan Sâdık Paşa’nın azli ve yerine geçen Mütercim Rüşdü Paşa’ya da güvenilememesinden dolayı bir hafta içinde mevkiinden uzaklaştırılmasıyla Hariciye nâzırlığı uhdesinde kalmak üzere sadârete getirildi (4 Haziran 1878). Sadâreti esnasında Kıbrıs adasının İngiltere’ye terki meselesiyle uğraştı, bu yönde daha önce alınan karara karşı çıkmakla beraber sonunda rıza göstermek zorunda kaldı. Berlin görüşmelerini ve antlaşmasını (20 Temmuz 1878) sadrazam olarak onayladı. Dış siyasetin bazı konularında II. Abdülhamid ile ters düştü. 4 Aralık 1878’de sadâret ve nezâretten azledildi, İstanbul’dan uzaklaşması arzulandığından Paris sefâretine gönderildi (27 Aralık). İstanbul’da kalan ailesine ayrıca tahsisat bağlandı.

29 Temmuz 1879’da Ârifî Paşa kabinesinde beşinci defa Hariciye nâzırı oldu, Yunan sınırıyla ilgili meselenin çözümüyle görevlendirildi. İki ay yirmi dört gün sonra azledildi ve devâir müfettişliğine getirildi. Ahmed Vefik Paşa’nın başvekâlete getirilmesiyle kurulan hükümette son defa olarak Hariciye nâzırlığı yaptı (30 Kasım 1882). İki gün sonra kabine üyeleriyle birlikte azledildi ve müfettişlik vazifesine döndü. Saffet Paşa 16 Kasım 1883’te bağırsak kanserinden öldü ve Sultan Mahmud Türbesi’ne defnedildi. Pek çok devlet tarafından verilmiş nişanlara sahip olan ve en üst derecede Murassa‘ Osmanlı nişanlarıyla onurlandırılan Saffet Paşa’nın üç oğlu vardı (Hariciye mektupçuluğu ve Viyana sefâreti başkitâbeti vazifelerinde bulunan Re’fet, Şûrâ-yı Devlet muavinlerinden Ahmed Fâiz ve Umûr-ı Şehbenderî müdürü Mahmud Fehim beyler). Görev başında gayet ciddi, vakur, özel meclislerde güzel söz söyleyen nüktedan bir insandı. Uzun siyasî hayatı boyunca emsalleri gibi zenginleşmeyen namuslu bir devlet adamı olan Saffet Paşa, azle uğradığı zamanlarda maaşsız kalmaması için devamlı surette vazifelere tayin edilmiş ve gözetilmiştir. Cenaze masrafları da II. Abdülhamid tarafından karşılanmıştır.

Osmanlı Devleti’nin en buhranlı döneminde dört padişahla çalışan ve bilhassa dış siyasetteki vukufu ile dikkat çeken güvenilir bir devlet adamı olarak tanındı. Mülkî idarenin bir an evvel Avrupaî tarzda düzenlenmesi gerektiğine inanmaktaydı. Avrupa sivilizasyonunun tamamıyla kabul edilmesini hayatî bir zaruret diye görmekle beraber bundan ne anlaşılması gerektiği hakkında bir açıklaması yoktur. Kānûn-ı Esâsî’nin hazırlanması sırasında kendisinden bir taslak istenmiş, hazırladığı 130 maddelik taslak kabul edilen metin üzerinde etkili olmuştur. Balkanlar’daki isyanlar sırasında cereyan eden siyasî olaylarda, 1876 Tersane Konferansı’nda ve Ayastefanos barış görüşmelerinde devleti temsil etmiş, Berlin Antlaşması ve mutabakat belgesi sadârete geçmeden önce yapılmış olmakla beraber Kıbrıs’ın İngilizler’e terki onun döneminde gerçekleşmiştir. Tersane Konferansı sırasında Meşrutiyet’in ilânını bildiren top sesleri üzerine yabancı devlet temsilcilerine, “İşittiğiniz şu top sesleri bu andan itibaren bütün Memâlik-i Osmâniyye’de Kānûn-ı Esâsî’nin ilân edildiğini haber veriyor. Artık Osmanlı Devleti de Meşrutiyet’le idare edilen devletler zümresine dahil olmuştur. İdâre-i meşrûta tekmil akvâm-ı muhtelife-i Osmâniyye’nin hürriyet-i şahsiyyelerine kefil bulunduğundan bu inkılâb-ı mühimme karşısında sizlerin yapacağınız ıslahat teklifleri lüzumsuz ve içtimâımız zâit olur” demesi meşhurdur. Ayastefanos Antlaşması’nı getirdiği ağır hükümlerinden ötürü göz yaşları içinde imzalamış olduğu bilinmektedir. Maarif nâzırlığı sırasında hazırladığı Maârif-i Umûmiyye Nizamnâmesi devletin sonuna kadar bazı değişikliklerle yürürlükte kalmıştır. 1879-1880 yılı içinde çeşitli lâyihalar kaleme alarak takdim etmiştir. İstanbul’un imarıyla ilgili olarak 19 Aralık 1879’da sunduğu lâyihasında geceleri aydınlatılan Galata ve Pera semtleri karşısında zifirî karanlık içindeki sur içi İstanbul’unun çağ dışı kalmış acıklı halini dile getirmiştir. Medreselerin ıslahı meselesine dair 3 Ocak 1880 tarihli lâyihasında buralarda verilen derslerle ilgili programın 200 yıldır değişmediğini ve uzun yıllar devam eden eğitime rağmen talebelerin ne dünya ahvalini ne hesap-kitabı ne de Arapça’yı öğrenebildiklerini vurgulamıştır. Saffet Paşa’nın Osmanlı Devleti’nde eski eserlerin korunmasında ve müzeciliğin gelişmesinde katkıları olmuştur. 9 Nisan ve 13 Nisan 1880 tarihinde takdim ettiği iki lâyihada Rus savaşından sonra Rumeli vilâyetlerinin durumunu ele almıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 92-94, 551-553.

, s. 809-894.

Mehmet Zeki Pakalın, Safvet Paşa, İstanbul 1943.

a.mlf., Son Sadrâzamlar ve Başvekiller, İstanbul 1944, IV, 3-312.

Pelin İskender, Mehmet Esad Safvet Paşa (doktora tezi, 1999), Ondokuz Mayıs Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “Merhum Sâdullah Paşa’nın Safvet ve Cevdet Paşalar ve Safvet Paşazâde Refet Beyle Mektuplaşması”, , XV/58 (1951), s. 263-299.

Seton Lloyd, “Old Waterside Houses on the Bosphorus: Safvet Paşa Yalisi at Kanlica”, Anatolian Studies, sy. 7, London 1957, s. 163-170.

Zeki Ökmen, “Maarif-i Umumiyye Nizamnamesi ve Safvet Paşa”, Hayat Tarih Mecmuası, VII/5, İstanbul 1971, s. 30-38.

Seniha Sami Moralı, “Kaybettiğimiz Değerli Bir Eser: Saffet Paşa Yalısı”, a.e., XII/8 (1976), s. 24-27.

Atilla Çetin, “İstanbul’un İmarı Hakkında Safvet Paşa’nın Bir Arizası”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, sy. 91, İstanbul 1994, s. 23-25.

a.mlf., “Deniz Ticaret Filosunun Önemi ve Teşkili Hakkında Safvet Paşa’nın Arizası”, a.e., sy. 92 (1994), s. 24-25.

a.mlf., “Medreselerin Islahına Dair Safvet Paşa’nın Düşünceleri ve Bir Arizası”, a.e., sy. 95 (1994), s. 16-18.

a.mlf., “Bosna-Hersek Hakkında Safvet Paşa’nın İki Arizası”, a.e., sy. 96 (1994), s. 22-25.

a.mlf., “Rumeli Vilayetlerinin Durumu Hakkında Safvet Paşa’nın II. Abdülhamid’e Sunduğu 1880 Tarihli İki Önemli Arizası”, , sy. 15 (1997), s. 563-572.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 467-469 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
TDV İslâm Ansiklopedisi'nden rastgele bir madde okumak ister misiniz?
BAŞKA BİR MADDE GÖSTER