https://islamansiklopedisi.org.tr/sehiv
Sözlükte “unutmak, yanılmak; dalgınlık, gaflet; kolaylık, yumuşaklık, sükûnet” gibi anlamlara gelen sehv kelimesinin terim anlamı için “bilinenin dalgınlıkla unutulması” (Zekeriyyâ el-Ensârî, s. 68), “bilinenin zihne intikal etmemesi / hatırlanmaması, dalgınlık sebebiyle hataya düşme, kasıt ve niyet anlamındaki amdin/teammüdün zıddı” (M. Abdürraûf el-Münâvî, s. 417, 526) gibi tanımlar yapılmış olup fıkıhta ve usûl-i fıkıhta sehiv genellikle unutma ile (nisyan) eş anlamlı veya onun bir türü olarak kullanılır.
Sehvi “gaflet sebebiyle hata yapmak” şeklinde tarif eden Râgıb el-İsfahânî, bunun -akıl hastasının başkasına hakaret etmesi örneğinde olduğu gibi- insanın kendisinden kaynaklanmayan ve -kendi isteğiyle sarhoş olan kişinin o fiile dönük bir kastı olmaksızın kötülük işlemesi örneğinde olduğu gibi- insanın kendisinden kaynaklanan iki çeşidinin bulunduğunu, birincisinde fâilin sorumlu olmadığını, ikincisinde sorumlu olduğunu ve Allah’ın ikinci mânada olmak üzere sehiv içine düşenleri (sâhûn) kötülediğini (ez-Zâriyât 51/11; el-Mâûn 107/5) belirtir (el-Müfredât, “shv” md.). Hadislerde sehiv ve türevleri sözlük anlamlarında sıkça kullanılır, fakat bunların çoğu namazdaki hataların telâfisi için yapılan secdeyle ilgilidir (bk. SEHİV SECDESİ). Ayrıca bazı hadislerde sehiv “dinî sorumluluk bilincinden uzak olma” (gaflet) ve “namazda aklı başka yerde olma” gibi mânalarda da yer almıştır (Wensinck, el-Muʿcem, “shv” md.). İbnü’l-Esîr sehvin “fî” harf-i cerriyle kullanıldığında “bilmeyerek terketmek”, “an” harf-i cerriyle kullanıldığında “bilerek terketmek” mânasına geleceğini ifade edip birincisi için namazda kasıtsız yapılan hatalarla ilgili hadislerde “fî” harf-i cerrinin (meselâ bk. Tirmizî, “Ṣalât”, 174), ikincisi için namazlarından gafil olanlarla ilgili âyette “an” harf-i cerrinin (el-Mâûn 107/5) kullanılmasını örnek gösterir (en-Nihâye, II, 430). Ancak bazı hadislerde sehvin “bilmeden/kasıtsız terketme” anlamında olmak üzere “an” harf-i cerriyle kullanıldığı da görülmektedir (Ebû Dâvûd, “Ṣalât”, 11).
Sehiv ve nisyanın yakın anlamlara sahip veya eş anlamlı olduğu genellikle kabul edilmekle birlikte (İbn Nüceym, s. 302; Ebü’l-Bekā, s. 506; Hamevî, III, 289) bir kısım dil ve usul âlimleri tarafından aralarında bazı ince farkların bulunduğu ifade edilmiştir. Nisyanın önceden olanla, sehvin sonradan meydana gelenle ilgili olduğu, sehiv haliyle sehven terkedilen şeyin birbirini takip ettiği; nisyanın hâfızada bulunan bir bilgiyle, sehvin ise hâfızada olan ya da olmayan bir hususla ilgili olabileceği (Ebû Hilâl el-Askerî, s. 78; yakın ifadeler için bk. Emîr Pâdişâh, II, 263; Ebü’l-Bekā, s. 506); nisyan konusu şeyin belli bir zamanda unutulup başka bir zaman hatırlanmasının mümkün olduğu, sehiv konusu şeyin ise bir kere sehven terkedilebileceği, başka bir zaman aynı şeyin sehven terkedilmesinin mümkün olmayıp ancak onun bir benzerinin sehven terkedilmesinin mümkün olduğu (Ebû Hilâl el-Askerî, s. 78); sehvin meşgul olunan konuyla ilgili bir şeyin hatıra gelmemesi, nisyanın ise başka bir şeyle meşgul olunduğu için esas uğraşılan şeyin akla gelmemesi olduğu, sehvin ufak bir hatırlatma ile hemen hatırlanacak tarzda bir şeyin akıldan çıkması, unutmanın ise yeniden öğrenmeyi gerektirecek tarzda bir şeyin akıldan çıkması olduğu (Ebü’l-Bekā, s. 506; yakın bir ifade için bk. Tâcü’l-ʿarûs, “shv” md.) ifade edilmiştir. Feyyûmî, bu sonuncu ayırımın bir benzerini sehiv ve nisyan terimlerinin yerini değiştirerek yapmıştır (el-Miṣbâḥu’l-münîr, I, 346). Öte yandan sehiv ve gaflet arasında şu farkların bulunduğu belirtilir: Gaflet olanla ilgili, sehiv ise olmayanla ilgilidir; bundan dolayı, “Şu konudaki gafletim sebebiyle şu olay oldu” denilebilirse de, “Şu konudaki sehvim sonucu şu olay oldu” denilemez; çünkü bir şey hakkında sehiv söz konusu ise sehiv konusu olay meydana gelmez. Diğer bir fark da şudur: Başkasının fiilinden gafil olmak mümkünse de başkasının fiili konusunda sehiv mümkün değildir. Yine Ebû Hilâl el-Askerî, sehivle bayılma ve uyku arasında mukayese yaparak bayılmanın hastalık sebebiyle, uykunun ise bedenin rehavetiyle oluşan bir sehiv hali olduğunu belirtir (el-Furuḳu’l-luġaviyye, s. 78).
Bazı fıkıh usulü eserlerinde avârızu’l-ehliyyeden biri olarak nisyan incelenirken onun bir çeşidi veya eş anlamlısı olarak sehve de değinilir ve genellikle sehiv haline nisyanla aynı sonucun bağlanacağı belirtilir (bk. NİSYAN). Bu çerçevede yapılan açıklamalara göre fıkıh usulü terimi olarak nisyan ihtiyaç anında bilginin akla gelmemesini ifade eder ve filozofların dilindeki nisyanın yanı sıra sehvi de kapsar, zira dil bakımından bu iki kelime arasında fark yoktur. Filozoflar ise nisyanla sehiv arasında şöyle bir fark bulunduğunu belirtir: Sehiv sûretin hâfızada kalmakla birlikte zihinden silinmesi, nisyan her ikisinden silinmesidir ki bu durumda tekrar elde edilebilmesi yeni bir sebebe/çabaya ihtiyaç gösterir (Teftâzânî, II, 169; İbnü’l-Hümâm, II, 236; İbn Emîru Hâc, II, 236).
Kur’ân-ı Kerîm, hadisler ve dil kaynaklarındaki örneklerden sehvin asıl anlamının “dalgınlıkla ve kasıt olmadan yanlışlık yapmak” olduğu, ancak buna umursamama ve önem vermeme gibi hallerin eklenmesi durumunda mecazen sehivden söz edilebileceği, birinci durumda kasıt bulunmadığı için mânevî sorumluluğun bulunmadığı, ikinci durumda ise kasıt ve kötü niyetle hata yapıldığı için mânevî sorumluluğun bulunduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan Hz. Peygamber’in namaz kılarken sehven yanlışlık yaptığı bilindiğinden (Buhârî, “Sehiv”, 1) bu tür kasıtsız hataların peygamberlerden sudûr edebileceği kabul edilmiş, ancak hangi konularda onlar için sehivden söz edilemeyeceği kelâm âlimlerince tartışılmıştır (bk. İSMET).
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, II, 430.
Lisânü’l-ʿArab, “shv” md.
Ebû Hilâl el-Askerî, el-Furûḳu’l-luġaviyye (nşr. Hüsâmeddin el-Kudsî), Kahire 1353, s. 78.
Ebü’l-Berekât en-Nesefî, Keşfü’l-esrâr, Beyrut 1406/1986, II, 486-487.
Abdülazîz el-Buhârî, Keşfü’l-esrâr, İstanbul 1307, IV, 276-277.
Ahmed b. Muhammed el-Feyyûmî, el-Miṣbâḥu’l-münîr, Bulak 1324/1906, I, 346.
Teftâzânî, Şerḥu’t-Telvîḥ, Kahire 1377/1957, II, 169.
İbnü’l-Hümâm, et-Taḥrîr (İbn Emîru Hâc, et-Taḳrîr ve’t-taḥbîr içinde), II, 236.
İbn Emîru Hâc, et-Taḳrîr ve’t-taḥbîr, Beyrut 1417/1996, II, 236.
Zekeriyyâ el-Ensârî, el-Ḥudûdü’l-enîḳa ve’t-taʿrîfâtü’d-daḳīḳa (nşr. Mâzin el-Mübârek), Beyrut 1411/1991, s. 68.
İbn Nüceym, el-Eşbâh ve’n-neẓâʾir, Beyrut 1400/1980, s. 302.
Emîr Pâdişah, Teysîrü’t-Taḥrîr, Kahire 1350-51/1931-32, II, 263.
M. Abdürraûf el-Münâvî, et-Tevḳīf ʿalâ mühimmâti’t-teʿârîf (nşr. M. Rıdvân ed-Dâye), Beyrut 1410/1990, s. 417, 526.
Ebü’l-Bekā, el-Külliyyât, s. 506.
Ahmed b. Muhammed el-Hamevî, Ġamzü ʿuyûni’l-beṣâʾir, Beyrut 1405/1985, III, 289.