https://islamansiklopedisi.org.tr/sermedi
Sözlükte “geleceğe yönelik sonsuz zaman, ebedî” mânasındadır. Arapça’da serd kökünün de “birbirine bitişik olarak arka arkaya gelen, devamlı olan” anlamına geldiği, bu anlamda olmak üzere haram aylarla ilgili olarak “üçü bitişik (serd), biri tek (ferd)” ifadesinin kullanıldığı belirtilmektedir (Zemahşerî, III, 189; Fahreddin er-Râzî, XXIV, 12). Bazı müellifler varlıkları zaman bakımından “başlangıcı ve sonu nihayetsiz olan (Allah), başlangıcı ve sonu nihayetli olan (âlem), bir başlangıcı olup sonsuz olan (âhiret âlemi) şeklinde tasnif etmiş ve sermedî nitelemesini sonuncusu için kullanmıştır (et-Taʿrîfât, “Sermedî” md.).
Sermed kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de peş peşe iki yerde “süreklilik” anlamında zikredilmekte; bunların ilkinde Cenâb-ı Hakk’ın geceyi, ikincisinde gündüzü kıyamet gününe kadar aralıksız devam ettirmesi halinde insanların işlerini görebilmeleri için aydınlığı ve istirahat için geceyi Allah’tan başka kimin getirebileceği sorulmaktadır (el-Kasas 28/71-72). Hadîd sûresinde (57/3) Allah’ın “evvel” ve “âhir” olduğu bildirilmektedir. Buradaki âhir Cenâb-ı Hakk’ın ebediyetini, dolayısıyla sermediyetini ifade eder. Yine Kur’an’da cennet ehlinin ilk ölümlerinden başka bir ölüm tatmayacaklarını (ed-Duhân 44/56), cennetten çıkarılmayacaklarını (el-Hicr 15/48), cennet veya cehennemdeki insanların bulundukları yerde ebedî kalacaklarını (en-Nisâ 4/57, 122; el-Beyyine 98/8), cennet yiyecekleri ve gölgelerinin devamlı olduğunu (er-Ra‘d 13/35), oradaki yiyecek ve içeceklerin asla tükenmeyeceğini (Sâd 38/54) bildiren âyetler de bu bağlamda değerlendirilebilir. Benzer ifadeler hadislerde de yer alır ve cennete girenin orada ebedî kalacağı, ölmeyeceği, hastalanmayacağı, yaşlanmayacağı, ölümün cennetle cehennem arasında tıpkı bir koç gibi boğazlanacağı bildirilir (bk. Müsned, II, 277, 305, 445; III, 9; Buhârî, “Tefsîr”, 19/1; “Riḳāḳ”, 50; Müslim, “Cennet”, 40; Tirmizî, “Tefsîr”, 19/2; “Cennet”, 2, 20; Dârimî, “Riḳāḳ”, 100). Ancak öncülüğünü Cehm b. Safvân’ın yaptığı bazı kelâmcılar, Kur’an’da Allah’ın zâtı dışında her şeyin fenâ bulacağının bildirildiğini (el-Kasas 28/88), dolayısıyla nihayetsiz zamanın söz konusu olamayacağını ileri sürmüşlerdir. Teftâzânî bu iddiayı cevaplandırırken şunları söyler: Cennet nimetlerinin devamlılığı, “tek tek her birinin devamlılığı” değil “biri sona erince yerine hemen yenisinin geçmesi” anlamındadır. Bu anlamda devamlılık kâinatın bir an için helâk olmasıyla çelişmez (bk. TECEDDÜD-i EMSÂL). Bu ifade ayrıca “vâcibü’l-vücûdun varlığına nisbetle mümkinlerin varlığının yok hükmünde oluşu” anlamına gelir (Şerhu’l-Akaid, s. 71-73). İbn Kesîr, Kur’an’da geçen “hâlidîn...” sözünü cennet nimetlerinin ve cehennem azabının sermedî olduğu şeklinde tefsir etmiş, sermedî kelimesini de “devamlı ve ebedî” olarak açıklamıştır (Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, IV, 72; VII, 210, 215). Fahreddin er-Râzî, Cenâb-ı Hakk’ı nitelerken zâtı için samediyet, sıfatları için sermediyet ifadesini kullanmaktadır (Mefâtîḥu’l-ġayb, XXIII, 61). Cehennem azabının ebedîliğinin biri “uzun süre”, diğerinin “ebedî olarak kalma” şeklinde iki anlamı olduğunu söyleyen bazı âlimler sermedîyi ikinci tür “hulûd” için kullanmış, Kādî Abdülcebbâr da bu anlamı tercih etmiştir (Şerhu’l-Usûli’l-hamse, II, 102).
Hareketin düz veya dairevî olduğunu söyleyen Şehristânî düz hareketin sonlu olduğunu, bitişikliğin sadece ezelî olan dairevî harekette bulunduğunu belirtir (el-Milel, II, 118). Antik Yunan filozoflarından Aristo ve onun gibi düşünenler, feleklerin hareketinin dairevî olup başlangıcının bulunmadığını, dolayısıyla sonlu değil sermedî olduğunu ve her hareketi zincirleme tetikleyen başka bir hareketin varlığını kabul etmektedir (Şehristânî, Nihâyetü’l-iḳdâm, s. 5-10). İlk İslâm filozofu olarak bilinen Ya‘kūb b. İshak el-Kindî, zaman kavramının nisbî değer taşıdığını ve güneş sistemine bağlı olan insanlar için geçmiş ve gelecek bölümlerine ayrıldığını kaydeder, onun geçmiş açısından sonsuz oluşunu ezelî, gelecek açısından sonsuz oluşunu ebedî kelimeleriyle belirtir, sermedînin ise hem ezelî hem ebedî mânasına geldiğini söyler. Kindî’ye göre zamanın gelecek yönünde bilfiil sonsuz olması mümkün değildir, çünkü sınırlı ve sonlu bir zamana bir başka zaman eklenince ortaya yine sınırlı zaman çıkar. Aksi takdirde iki sonludan bir sonsuz meydana gelmiş olur ki bu imkânsızdır. Geçmişle gelecek arasında bulunan ortak sınıra “an” denilir. Her sınırlı zamanın biri başlangıç, diğeri ise son olmak üzere iki sonu bulunur. İki sınırlı zaman ortak bir sonda birleşiyorsa öteki sonları da sınırlı ve belli demektir. Sınırlı bir zamana başka sınırlı bir zaman eklenince sonları itibariyle bunların hepsi sınırlı olur. Dolayısıyla gelecek zamanın bilfiil sonsuz olması mümkün değildir (İslâm Filozoflarından Felsefe Metinleri, s. 22). Beş ezelî varlık kabul eden Ebû Bekir er-Râzî bunlardan biri olan zamanı mutlak ve izâfî diye ikiye ayırır. Başlangıcı olmayan, hareket ve sürekliliği ifade eden mutlak zamanı “dehr” olarak adlandırır, ebed ve sermed denilen şeyin de dehr olduğunu belirtir. İzâfî zamana gelince bunun gece, gündüz, mevsimler ve yıl gibi gök kürelerinin hareketine bağlı olarak tasarlanıp ayarlanan zaman birimleri olduğunu söyler (a.g.e., s. 88, 90). Bekā sıfatının Cenâb-ı Hakk’ın selbî sıfatları içinde yer aldığı hususunda bütün kelâmcılar birleşmektedir. Allah ezelî olduğu gibi ebedî, dolayısıyla sermedîdir. Bu sıfatını Allah’tan başka bir kimsenin taşıyıp taşımadığı ise özellikle cennet ve cehennemin ebediyeti bağlamında tartışmalı bir konudur.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “Sermed” md.
Müsned, II, 277, 305, 445; III, 9.
Kindî, “İlk Felsefe Üzerine”, İslâm Filozoflarından Felsefe Metinleri (trc. Mahmut Kaya), İstanbul 2003, s. 22.
“Ebû Bekir er-Râzî ile Ebû Hâtim er-Râzî Arasında Geçen Tartışma”, a.e., s. 88, 90.
Kādî Abdülcebbâr, Şerhu’l-Usûli’l-hamse: Mu‘tezile’nin Beş İlkesi (trc. İlyas Çelebi), İstanbul 2013, II, 102.
Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. M. Mürsî Âmir), Kahire 1397/1977, III, 189.
Şehristânî, el-Milel (Kîlânî), II, 118.
a.mlf., Nihâyetü’l-iḳdâm (nşr. A. Guillaume), London 1934, s. 5-10.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1421/2000, XXIII, 61; XXIV, 12.
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (nşr. Sâmî b. Muhammed es-Selâme), Riyad 1420/1999, IV, 72; VII, 210, 215.
Teftâzânî, Şerhu’l-Akaid (trc. Talha Hakan Alp), İstanbul 2008, s. 71-73.
Ahmed Mustafa el-Merâgī, Tefsîr, Kahire 1394/1974, XXV, 51, 59.